Coco Chanel, bronz tene tapan ve üniforması mini etek olan benim kalbimde müthiş bir yere sahip. Malum abartılı şapkaların yerine tasarladığı minik ve elegan şapkalarla Paris'te moda dünyasına atılan Chanel, daha sonra yıllarca hep "yeni"leri yayan kadın olmuştur. Jarsenin kıyafetlerde kullanılmasından tutun da, saçını kısacık kestirip bunu bir furyaya dönüştürmeye kadar her şeyde onun parmağı vardır. Bir zamanlarki rakibi etek boyunu ayak bileğine çıkarmaya kalkınca, baldırları açıkta bırakacak minilikte etek üretmeye cüret etmiş, bir sevgilisinin yatında geçirdiği tatilden sonra bronz olup beyaz tenin kalite olarak algılandığı bir toplumda bronz ten modası başlatmıştır.
Bu hafta mini eteğim ve bronz olmayı çok özlemiş tenimle adliyeler arasında mekik dokurken okuduğum ve bitirdiğim kitap Alfonso Signorini'nin Chanel - Rüya Gibi Bir Hayat kitabı oldu. Ve işin aslı Chanel'e olan hayranlığım büyük bir darbe yedi. Evet Chanel yokluktan gelmiş, korkunç bir ailede yoksulluk içinde ve sonra yetimhane eziyetleri ile büyümüş; ama yoktan kendini var etmiş de denemez pek. Metresi olduğu iki adam sayesinde Chanel olmuş, onların paralarını da çevrelerini de ünlerini de sonuna kadar sömürerek bu kadar büyümüş ve ünlenmiş. Evet yaratıcı, cüretkar ve ileriyi görebilen bir kadınmış; ama sırf fabrikaları çalışabilsin diye bir Nazi subayı ile aşk yaşamak, savaşı iki konuşmayla durdurabileceğine inanmak da pek takdir edileesi sayılamaz.
Kitaba gelince kurgu güzel, dili akıcı, gereksiz ayrıntılara yer yok. Keyifle ve merakla okutuyor kendini. Gerçek adı Gabrielle olan Chanel'in nasıl Coco'ya dönüştüğü, parfümünün adının neden No:5 olduğu, neden hiç çocuk doğurmadığı gibi ilgi çekici bir sürü cevabı da bu kitapta buluyorsunuz.
"Güzel olmadığımı biliyorum; ama farklılığın büyüsüne sahibim."
"Her kadın hak ettiği yaştadır."
"Bir kadının en çıplak hali, en iyi giyindiği halidir."
" Moda basit bir kıyafet meselesi değildir. Moda rüzgarla doğar, gökyüzünde yaşar, bazen de sokaklara çıkar. Onu sadece hissedersiniz."
Bunlar gibi muhteşem Chanel deyişlerinin yanında kitabın yazarının da cümleleri oldukça şık:
İnsanın kendi geçmişi, bir başkası dinlemek istediğinde derlenip toplanacak bir öyküden başka bir şey değildir. İnsan bu öyküyü bir tefrika roman gibi oluşturarak keyfine göre dönüştürebilir. Üzerine göre yeniden biçimlendiren bir yazar gibidir. İnsan yeğlediği geçmişi yaratmak için birkaç yararlı yalandan yardım alır, işte o kadar.
Hayat tombalasının merasimle ve sonsuza dek yanlarına yakıştırdığı erkeklerin koluna girmiş kadınlardı bunlar.
Hayal kurmaya ihtiyacı kalmamıştı, tasarı yapabilirdi. Şimdi gelecek yanı başındaydı ve ona dokunabilir, üzerinde konuşabilir, onun esrikliğini tadabilir hatta onu kabul etme ya da reddetme ayrıcalığını bile hissedebilirdi.
Acının gösterilmemesi gerektiğini öğrenmişti. Asla. Öteki türlü kendi zayıflığı başkasının elinde en öldürücü silah halini alırdı.
Bir de bahsetmeden duramayacağım bir konu var: Blogger yasağı. ( #blogumadokunma )
Digiturk'un başlattığı hukuki süreç sonucunda blogger da engellenen siteler arasına girmiş. Muhtemelen fosilleşmiş hakimlerin bakmış olduğu davada, ilgili maç yayınını yapan kişinin tespit edilmeye çalışılması veya video paylaşma özelliğinin engellenmesi gibi ölçülü tedbirler yerine blogger komple engellenmiş. Frankfurt'taki insan hakları derslerinden birinde özgürlükleri tartışıyorduk. Eğitmen bize birkaç örnek case verip, bunları youtube ve twitter'dan takip edebileceğimiz anahtar sözcükleri yazdığında, "Türkiye'de Youtube yasak" dediğimde herkes espri yaptığımı sanmıştı ne yazık ki. Bir blog aşığı ve bir hukukçu olarak bu tür yasaklayıcı ve düşünce paylaşımını engelleyen kararları kınıyorum.Ne olursa olsun dns ayarları gibi çözümlerle hiçbir yere gitmeye niyetim yok. Hukuk yasaklar, teknoloji deler. Keyifle, yasaksız kalın!
1 yorum:
paylaşım için teşekkürler.
Yorum Gönder