24 Mayıs 2014

Bushwick, Metro Heykelleri, Magnolia Bakery, MoMa, Robert Heinecken, Tasarım Ayakkabılar

Deniz kıyısında yaptığım tatillerde günlerce şezlongta miskinlik yapma potansiyeline sahip olsam da; şehir tatillerimde gerçekten az uyurum, saatlerce sokaklarda yürürüm. Pek müze gezmem, daha çok şehrin olağan yaşamına sızmaya çalışırım ve restoranlar ile butiklerin peşinde oradan oraya savrulurum.

Aslında müze gezmeye çok meraklı bir insandım iki üç sene öncesine kadar. Gelgelelim bir noktadan sonra hepsi aynı gelmeye başladı. O noktada oturup sanat hakkında bir şeyler okumaya kadar verdim. Böylelikle kıyaslamalar yapacak ve aralarındaki farkı anlayabilecek kadar derinleşecektim. Sonra o kitapları okurken bunu sorumluluk gibi yaptığımı ve aslında yapmak istemediğimi fark ettim. Eski çanak çömlekler, yarısı kırılmış parçalar ilgimi çekmiyordu, çekmek zorunda da değildi. O noktadan sonra tarihi müzeleri pas geçip, modern sanat müzelerine, fotoğraf sergilerine, tasarım ve şehir müzelerine yönlenmeye başladım. 

Bu nedenle New York'ta gitmeyi en çok istediğim müze kesinlikle The Museum of Modern Art (MoMa)'ydı. Vincent van Gogh, Pablo Picasso, Salvador Dali, Claude Monet, Paul Cezanne, Frida Kahlo, aşkım Henri Matisse gibi klasikler kadar hiç bilmediklerim için de oldukça heyecanlıydım! (Burada sergilenen eserler saymakla bitecek gibi değil,  index'ine şuradan ulaşabilirsiniz.) MoMa'da sergilenen eserlerle, İstanbul'da yaklaşık beş sene boyunca, aralıksız ve inanılmaz ses getirecek sergiler yapılabilir öyle düşünün :)


New York'ta dördüncü günümüzün sabahında, MoMa'nın yolunu tutmak üzere evden çıkıyoruz. Nasıl olsa günümüzün geri kalanı Manhattan'da geçecek, o yüzden kahvaltımızı Bushwick'te yapmaya karar veriyoruz, yolda karşımıza çıkan bir tabelayı takip edip Ange Noir Cafe'ye kuruluyoruz. İçerideki dekorasyon her telden ve çok eğlenceli. Yukarıda fotoğrafı olan tabela ile İngiliz telefon klübesinden tuvalete bayılıyorum, her ne kadar tuvalet çalışmıyor olsa da... :)


Kahvaltı olarak meyveli ballı ve kuruyemişli yoğurttan yana yapıyorum tercihimi. Çok lezzetli kesinlikle evde de deneyeceğim bunu.




Bushwick'teki duvar resimlerinin peşinde biraz gezindikten sonra Manhattan'a geçmek için metroya biniyoruz. New York'ta metro istasyonları çok eski ve pis kokulu; ama ya harika müzikler ve şovlar var, ya da alternatif sanat eserleri...





Haftasonu bittiği için sokaklardaki insanların çoğu iş kıyafetleri ile gezinirken görünce aklıma Sex and the City geliyor, bir zamanlar çılgın gibi izlediğim dizi... Onların şerefine Magnolia Bakery'e gitmek istiyorum ve şansıma MoMa'ya oldukça yakın lokasyonda bir tane var. 



Cupcake yuvarlayıp enerji depoladıktan sonra, devasa müzenin koridorlarına bırakıyorum kendimi... Bayıldıklarımdan bir kaçı huzurlarınızda:








Kalıcı serginin yanı sıra, geçici sergiler de mevcut MoMa'da. Eylüle kadar devam edecek Robert Heinecken: Object Matter sergisi bu dönemde New York'a yolunuz düşerse kesinlike görmeniz gerekenlerden. Robert Heinecken fotoğraf çekmeden, ama karanlık odayı kullanarak yaratmış eserlerini. Dergileri alıp reklamlarla oynamış, gazeteler ile ucuz pornografik görüntüleri birleştirmiş, eserlerinin bazılarında ön planda cinsellik varken arka plana zekice gazete haberleri yerleştirmiş...






MoMa'yı gezdikten sonra yorgunluktan ölmek üzereyiz, kendimizi terastaki restoranı Teracce 5'e atıyoruz. 



MoMa Shop'ta da akıllara zarar güzellikte şeyler satılıyor; ama kendimi tutup sadece çok esprili bir servis alıyorum.


Şehirde upuzun bir yürüyüş yaptıktan sonra son durağımız Union Square oluyor. Union Square civarında yapılacak çok şey var; ama ben sizi şiddetle eski ofis arkadaşım meriçki'nin bana verdiği mükemmel tavsiyeye davet edeceğim: Designer Shoe Warehouse (DSW) Eğer ki o bana hazırladığı listeye burayı yazmamış olsa, Union Square'de bin tur atsam da buraya girmek aklıma gelmeyebilirdi. Meydanda, Forever21'in hemen üst katında... Erkek ürünleri çok fazla değil; ama bir kadınsanız burada gerçekten mutluluktan ölebilirsiniz. 


Sanat, alışveriş, lezzetli yemekler, geriye tek bir şey eksik kaldı: müzik. Bu aralar çok sevdiklerimden biri huzurlarınızda:


1 yorum:

S dedi ki...

Sevgili Sezen,

Bence sen avukatlığı falan bırak. Biri seni finanse etsin, sen gez ve yaz, biz okuyalım.

Ben ki, Amerika ve New York'u hiç ama hiç merak etmeyen / sevmeyen bir insandım. nasıl keyifle okuyorum :)

Son olarak, sanatla ilgili çok sevdiğim bir sözle bitirmek istiyorum bu yorumu:

"Above all, it is a matter of loving art, not understanding it."

Sevgiler,
Sevgican ^.^

Pinterest'im

Instagram'ım