Haftaiçi bir sabahın körü. Duştan çıkmış, kremlenmiş, altıma siyah eteğimi geçirmişim. Hala ıslak olan saçlarım gömleğimi ıslatmasın diye üstümde sadece sütyen. Özel Antep peynirinden yapılmış sigara böreklerini kızgın yağa atıyorum, onlar kızarırken çamaşır makinesinden çıkardığım çamaşırları asıyorum. Sigara böreklerini mideye indirirken, Mr. Feelgood ile haftasonu planlarını konuşuyoruz. Dolaptan soğuk kahvemi alıp, topuklu ayakkabılarımı ayağıma geçirirken, ajandamın o günkü sayfasına göz atıyorum: Çok fazla iş var, evden çıkma saati gelmiş, fırla Sezo!
Ben hiçbir şeyden eksik kalmamak için yırtınan kadınlar gürühundanım. İstiyorum ki, hem çalışayım, hem her zaman bakımlı olayım, hem gezip tozayım, sık sık seyahat edeyim, sevdiğim arkadaşlarımla ara hiç açılmasın bol bol görüşelim, evim derli toplu olsun, mutfağımda leziz yemekler pişsin, fotoğraflar çekeyim, yoga yapayım, yazı yazayım, sağlıklı yaşam aktivitelerine kafayı takayım, en güzel kokteylleri ben yapayım... Gün 24 saat oldukça bu bir ütopya tabii. Hem yeni açılan mekanları sıkı takipte kalıp, arkadaşlarımla ve sevgilimle bol vakit geçirir, hem de sıkı çalışırsam; ev savaş alanına dönüyor ve ben paçozlaşıyorum. Ev ile bakım fasıllarını kurtardım mı, bu sefer de yorgun oluyorum, saat 23:00 dedin mi koltukta, sandalyede fark etmez sızacak kıvama geliyorum.
Böyle 'hayatımızda her şey olsun' temposunda yaşarken, bir de istiyoruz ki, romantik komedi filmi kıvamında bir ilişki yaşayalım. Romantizm ile adrenalin uçlarında dolanalım, gecelerde kopalım, parklarda kovalamaca oynayalım, iş çıkışları sarmaş dolaş yemekler pişirelim, haftasonları avaz avaz şarkı söyleyerek sahil kasabalarına yol alalım.
Hangi zamanda pardon?
Romantizm, aşk ve mıçmıç bir ilişki için gerçekten zaman yatırımı yapmak lazım. Bir kere bakımlı olmak lazım, yorgun olmamak lazım, ertesi günü düşünmemek lazım...
Hani doğru adamı bulamadığı için istediği ilişkiyi yaşayamadığını düşünenler var ya, kocaman kadınlar oldunuz, hadi bir silkelenin kendinize gelin. Günde mesela altı saatinizi bir adama ayırabilir misiniz? Biiiiiip! Anlaştık o zaman.
Kendimden biliyorum. Hayatımda bir adam var; ikimizi de tanıyanlar, bizim çok farklı karakterler olduğumuzu söylese de, kendimizi bile şaşırtacak bir biçimde tamamlıyoruz birbirimizi. Birlikteyken hep çok iyi vakit geçiriyoruz. Her şeyden konuşuyoruz, içiyoruz, evde baş başa çılgınlar gibi dans bile ediyoruz... Aradan sekiz aydan uzun zaman geçti, hala bana sarıldı mı heyecanlanıyorum, birlikte ne yaparsak yapalım keyif alıyorum. Yani dış dünya faktörünü çıkarıp attığımızda harika bir ilişki yaşıyoruz. Ama bu bir senaryo değil ve elbette ki dış faktörler var. Birimiz enerji patlaması yaşarken, diğerimiz o gün çok çalışmış pili bitik vaziyette olabiliyor. Birimizin hayatında her şey düzene girmiş tıkır tıkır işlerken, diğerimizin hayatı tepe taklak hale gelebiliyor. Bu örnekleri çoğaltmıyorum, ama biliyorsunuz sonsuza dek uzayabilir.
Olumsuz bir şey anlatmaya çalışmıyorum, insan hayatı paylaşmayı ve empati yapmayı öğretiyor. Bazen ailesinin bile yanında olmadığı bir anda yanında bir omuz, dertleşmeye hazır birini bulabiliyor. Ama bu durum o "ideal, hep gülücükler saçıp çılgın eğlenen" çift profiline uymuyor.
Tam bunlara kafa yormaya başladığım dönemde "Aslında Özgürsün"ü okumaya başladım. Duygu Asena.
Biri evli, evliliği inanılmaz monoton hale gelmiş, kocasıyla doğru düzgün bile konuşamaz hale gelmiş bir ev hanımı ile kendi işini kurmuş, bekar ve hayatının aşkını bıkmadan arayan bir kadının diyaloglarından oluşuyor kitap. Belgin ile Belma. Sadece bu kadınların değil, bu kadınların etrafındaki ilişkilerin de dedikoduları yapılıyor bu diyaloglarda. Kitap inanılmaz keyifli. Okurken her şey tanıdık geliyor, illa ki bir karakterde kendini buluyor insan.
Kitaptan sizin çıkaracağınız mesaj ne olur bilmiyorum da, benim vardığım yargı şu oldu: Bir ilişki istediğiniz gibi gitmiyorsa, karşınızdakini değil, kendinizi suçlamalısınız. Belki de siz artık eski siz değilsiniz, ilişkinin rehavetine kapılıp bambaşka bir insan oldunuz. Ve hala istediğiniz gibi gitmiyorsa, 'aslında özgürsün'üz, çekip gidebilirsiniz.
Kitaptan bir kaç alıntı ile bu yazıyı kapatıyor, kocaman öpüyorum:
Aşksız daha mutlu değil, daha huzurlu oluyor insan. Ama senin deyiminle yaşamasını bilen insan huzur aramıyor sanırım. Zaten huzursuzluk veren şeyin adı aşk. Huzur geldiğinde, aşk tasını tarağını toplayıp gitmiş oluyor çoktan. Farkına varmıyorsun ki, onu kovalayasın.
Zaten sen güzel olmayı sürdürsen bile fark etmiyorlar ki. Bazen yanında, en seksi iç çamaşırlarımla dolaşıyorum, kafasını kaldırıp bakmıyor bile. Unut bunları Berna, unut. Evliliğin onuncu yılında, sen mutfakta domates soyarken, arkandan beline sarılıp, yere yatırıp mutfakta sevişecek erkekleri unut. Hayal alemi içinde yaşama, evli arkadaşlarının da aklını karıştırma.
Bak bunun ölçüsü şudur Berna, aldığın keyif mutsuzluklarının üstündeyse yaşa, ama mutsuzluklar keyfe ağır basıyorsa çek git. Bunun ölçüsü bir kaç kez hata yaptıktan sonra çok da net ölçülür.
Yuva yıksa ne olur? Yuva dedikleri şey ne? Asık suratlı insanların bir araya gelip, hiç konuşmadan, hatta saygısızca yaşadıkları dört duvarsa eğer, neden yıkılmasın?
İnsanların kurtulmaları gereken ilk şey, çift yaşama zorunluluklarıdır. Bu içimize öyle işlemiş ki, eğer hayatımızda bir eş yoksa, çift yaşayamıyorsak, dünyanın en güzel şeylerini de tadıyor olsak tam tamına tadına varamıyor, hep bir eksiklik hissediyoruz, "Hayatın tadını kendi kendimize çıkartalım, yanımızda hoş biri varsa onda ekstra mutluluk duyalım.
Erkekler de bıktı kadınlardan artık galiba. Çok fazlalar, çok ortalıktalar, çok istekliler.
Değiştirmeye çalışma, imkansız, kimse değişmez, değişmiş gibi yapar. Pek çok tarafını beğeniyorsan, beğenmediklerini görme, bırak yaşasın, sen istemiyorsan katılma.
İşte uygar bir erkek, onlar sormazlar böyle. Biz olsak, ne kadar uygar olursak olalım, hemen başlarız sormaya, "Hangi arkadaşı, arkadaşının adı ne, niçin gidiyorsun, çok mu sevdin o arkadaşını, tipi nasıl, güzel mi, uğraşacak daha iyi bir iş bulamadın mı?" Sürekli de küçümseriz her şeyi, bizim dışımızda, bize sormadan yeni bir iş yapıyor ya, hele de işin içinde tanımadığımız bir kadın varsa olay hemen saçma, iğrenç, aptal olur.
Aslında ne tuhaf değil mi? Bir adamı çok şık, çok titiz, çok güzel giyiniyor, bakımlı diye beğeniyoruz. Birlikte olmaya başladıktan sonra birden bunları önemsememeye hatta sinir olmaya başlıyoruz. Sonra onun tamamen zıddı bakımsız, salaş görünümlü bir erkek ilgimizi çekiyor, bu kez ona böyle olduğu için bayılıyoruz. Ne istiyoruz biz? Neden mutlu olamıyoruz?
Aşk kıskançlığı, sahip olmayı, merak etmeyi, sürekli ilgilenmeyi ve ilgilenilmek istemeyi içeriyor. Bu da dırdırı ve hesap sormayı başlatıyor. Ve sonra tabii, her şey bozuluyor.
Başta öyle düşler içindeyiz ki, bunları bozmamak için büyük çaba harcıyoruz. Aman ben bir şey yapmayayım, aman onu kızdırmayayım, huzurunu kaçırmayayım... Ama biz boyun eğdikçe hiçbir şey iyiye gitmiyor, biz sustukça onlar iyice kudurup özgürleşiyor. Tamam özgürlük olsun da, bize de olsun. Yani annelerimizden babalarımızdan öyle gördük diye bunu sürdürmememiz gerek.
Çoğu kadında ne var biliyor musun? Bir erkekle uzun süre birlikte oldular mı, ondan sonra başka birini bulup mutlu olamayacaklarını sanıyorlar. Ne olursa olsun bulunmaz Hint kumaşı gibi ömürlerini o adamla geçirmek istiyorlar. Kendilerini kandırıyorlar, "Seviyorum, aşığım" diyorlar. Oysa aşk maşk yok ortada, sadece alışkanlık ve kendine güvensizlik. Yeni bir hayat, yeni bir savaş korkutuyor onları.
- Hayatı nasıl bu kadar hafife alıyorsun anlamıyorum.
- Sen ağıra alıyorsun da ne oluyor? Hayat hafif Belgin, hafif. Yarın belki de yokuz.
Ben hiçbir şeyden eksik kalmamak için yırtınan kadınlar gürühundanım. İstiyorum ki, hem çalışayım, hem her zaman bakımlı olayım, hem gezip tozayım, sık sık seyahat edeyim, sevdiğim arkadaşlarımla ara hiç açılmasın bol bol görüşelim, evim derli toplu olsun, mutfağımda leziz yemekler pişsin, fotoğraflar çekeyim, yoga yapayım, yazı yazayım, sağlıklı yaşam aktivitelerine kafayı takayım, en güzel kokteylleri ben yapayım... Gün 24 saat oldukça bu bir ütopya tabii. Hem yeni açılan mekanları sıkı takipte kalıp, arkadaşlarımla ve sevgilimle bol vakit geçirir, hem de sıkı çalışırsam; ev savaş alanına dönüyor ve ben paçozlaşıyorum. Ev ile bakım fasıllarını kurtardım mı, bu sefer de yorgun oluyorum, saat 23:00 dedin mi koltukta, sandalyede fark etmez sızacak kıvama geliyorum.
Böyle 'hayatımızda her şey olsun' temposunda yaşarken, bir de istiyoruz ki, romantik komedi filmi kıvamında bir ilişki yaşayalım. Romantizm ile adrenalin uçlarında dolanalım, gecelerde kopalım, parklarda kovalamaca oynayalım, iş çıkışları sarmaş dolaş yemekler pişirelim, haftasonları avaz avaz şarkı söyleyerek sahil kasabalarına yol alalım.
Hangi zamanda pardon?
Romantizm, aşk ve mıçmıç bir ilişki için gerçekten zaman yatırımı yapmak lazım. Bir kere bakımlı olmak lazım, yorgun olmamak lazım, ertesi günü düşünmemek lazım...
Hani doğru adamı bulamadığı için istediği ilişkiyi yaşayamadığını düşünenler var ya, kocaman kadınlar oldunuz, hadi bir silkelenin kendinize gelin. Günde mesela altı saatinizi bir adama ayırabilir misiniz? Biiiiiip! Anlaştık o zaman.
Kendimden biliyorum. Hayatımda bir adam var; ikimizi de tanıyanlar, bizim çok farklı karakterler olduğumuzu söylese de, kendimizi bile şaşırtacak bir biçimde tamamlıyoruz birbirimizi. Birlikteyken hep çok iyi vakit geçiriyoruz. Her şeyden konuşuyoruz, içiyoruz, evde baş başa çılgınlar gibi dans bile ediyoruz... Aradan sekiz aydan uzun zaman geçti, hala bana sarıldı mı heyecanlanıyorum, birlikte ne yaparsak yapalım keyif alıyorum. Yani dış dünya faktörünü çıkarıp attığımızda harika bir ilişki yaşıyoruz. Ama bu bir senaryo değil ve elbette ki dış faktörler var. Birimiz enerji patlaması yaşarken, diğerimiz o gün çok çalışmış pili bitik vaziyette olabiliyor. Birimizin hayatında her şey düzene girmiş tıkır tıkır işlerken, diğerimizin hayatı tepe taklak hale gelebiliyor. Bu örnekleri çoğaltmıyorum, ama biliyorsunuz sonsuza dek uzayabilir.
Olumsuz bir şey anlatmaya çalışmıyorum, insan hayatı paylaşmayı ve empati yapmayı öğretiyor. Bazen ailesinin bile yanında olmadığı bir anda yanında bir omuz, dertleşmeye hazır birini bulabiliyor. Ama bu durum o "ideal, hep gülücükler saçıp çılgın eğlenen" çift profiline uymuyor.
Tam bunlara kafa yormaya başladığım dönemde "Aslında Özgürsün"ü okumaya başladım. Duygu Asena.
Biri evli, evliliği inanılmaz monoton hale gelmiş, kocasıyla doğru düzgün bile konuşamaz hale gelmiş bir ev hanımı ile kendi işini kurmuş, bekar ve hayatının aşkını bıkmadan arayan bir kadının diyaloglarından oluşuyor kitap. Belgin ile Belma. Sadece bu kadınların değil, bu kadınların etrafındaki ilişkilerin de dedikoduları yapılıyor bu diyaloglarda. Kitap inanılmaz keyifli. Okurken her şey tanıdık geliyor, illa ki bir karakterde kendini buluyor insan.
Kitaptan sizin çıkaracağınız mesaj ne olur bilmiyorum da, benim vardığım yargı şu oldu: Bir ilişki istediğiniz gibi gitmiyorsa, karşınızdakini değil, kendinizi suçlamalısınız. Belki de siz artık eski siz değilsiniz, ilişkinin rehavetine kapılıp bambaşka bir insan oldunuz. Ve hala istediğiniz gibi gitmiyorsa, 'aslında özgürsün'üz, çekip gidebilirsiniz.
Kitaptan bir kaç alıntı ile bu yazıyı kapatıyor, kocaman öpüyorum:
Aşksız daha mutlu değil, daha huzurlu oluyor insan. Ama senin deyiminle yaşamasını bilen insan huzur aramıyor sanırım. Zaten huzursuzluk veren şeyin adı aşk. Huzur geldiğinde, aşk tasını tarağını toplayıp gitmiş oluyor çoktan. Farkına varmıyorsun ki, onu kovalayasın.
Zaten sen güzel olmayı sürdürsen bile fark etmiyorlar ki. Bazen yanında, en seksi iç çamaşırlarımla dolaşıyorum, kafasını kaldırıp bakmıyor bile. Unut bunları Berna, unut. Evliliğin onuncu yılında, sen mutfakta domates soyarken, arkandan beline sarılıp, yere yatırıp mutfakta sevişecek erkekleri unut. Hayal alemi içinde yaşama, evli arkadaşlarının da aklını karıştırma.
Bak bunun ölçüsü şudur Berna, aldığın keyif mutsuzluklarının üstündeyse yaşa, ama mutsuzluklar keyfe ağır basıyorsa çek git. Bunun ölçüsü bir kaç kez hata yaptıktan sonra çok da net ölçülür.
Yuva yıksa ne olur? Yuva dedikleri şey ne? Asık suratlı insanların bir araya gelip, hiç konuşmadan, hatta saygısızca yaşadıkları dört duvarsa eğer, neden yıkılmasın?
İnsanların kurtulmaları gereken ilk şey, çift yaşama zorunluluklarıdır. Bu içimize öyle işlemiş ki, eğer hayatımızda bir eş yoksa, çift yaşayamıyorsak, dünyanın en güzel şeylerini de tadıyor olsak tam tamına tadına varamıyor, hep bir eksiklik hissediyoruz, "Hayatın tadını kendi kendimize çıkartalım, yanımızda hoş biri varsa onda ekstra mutluluk duyalım.
Erkekler de bıktı kadınlardan artık galiba. Çok fazlalar, çok ortalıktalar, çok istekliler.
Değiştirmeye çalışma, imkansız, kimse değişmez, değişmiş gibi yapar. Pek çok tarafını beğeniyorsan, beğenmediklerini görme, bırak yaşasın, sen istemiyorsan katılma.
İşte uygar bir erkek, onlar sormazlar böyle. Biz olsak, ne kadar uygar olursak olalım, hemen başlarız sormaya, "Hangi arkadaşı, arkadaşının adı ne, niçin gidiyorsun, çok mu sevdin o arkadaşını, tipi nasıl, güzel mi, uğraşacak daha iyi bir iş bulamadın mı?" Sürekli de küçümseriz her şeyi, bizim dışımızda, bize sormadan yeni bir iş yapıyor ya, hele de işin içinde tanımadığımız bir kadın varsa olay hemen saçma, iğrenç, aptal olur.
Aslında ne tuhaf değil mi? Bir adamı çok şık, çok titiz, çok güzel giyiniyor, bakımlı diye beğeniyoruz. Birlikte olmaya başladıktan sonra birden bunları önemsememeye hatta sinir olmaya başlıyoruz. Sonra onun tamamen zıddı bakımsız, salaş görünümlü bir erkek ilgimizi çekiyor, bu kez ona böyle olduğu için bayılıyoruz. Ne istiyoruz biz? Neden mutlu olamıyoruz?
Aşk kıskançlığı, sahip olmayı, merak etmeyi, sürekli ilgilenmeyi ve ilgilenilmek istemeyi içeriyor. Bu da dırdırı ve hesap sormayı başlatıyor. Ve sonra tabii, her şey bozuluyor.
Başta öyle düşler içindeyiz ki, bunları bozmamak için büyük çaba harcıyoruz. Aman ben bir şey yapmayayım, aman onu kızdırmayayım, huzurunu kaçırmayayım... Ama biz boyun eğdikçe hiçbir şey iyiye gitmiyor, biz sustukça onlar iyice kudurup özgürleşiyor. Tamam özgürlük olsun da, bize de olsun. Yani annelerimizden babalarımızdan öyle gördük diye bunu sürdürmememiz gerek.
Çoğu kadında ne var biliyor musun? Bir erkekle uzun süre birlikte oldular mı, ondan sonra başka birini bulup mutlu olamayacaklarını sanıyorlar. Ne olursa olsun bulunmaz Hint kumaşı gibi ömürlerini o adamla geçirmek istiyorlar. Kendilerini kandırıyorlar, "Seviyorum, aşığım" diyorlar. Oysa aşk maşk yok ortada, sadece alışkanlık ve kendine güvensizlik. Yeni bir hayat, yeni bir savaş korkutuyor onları.
- Hayatı nasıl bu kadar hafife alıyorsun anlamıyorum.
- Sen ağıra alıyorsun da ne oluyor? Hayat hafif Belgin, hafif. Yarın belki de yokuz.
4 yorum:
sen böyle yazilara basladiktan kisa süre sonra iliskini sonlandiriyosun seker. umarim hislerim yaniltiyodur beni.
yukaridaki paylastigin kitap alintilarinda, asena, "yuva yikilsa ne olur" demis ve bunu hakli göstermek icin de yuva olmaktan cikmis asik suratli bir kari-koca cizmis.
ben buna katilmiyorum. reelde bu kadar basit degil çünkü. insanlarin cocuklari varsa (ve birbirlerinden nefret edecek hale getirmedilerse iliskilerini), bencilce 'ay ben artik mutlu degilim" diye ayrilmamalilar. aile olarak kalmak icin çaba harcamalilar.
yani, bosanmayi bir tür özgürlesme ve isyan olarak göreceksek, bastan zaten imza atip iyi günde kötü günde diye söz vermemizin bi anlami yok.
insan yaslaninca yaninda bir ses bi nefes bi koku istiyor. bunu ancak yasayan bilir. yani, özgürlük dedigimiz seyin anlamini partnerimizle, esimizle de cogaltabiliriz.
evli adamlardan uzak kalmaya özen göstererek de en azindan adamin cocuklarindan alacagimiz beddualardan kurtulmus oluruz.
bizim yasayacagimiz cinsel hazzin bedeli o cocuklarin gözyaslari olmamali.
yasemin.
Bir güne herşeyi sığdırabilmek, gezmek tozmak eğlenmek bakım ev işi yemek maalesef mümkün olamıyor ama planlı yaşayarak bunu yapabilmek mümkün ve siz bunun dozunu iyi ayarlayanlardansınız..
Duygu Asena'nın bu kitabını okumadım, merakta ettim doğrusu,, Asena zaten kadınları anlatmayı çok seven bir yazar, daha doğrusu kadınlar üzerinden erkekleri anlatmayı iyi beceriyor.
Sevgiler,
Merhabalar;
Blogunu yeni keşfettim.. gerçekten çok beğendim :) ve hemen takibe aldım.
724. takipçin benim.. :)
Bana da ana da beklerim. :)
Güzel paylaşımlarda görüşebilmek dileğiyle,
♥ Sevgiler ♥
http://whiteglaze.blogspot.com
twitter: @_gamzeahmet_
Sevgili Yasemin,
Umarım gerçekten yanılıyorsundur :))) Ama şöyle bir haklılık payın var orası kesin, o leyla ruh halim bitince sorgulamaya başladığımda böyle yazılar yazmaya başlıyorum galiba.
Sana kesinlikle katılıyorum, ama artık saygı bitmiş, bazı şeyler çekilmez hale gelmişse, insanların hayatlarını sirf evliliği sürdürmek adına mahvetmesinin de bir sınırı olmalı.. Ama diğer yandan evlenmek ve boşanmak da oyuncağa donmemeli.
Sevgili Sebuş,
Ah şu planlı yaşamak, hiç bir zaman yeteri kadar planlı olamıyor insan. Kitap tam yazlık, okumanın tam zamanı :)
White Glaze,
Hoşgeldin, yazılarla görüşmek üzere :)
Yorum Gönder