22 Mayıs 2014

New York is the meeting place of the peoples, the only city where you can hardly find a typical American.*

Sabah gözümü, çok yavaş ve tane tane konuşan bir kadının sesi ile açıyorum. Şarkı desem değil, televizyon desem hiç değil. Uyku beni tekrar kendi kollarına çağırıyor, ama meraklı tarafım beni yataktan kaldırıyor. Darmadağınık saçlarım, henüz açılmamış gözlerim ile salona geçiyorum. O huzurlu sesin sahibini görüyorum, yaşı oldukça geçkin bir Kızıldereli Amerikalı. Karşısında da genç bir adam hüngür hüngür ağlıyor. Duygusal bir ruh halini hayal bile edemeyeceğim fırlama ev sahibim de yanlarında, onun da gözleri dolu dolu.

New York'ta sadece sokaklarının değil, evlerinin de süprizlerle dolu olduğunu o an anlıyorum. Ve evimizdeki bir diğer odada bir kaç gün misafir olacak Patricia ile işte böyle tanışıyorum. İşi iyileştirmek veya daha havalı tanımı ile wellness restoration constultant.

New York'ta insanlar bambaşka zevklere ve hobilere sahip, hepsi bambaşka karakterler; ama herkes için yükselen iki trend var: Organik beslenme ve spiritüellik.

Ben malum her şeye meraklı melahat, dinliyorum, anlamaya çalışıyorum, sorular soruyorum; ama sabah kahvemi bile içmemişken onların ilgisine erişmeme imkan ve ihtimal yok. Einstein'ın "Sorunları yaratırken kullandığımız düşünce biçimini kullanarak onları çözemeyiz." cümlesini seviyorum, o döngülerin, sistemlerin, iyiliğe ulaşma yöntemlerinin arasında.

Ve fena halde kahveye ihtiyacım var. Herman bize yakınlarda güzel bir kahveci tavsiye edince, üstümüze bir şeyler geçirip evden çıkıyoruz. Bahsettiği yeri bulmamız biraz zor oluyor, ama kesinlikle değiyor.



Kave Espresso Bar & Event Space,  gerçekten gizlenmiş bir köşede, geniş bir avlusu var. Kahvesi ve peynirli muffini oldukça lezzetli. Açık olduğu gün ve saatleri gösteren yazıya ayrıca bayılıyorum:


Niyetimiz yine Manhattan'a geçip müze gezmek; ama alternatif muhitimizin de biraz tadını çıkaralım, acele etmeyelim diyoruz. Harika duvar resimleri arasında sokaklarda mekik dokuyoruz.









Sokaklarda gezinip asi sanatın deneyimledikten sonra, klasikler için The Metropolitan Museum of Art'ın yolunu tutuyoruz. New York'a turist olarak gelmişken, Brooklyn'de kalmak muhteşem oluyor. Çünkü iki farklı New York'u aynı gün içinde deneyimlemek mümkün oluyor. Asi, yer altı, tezat dolu Brooklyn ile şık, kabul görmüş, ışıltılı Manhattan.

Duvarlara çizilmiş resimlerden, yüzlerce yıllık antika sanat eserlerine zıplamak da kesinlikle keyifli bir ironi oluyor.



Metropolitan'ı bir müze olarak kesinlikle hafife almamak lazım, gezmesi gerçekten bir koca gün sürüyor. Çok büyük ve görülmeye değer çok fazla şey var.











Metropolitan'dan çıktıktan sonra, müze mağazasının üst katını da atlamayın derim. Özellikle poster meraklısıysanız buradan güzel şeyler bulabilirsiniz. Ben üç koca posteri bütün gün elimde, daha sonra da bütün yol valizimde İstanbul'a kadar getirdim. Çerçeveletip astıktan sonra paylaşırım onları da :)

Metropolitan'dan çıktıktan sonra kesinlikle yorulmuş olacaksınız, yayılmaz için çok yakında bir park sizi bekliyor. Hatta park değil, orman: Central Park. Filmlerden bildiğim kadarıyla en efsane dönemi kırmızının her tonunda yaprakları ile sonbahar; ama yeşilken bile çok güzel.




Parktayken gerçekten şehirde, üstelik de büyük bir şehirde olduğunuzu tamamen unutuyorsunuz. Parktan çıktıktan sonra bir anda 5. caddede gökdelenlerin, mağazaların, canlı müziğin ortasında buluyorsunuz kendinizi.




Biz alışveriş yapa yapa vuruyoruz kendimizi caddeden aşağı doğru. Asıl amacımız benim Los Angeles'ta olduğum dönem taptığım outlet Ross'u bulmak. Ross'tan çok iyi markaların saten çarşaflarından, valizine; kokteyl elbisesinden cüzdanına kadar onlarca parça almıştım bundan yedi sene önce. Gelgelelim bizim foursquare'de Ross diye gördüğümüz şey, mağazası değil, ofisiymiş. Plazadaki ofisine selam verdikten ve New York'ta Ross mağazası olmadığı ile yüzleştikten sonra, en azından Times Square'in gece halini görmüş olmakla avutuyoruz kendimizi.




Sonra da hemen oradaki Red Lobster'a kuruluyoruz: Ucuz ve lezzetli karides, ıstakoz ve köpüklü şarap!

Güzel yemekler yiyebildiğim her şehirde mutlu olabilirim.

Dip Not: Başlıktaki cümle, Djuna Barnes'ten. 


Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım