25 Şubat 2014

Antwerpenliler der ki: "If it's freezing, we wear an extra pair of socks!"

Antwerpen -veya bizim dilimizdeki adı ile Anvers-, dünyanın dördüncü Avrupa'nın en büyük ikinci limanına sahip şehir.

Genellikle Amsterdam ile Paris arasında seyahat ederken geçilen bir şehir olarak bakılıyor buraya. Siz öyle yapmayın, çünkü bu şehir gerçekten kendisine zaman ayrılmasını hak ediyor. Üstelik Brüksel'den buraya gelmek yalnızca bir saatinizi alıyor ve gidiş dönüş biletinin bedeli 14 Euro.

Lokal biralarının adı Bolleke Koninck ve Lange Kerpoorstraat boyunca muhteşem plakçıları var.


Ve Brüksel utansın, Antwerpen'in istasyonu olağanüstü güzel. Genellikle istasyonlarda pek vakit geçirmem ben, şehre ayak bastığım anda kendimi sokaklarına atmak isterim; ama Atwerpen'de dakikalarca çıkamadım istasyondan. Bir aşk filmi çekiyor olsam, kavuşma veya ayrılık sahnesini kesin burada çekerdim. O kadar güzel, o kadar romantik.



İstasyondan çıktıktan sonra sağ tarafa doğru yürürseniz, Van Wessenbekestraat, Çin Mahallesi.

Burası yalnızca iki sokaktan oluşuyor ve ucuz alışverişler konusunda bir mucize de sunmuyor size, bizim Eminönü'nün tırnağı olamaz. Ama çok ihtişamlı bir kapısı, bir sürü Çin restoranı ve numara 61'de bir budist tapınağı var. Kendinizi kısa bir süre Çin'de hissetmek isterseniz bu tarafta kısa bir yürüyüş bunu sağlayacaktır.




Daha sonra sizi limana doğru taşıyan, St. Jacobsmarkt, Kıpdorp, Niewstraat caddelerinde yürürseniz ve bu caddelerden aşağı doğru inen sokaklarda gezinirseniz, binaların güzelliğine hayran kalacağınıza emin olabilirsiniz. Atwerpen'in orta kısımlarında yapacağınız üç dört saatlik bir yürüyüşte, her sokakta sizi dakikalarca kendisine baktıracak bir heykel veya bina ile karşılaşabilirsiniz. 









Eğer saatlerce yollarda yürümek size göre değilse ve yalnızca turistik noktaları ziyaret etmenin peşindeyseniz, Carolus Borromeus Church, Katedral ve bir zamanlar Napolyon'a ait olan bugün Rolling Stones'un çikolatacısı olarak anılan bir çikolata butiğine dönüşmüş Royal Palace'ı (çikolata sarayı olarak da anılıyor) atlamayın.



Mimariye gözünüz doyduktan sonra, eğer bir moda bloggeri iseniz mutlaka uğramanız gereken adreslerden biri The Public Image. Katedralin yakınlarında Korte Nieuwstraat'ta yer alıyor. Rihanna'nın tasarımlarını kullandığı Melody Ehsani'den, Jeffrey Campbell'e bir çok tasarımcının imzasını taşıyan ürünü bu mağazada bulabilirsiniz.


Aman benim tasarım kıyafete para harcamakla işim olmaz diyorsanız, mutlu dakikalar geçirebileceğiniz Hoogstraat 11'de yer alan Rooms mağazasına alalım sizi. Burada Belçika'ya özgü olmayan, çok neşeli bir sürü ürünü oldukça uygun fiyatlara alabilirsiniz. Ben tercihimi plastik mavi bir shaker ve buzdan shot bardakları yapmak için kalıptan yana kullandım; ama daha bir sürü üründe aklım kaldı.



Tabii ki Belçika sınırları içinde olduğunuzu unutmayın, bir yandan şehri alt üst ederken, bir yandan da fries ve waffle yemeyi unutmayın. Bol bol yürüyorsunuz hazır, kalorileri yüzünden vicdan azabı çekmeden, Türkiye'ye döndüğünüzde bu lezzetle bulamayacağınız şeyleri  bol bol tüketin.



Belçikalılar, waffle'ı üzerine yalnızca pudra şekeri serpilmiş olarak yiyorlar, benim bayıldığım kremalı versiyonuna "turist waffle"ı diyorlar. Krema ve meyve konulan waffle'ı ise "abartılmış turist saçması şey" olarak adlandırıyorlar. Bizim yarısı siyah yarısı beyaz çikolatalı, en az üç meyveli, fındıklı wafflelarımızı görseler ona ne derler çok merak ediyorum :)



Şehri gezmekten enerjiniz tükenmeye başladı, ayaklarınız mola, mideniz bira istiyorsa, şehrin üst kısımlarındaki Staadwags meydanını bulun. Katedralden yürümesi 15-20 dakika sürüyor. Bu meydanın köşeleri çeşitli publarla dolu, ama tercihinizi Waagstuk'tan yana yapın. Burası 1980'lerde punkların en favori toplanma yeriymiş. Bugünkü konsepti ise bambaşka: iyi ve özel bira. Burada yaşayan her yaştan insan grubu, güzel bir avlusu olan bu pub'a geliyor, mum ışığında başka hiçbir yerde olmayan spesyal biralarını içiyor.


Bira siparişi verirken, garsona sormaktan çekinmeyin, çok yardımcı oluyorlar ve benim içtiğim bira gerçekten Belçika'da içip en beğendiğim bira oldu. Ayrıca arka bahçesindeki tabureleri de gözden kaçırmayın.


Hala enerjiniz varsa, bir zamanlar kilise, bugün ise bir elektronik club olan Cafe D'anvers'in yolunu tutabilirseniz. Ayaklarınızda derman kalmadıysa, kendinize güzelce dinlenebileceğiniz bir yer seçin; çünkü Antwerpen henüz bitmedi. Daha hipster sokakları, sanat galerileri ve moda etkinlikleri sizi bekliyor olacak.


4 yorum:

Merve Şanlıtürk Kıyak dedi ki...

Sabah kalkabileceğimi bilsem dolaptaki birayı içerdim (bu ithal biraların yerini tutmasa da) soğuk soğuk of canım çekti :) Sezen ya bu gezi yazılarını okudukça gidesi geliyor insanın... Uzaklarda bir yerlere. Keşfetmeye, öğrenmeye. Hayranım senin bu enerjine, imkanlarını bu yönde değerlendirebilmene. Bu arada Blue Jasmine'i izledim bayıldım :) Gezi notlarının yazın bana çok yardımı dokunacak eminim :)

Kizlierkeklikedili dedi ki...

Nasıl güzel bir istasyondur o öyle! Bütün fotoğraflara ve yazına bayıldım... Gitmek istiyorumm :)

Adsız dedi ki...

Adsız Adsız dedi ki...
Bugün arkadaşım tarafından keşif ettim yazılarını. Facebook üzerinden mesaj atmış baksana kanka bizi anlatıyor yazıları dedi.Kısmende olsa Maceraperest bir ruhumuz olduğuna inanıyoruz ve her anımızı senin gibi dolu yaşama çabası içerinde buluyoruz yanyana geldiğimiz zaman. Blogla hiç işim olmazdı bugüne kadar ama senin yazılarını okuyana kadardı bu dediğim.Sabahtan beri okuyorum ve hiç sıkılmadım. Kız arkadaşım mesaj atmıştı sabah ne yapıyorsun diye. Aniden şu cümleyi yazıverdim :) nette dolaşıyorum , 'yaşamın içinden kesitleri'okuyorum diye.Gerçektende öyle.Çoğu yeri gezip görmek isteyipte görmeye fırsatı olmayan insanların sesi kulağı olmuşsun diyebilirim. Ve bunu yansıtırken o kadar içten ve samimi yansıtmışsın ki okuyan insanların çoğunun içine geçiyor bu durum.Ve yazılarını okurken Adanalı olduğunu gördüm :) bu durum beni bir kat daha mutlu etti :) kendi kendime dedim ki neden bu kadar içten ve samimi olduğunu şimdi anladım :)senin yazılarını okumama sebep olan arkadaşım , senin yazılarından sonra yazma kararı aldı. daha çok güzel şeyler yazmak istiyorum ama müdürümün yanına gitmem gerekiyor. yazılarınızın devamını bekliyorum... çok başarılısınız...
Erhan

zillosh dedi ki...

Mervecimmm, ya yerimm, haftaiçi evde bira ve şarap bulundurmak ve içememek net bir mazoşizm çok sık yaşıyorum :)) Eğer gerçekten gitme konusunda en ufak bir kurt düşürebiliyorsam ne mutlu bana! Bütün yıllık iznini yaz gelmeden bitirmiş biri olarak, yazın senin gezi fotolarını takipte olacağım :)) Filmi beğenmene çok sevindim, Oscar'ı da kaptı bizimki!

Kızlı Erkekli Kedili,
Gerçekten benim şimdiye kadar gördüğüm en güzel istasyondu. Şiddetle tavsiye ediyorum :)

Sevgili Erhan,
Nasıl mutlu ettin beni anlatamam! Bu blog benim için bir hobi olmaktan bir adım ileri gitti, bir bağımlılık oldu ve ben yazarken rahatlayıp keyiflenirken, hayatlarımızı yaşarken yollarımın kesişmediği kişilere bir tebessüm sebebi olması bile benim açımdan harika bir şeyken, birine yazma şevki vermiş olmak... trallalilaylalaaaayloom! Adanalıları çok severim, sen ve arkadaşına boool keşif, bol seyahat ve bool macera diliyorum. Kocaman sevgiler

Pinterest'im

Instagram'ım