Son aylarda sürekli "Her şeye birden yetişemiyorum" diye isyan ediyordum ki hayat benle dalga geçer gibi "Yoğunluk öyle olmaz böyle olur" dedi ve bir de her gün 4 saatlik baro dersleri çıktı başıma. Geçtiğimiz birbuçuk ay boyunca akşam 8'e kadar baroda kimisi keyifli çoğu çok gereksiz derslere girdim. Sabah uyan işe git, işten çık baroya git, eve gel, birşeyler atıştır, bir duş al, sız, sabah uyan işe git şeklindeki korkunç döngü geçen cuma bitti. Keyfim yerine geldi, kayıplığım yavaştan sona eriyor, blog yazıları eski düzenine kavuşuyor! :)
Haftasonu yogitam ile Adana yolları tuttuk. Mesut'ta kebap, Vahdet Vural'lı ve tabii bol rakılı bir mekan açılışı, geleceği öğrenmeye açılan fallar, kuaförde röfleler manikürler, Beymen Cafe'nin leziz sebzeli makarnası, cezeryenin modern bir yorumu olan 'madonna' , Pasta Bahçesi'nde kahvaltı, Kazancılar'da Adana usulu eğlence derken haftasonunu bitirdik, midemizi kebapla doldurduk, kafamızı dağıttık ve İstanbul'a geri döndük.
İKSV'nin film festivaline karşı her sene aşkım azalıyor. Hem seçilen filmler, hem hazırlanan kataloglar ağzı sulandıracak, festival sıralarına koşturacak şevki yaratamıyor, hem de lale kart yoksa bilet yok durumu oluyor çünkü bütün izlenesi filmlerin biletleri ön satışta tükeniyor. Diğer yandan !f her sene biraz daha cezbedici oluyor. !f'in festival kitapçığını çok keyif alarak okuduktan sonra birkaç film seçmiş ve biletlerimizi atm benzeri aletten şıp diye alıvermiştim.(Gerçi ortalar diye aldığım koltuk gayet önden dördüncü sıra çıktı ama...)
Aşk'tan uzakta geçen bir haftasonundan sonra yeni haftaya Aşk ve !f'in aşk filmleri ile başladım. D'amour et d'eau Fraîche
(Aşkla Yaşamak) festivalden izlediğimiz ilk film oldu. Günümüze uyarlanmış Bonnie and Clyde olarak tanıtılmış bir filmden beklentimi, üstelik de Paris ve İspanya'da geçtiğinden oldukça yüksek tutmuştum; o beklenti boşa çıktı. Gerçekten bir toplumsal eleştiri ama hem aile ilişkilerini, hem ilişkileri, hem gençlerin iş hayatında tutunmasınının zorluğunu eleştirmeye kalkınca biraz konudan konuya zıplamış hepsi yarım yarım kalmış.
Fragman ve film bilgisi için TIK!
Benim listemde beklentimin oldukça yüksek olduğu iki film daha var.
Bunlardan biri Les Amours Imaginaires (Hayali Aşklar):
"Hayali Aşıklar, yakın arkadaş olan Marie ve Francis’in, hayatlarına yeni giren yakışıklı arkadaşları Nicolas’a duydukları saplantılı aşkın stilize bir kaydını tutuyor. Marie kendine güvenen, cinsellikte cüretkar bir genç kadın, Francis ise telaşsız ve yumuşak başlı, şimdiye kadar ilişkilerinde kimseye bağlanmamış gey bir genç adam. Birlikte, kendilerinden memnun bir şekilde, hatta etraflarındakileri biraz da küçümseyerek partilerden, kafelerden ve hayatın içinden akıyorlar. Sonra, kendine güveni bol bir gezgin olan Nicolas giriyor hayatlarına ve her şey yavaş yavaş değişmeye başlıyor. Marie ve Francis günlük hayatlarında gittikçe daha geniş bir yere sahip olan bu rahat karaktere iyice hasta oluyorlar. Nicolas ise, tam tersine, onlar yakınlaştıkça uzaklaşarak onları daha da delirtiyor. Hayali Aşıklar şiirsel, romantik ve tarzı olan bir film; bir yandan şahane bir güldürü, diğer yandan aşka ve arzuya içkin olan deliliğin şefkatli bir sorgulaması. Dolan, Hayali Aşıklar’ın senaryosunu, başrolü paylaştığı iki arkadaşıyla daha fazla zaman geçirebilmek için yazdığını söylüyor. Genç yönetmenin bu ikinci filmi de, geniş bir konu ve stil yelpazesine sahip olan Dolan’ın önümüzdeki yılların büyük isimlerinden olacağını kanıtlıyor.
Diğeri de Four Lions (Dört Aslan):
"Chris Morris’in çok konuşulan filmi Dört Aslan aynı anda bir çok şey olabilen ender yapımlardan: hızlı akan, zeki bir komedi, İslam adına yapılan terör üzerine hicivli bir inceleme ve insan davranışlarının temellerini araştıran güçlü bir dram. Terörist dediklerimizi insanlaştırıyor. İnsanları ise özünde gülünç buluyor. This is Spinal Tap’in Heavy Metal’e, Dr. Strangelove’ın ise Soğuk Savaş’a yaptığını İslam adına gerçekleştirilen teröre yapıyor. İngiltere’nin bir şehrinde toplanan dört erkeğin gizli bir planı vardır. Her birinin motivasyonu bambaşkadır. Amaçları şehirde büyük bir eylem gerçekleştirmektir, ancak henüz bir kibriti bile sorunsuz yakabilecekleri kesin değildir. Dört Aslan,bu dört adamı kendimizden aşırı farklı yabancılar olarak görmemize izin vermiyor. Onları görmemezlikten gelmenin, veya, daha da kötüsü, içinden geldikleri kültürü toptan yabancılaştırma eğiliminin ardındaki aptallığı açık ediyor. Taraf da tutmuyor. Gerilimle espiri arasında ince bir dengede durarak, içinde yaşadığımız zamanların gerçekliğine cesur ve yepyeni bir bakış açısı getiriyor. Kaçırmayın."
Umuyorum ki bu filmlerin tanıtım yazıları "Aşkla Yaşamak"tan daha gerçekçidir ve iki harika film izlemiş olurum.
Bir de festival kitapçığı benim elimde oradan oraya gezerken elini atan herkesin dikkatini çeken bir film vardı: Too Much Pussy! Feminist Sluts, a Queer X Show (Feminist Kevaşeler Sahnede). Saatleri bana uymadığı için izleyemeyeceklerimden sadece biri.
Değişik bir şeyler izlemek veya daha sonra gösterime girecek filmlerden bazılarını herkesten önce görmek isterseniz !f'in web sitesine bir göz atmayı ihmal etmeyin derim ben. TIK TIK!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder