13 Şubat 2014

Buram buram yaseminler tüterken alev alev tutuş benimle hadi!

Biz gideli, geleli, yaz biteli çok oldu.

Belki de en son deniz seyahatimin o olduğunu ve kışın geldiğini kabul etmek istemedim. Bu yüzden de yazamadım bir türlü. 

Bugünlerde hafiften kendini gösteren güneş ile yavaş yavaş yaz planları yapmaya gelsin bu yazı, bir fikir vermek için...

Adanalı genlerimden olsa gerek, sıcaktan bunalanlardan hava 35 derecenin üzerine çıkınca ecel terleri dökenlerden olmadım hiçbir zaman. Daha ince giyinirim, soğuk bir şeyler içerim, klima veya vantilatör bulduğumda karşısına kurulurum, keyfim yerinde olur. Tam bir yaz insanıyım; güneş, deniz, bikini varsa her türlü keyifliyim. 

Güneşle şarj oluyormuşçasına, yazın ne kadar enerjik, neşeli ve yerinde durmazsam, kışın da o kadar miskin, evcil, yatağından ayrılmak istemeyen bir insanım.  Blogger'ın hakkımda kısmına 2007 yılında yazdıklarıma baktım ve "Kışları ve sabahları evi; yazları ve geceleri sokakları sever." diye bir cümle buldum. Aradan bunca yıl geçmiş, hiçbir şey değişmemiş. 

Yine kış geldi. Uyanamıyorum. Evden çıkamıyorum. Kedi gibi her fırsatta kaloriferin başına kuruluyorum. Kaç yaşına geldim, hala kalın giyinmeyi öğrenemedim.

Geçen sene bu zamanlar Stokholm'e gitmek üzere, evden çıktığımızda, apartmanın altındaki bakkal kar montu ve bot giymiş kardeşim ile mini elbiseli bana bakmış ve "Ne o, biriniz denize, biriniz dağa gidiyorsunuz herhalde." diye sataşmıştı bize. Kocaman kadın oldum, yine de kışın zibidi gibi giyinmiş, dona dona ortalıkta gezmekten kurtulamadım.

Geçen yazı da, Mr. Feelgood ile Adrasan'da kapattık.

Gönlümüz Kaş'tan yanaydı; ama sadece üç günümüz olduğundan, Antalya Havalimanı'ndan hesap edince orası gözümüze uzak geldi. Antalya'ya daha yakın bir yerden yana tercihimizi yapıp ve Adrasan'a gidelim dedik.




Cuma sabahı gözlerimi Mr. Feelgood'un Antalya'daki evinde açıyorum. Denize karşı uyanmanın keyfini çıkarmaya niyetliyim; ama günlerimiz sayılı ve zamanımız kıymetli olduğu için kahvaltı bile etmeden valizlerimizi alıp, yola koyuluyoruz. 

Mr. Feelgood, Adrasan sapağını bulmanın derdindeyken, ben açlıktan ölmek üzere yol kenarındaki her gözlemecide 'duralım' diye tutturuyorum. 

En sonunda, Adrasan'a giriş yaptıktan sonra, hem otelin adresini soralım, hem de karnımızı doyuralım diye Köprübaşı Gözleme'de mola veriyoruz. Muşamba örtülü, salaş, teyzelerin gözleme hamurunu elleri ile gözünüzün önünde açtığı, kapıda karşılanıp uğurlandığınız, bahşiş bırakınca "fazla para bırakmışsınız" diye iade getiren bir mekan burası. Hayatımda yediğim en iyi gözleme olmayabilir; ama hem çok hafif, hem çok açım. 



Karnımız doyduktan sonra, Ada Boutique Otel'in yolunu tutuyoruz. Booking.com'daki fotoğrafları o kadar iddialı ve o kadar güzeldi ki, içten içe korkuyorum, ya McDonalds hamburgerleri fotoğrafları gibi şişirmece bir şeyse diye. Gittiğimizde "Ohhh çekiyorum.", şenleniyorum.

Gerçekten fotoğraflardaki kadar güzel. 

Önünde Absolut şişesi şeklinde bir havuzu var, arka kısımda da altı tane bungalov. Bungalov dediğime bakmayın, içleri gayet güzel, gayet ferah, gayet şık.

Deniz kenarında bir otel istiyor ve yürümeye üşeniyorsanız, denize biraz uzak olduğunu söylemeliyim. Ama kalabalıktan ve varoşluktan uzak bir otelse aradığınız, Adrasan'a yolunuz düşerse diye bir kenara not edin burayı. 





Denize doğru yol almadan önce, otelin sahibi ile laflıyoruz. "Bizim plajda şezlonglarımız var, onları kullanabilirsiniz, ama daha hareketli bir yerler istiyorsanız sağ tarafa doğru yürüyün." diyor.


Öncelikle otelin şezlonglarının olduğu yere gidiyoruz. Kum güzel, deniz güzel; ama servis yok, yakında bira kapıp geleceğimiz bir yer de yok. Başlıyoruz, daha hareketli olduğu söylenen tarafa yürümeye. 

Sağ tarafa gittikçe, yanyana dizilmiş servisi olan cafe beachleri buluyoruz, deniz de koy halini alarak, daha da güzelleşiyor bu tarafta. Nihal Cafe'de tam denizin önündeki sırada yer bulunca, tercihimizi buradan yana yapıyoruz.


Bütün gün güneşlenip yüzdükten sonra, otelimize geri dönerken, yol kenarındaki Mısırcı Pala'dan birer mısır kapıyoruz. Denizde harcanan enerjinin ve mideyi kazındıran alkolün üzerine süper gidiyor.




Dönüş yolunda iki şeye bayılıyorum. Bunlardan biri, sosyal mesaj sever otelin duvarlarındaki alıntı yazılar:


Diğeri ise son zamanlarda gördüğüm en acayip şey! Bir aile, bildiğimiz Iveko otobüslerden bir tane almış ve eve dönüştürmüş. Otobüsün içindeki koltuklar yok edilmiş, yataklar ve mutfak konulmuş, hatta arkasına bir tane ev tipi klima takılmış. 

Önüne geniş bir gölgelik yapmış, masalarını sandalyelerini atmışlar. Üstelik de bir zodyakları, bir de atv'leri var!! Bayıldım!! 



Duşumuzu alıp giyindikten sonra, akşam yemeği için nehrin kıyısındaki restoranlardan Arikanda River Garden'a gidiyoruz. Konsept çok keyifli, nehrin üzerine kurulmuş restoranda, yanınızdan ördekler geçerken yemek yiyorsunuz. Yemeğiniz bittikten sonra, yine nehrin kıyısındaki sedirlere yayılabiliyorsunuz.


Yemeklerimizin çok ahım şahım olmadığını söylemeliyim; ama yemekten önce ikram olarak gelen mezeler ile sıcacık pideye bayılıyoruz. 



İkinci gün de bütün enerjimizi Gelidonya Feneri'nde harcadıktan sonra,  nehir üzerinde aynı konseptteki Lykia Edrassa Hotel Restoran'a gidiyoruz. Yine ortalama yemekler; ama bu sefer bütün masalara tek başına koşturup duran velet bir garson var. Onunla laflıyoruz, o bize içini döküyor, biz ondan büyükler olarak tembel tembel şaraplarımızı yudumluyor olmaktan vicdan azabı duyuyoruz. Derdini dinleyip, ona akşam eğlenmesi için bahşiş bırakırken ona mı yoksa kendimize mi jest yapıyoruz emin değiliz. 

Akşam havuz başındaki sallanan koltukta biraz oturuyoruz, Gelidonya Feneri bütün enerjimi emmiş, salıncağın sallanmasından mayışıyorum, iki adım uzaktaki yatağın yolunu zor buluyorum. 




Son günümüzü Adrasan'ın en popüler mekanı Chill House Lounge'a ayırıyoruz. Öğle yemeği yemek için kapısında sıra beklenen, plajında yer bulmak için sabahtan koşturmak gereken bir mekan burası. Dekorasyonu çok eğlenceli, müzikleri çok güzel, yazıları pek matrak. Kapısında "Savaşma seviş Türkiye!", içinde "Personel harici avlanmak yasaktır.", plajında "Ayak izlerinden başka anı bırakmayınız!" yazıyor. 






Saatlerce yüzüyoruz, çok derinlere doğru açılıyoruz, bambaşka bir koya uzanıyoruz, gözlükle dalıp deniz altını ve balıkları izliyoruz. Denizin altı çok değişik, kumda milyonlarca delik var. Bir de Kapadokya traverterlerinin minyatürü gibi şeyler var. 

Üniversite günlerinin nostaljisini yapmak için Olympos'a doğru yol alırken, Adrasan'ı sevdiğime karar veriyorum. İlk olarak denizi çok güzel. Etrafı yeşil dağlarla çevrilmiş bir denizde yüzmek, dağ ve denizin, yeşil ile mavinin kombinasyonunda, sırt üstü yatıp hayallere dalmak çok keyifli olduğu gibi, su da billur gibi. Dibi kaya değil, kum olan denizler genellikle bulanık olur ya, Adrasan kumlu bir deniz olmasına rağmen, bakınca dibi görünecek kadar berrak.




Gidilebilecek çok fazla mekan yok, genel hatları ile sakin bir yer. Ancak tekne gezileri, Likya Yolu sebebiyle trekking gibi pek çok aktiviteye dahil olmak mümkün. Kafa dinlemek için ideal bir adres olabilir bu yüzden.

Yaz yeniden gelecek, huzur bulmak, teninizin beyazlığını sakin bir yerlerde kırmak isterseniz aklınızda olsun. 


Çok mu erken?! Benim 2015 martı için bile tatil planım hazır şimdiden! :)

Seyahatle kalın! 

2 yorum:

Begüm dedi ki...

Tatil planları yapmak ve o günü beklemek çoook eğlenceli :)

bahar dedi ki...

Adrasan muhteşem bi yer gerçekten. Tekrar giderseniz Aybars Motel'i tavsiye edebilirim, o da nehir kıyısına kurulmuş, yemekleri ve kahvaltısı süper, en önemlisi sahipleri, Aysın ve Aybars muhteşem insanlar. Chill House Lounge'da Mustafa vardı biz gittiğimizde inanılmaz eğlenceli bir tipti. Bana o günleri yaşattığın için teşekkür ederim :)

Pinterest'im

Instagram'ım