16 Mayıs 2015

Peki ya şimdi bir süperkahraman olduğunuzu öğrenseniz?

Çocukluğuma dair hatırladığım en eski anılarım bile hep kitaplar ile kesişiyor.

Doğduğum evde, benim yatak odamda, babamın bir çizim masası vardı. Mimari projelerin elle çizildiği, henüz bilgisayar programlarına geçilmediği yıllardı. Kocaman beyaz bir masa ve üzerine monte edilmiş çeşitli cetveller ve bir masa lambası vardı. Babam akşamları çalışmaya başlamadan önce, ben uykuya dalana kadar bana kitap okurdu.

Anneannemin de kendimi bildim bileli değişmeyen, öğleden sonra uyumak gibi bir ritüeli vardır. Nerede olduğu hiç fark etmez, öğle yemeğini yedikten sonra kendisine bir uyku köşesi bulur, en azından bir saat uyur. Yatağa giderken de mutlaka eline kitabını alır, uykuya dalana kadar kitap okur. Henüz okuma bilmediğim yaşlarda, annem beni anneanneme teslim ettiğinde, anneannemin öğle saatlerinde beni unutup kitabına dalmasını fena halde kıskanırdım. Benim resimli kitaplarım, onunkilerin yanında çok cılız kalırdı.

Annem de, ailemizin en hızlı okuyanıydı. Elinde sürekli kitapla gezmezdi, ama bir başladı mı, o kitap bitene kadar kafasını bile kaldırmazdı. Hala da öyledir, eline bir kitap aldı mı hiç süründürmez, bir elinin altında meyve tabağı transa geçmiş halde kitabı yalayıp yutar. 

Ben kitap okumanın günlük hayatın bir parçası olduğu bir ailede büyüdüm. Annem ve anneannemin kitaplara olan ilgisini kıskanarak ve onlarla yarışmaya çalışarak başladım okumaya. Bana aldıkları çocuklara yönelik kitap setlerini okuduğum yıllardan sonra, annem ile anneannemin kitaplıklarına sulandığım yıllar başladı. Ne bulduysam okudum. Çok okudum. Daha ergenliğe girmeden, aşkı konu alan yüzlerce roman okumuş olabilirim. Galiba o yüzden de biraz iflah olmaz bir romantik tarafım ve ilişkilerden olağan üstü beklentilerim var hala. :)

Annemin arkadaşlarının oğullarının sömestr tatillerindeki kitap okuyup özet hazırlama gibi ödevlerini de büyük bir zevkle ben yapardım. Kendi okulumda da edebiyat hocalarının hep favori öğrencilerinden olurdum. 

Yazları en büyük zevkim, yayla evimizde çamların arasına kurulmuş, yastıklarla konforlu hale getirilmiş hamağın üzerinde yayılarak güneş batana veya birisi beni yemeğe çağırana kadar kitap okumaktı. Hatta bu kitaba düşkünlüğüm kendi yaşıtlarım arasında dalga konusu olurdu, çünkü kitap okumak pek de havalı olmayan bir şeydi. Yine de, hala bana birisi "dinlenmek" ve "keyif çatmak" dediğinde gözümün önüne gelen ilk kare o hamak üstünde geçirdiğim saatler oluyor.

Yıllar geçti hayatımda çok şey değişti; ama kitaplara olan ilgim aynı kaldı. Ay başında maaş aldığımda yaptığım şeylerden birisi hala topluca kitap siparişi vermektir, bir alışveriş merkezine gittiğimde kitapçıları gezmeden çıkamam ve çantamda olmazsa olmaz şeylerden biri de kitaptır.

İşim okumakla çok bağlantılı olduğu ve her gün çok fazla Yargıtay kararı, makale okuduğum için, keyfi okumalarımı derinlikli kitaplardan çok, romanlardan yana yapıyorum. Bu hafta sabahın köründe Ankara'ya uçmak için havalimanına giderken de çantama Emrah Güler'in Sudan Gelen'ini attım. 


Bir akademisyen, işinde gayet iyi, çok sevdiği bir sevgilisi var. Düzenli bir hayat yaşıyor. Derken bir anda hayatının bütün düzeni bozulmaya başlıyor. Bir gece Lost izledikten sonra zenciye dönüşüyor, başka bir gün trafikte arabayla giderken minicik bir bebeğe... Anlayamıyor, bunalıyor, sıkılıyor, kafayı yediğini düşünüyor. Sonra istediği kişinin kılığına girebilme yeteneğine sahip bir süperkahraman olduğunu -"Şekil değiştirici- ancak gücünü kullanmayı bilmediğini öğreniyor. 

Bunların olduğu ilk yirmi sayfada "Off saçmalık." diyip kitabı elimden bırakmayı düşünmüştüm.Ama Ankara - İstanbul arasında uçaktaydım ve başka bir seçeneğim yoktu. Devam ettim. İyi ki devam etmişim. Beni o kadar içine aldı ki, İstanbul'a geri döndüğümde kitap bitmiş, yüzümde kocaman bir gülümseme kalmıştı.

Bu romanın en güzel tarafı gerçek ile gerçek dışılığın birbirinin içine çok güzel yedirilmiş olması. Roman İstanbul'da geçiyor, bütün karekterler alışageldiğimiz işlerde çalışıyor; ama aynı zamanda hepsinin en az bir sıra dışı gücü var. Kendilerini "süper" olarak adlandırıyorlar, Asmalımescit'te kapısında bir 'Doğrucu' bulunuyor, "Gücünüz ne?" diye soruyor ve ona yalan söyleyemiyorsunuz. Eğer sıradan bir insan olarak yolunuz düştü ve Doğrucu bunu tespit ettiyse, yine kapıda duran "Ezberbozan" hafızanızdan bu bara ilişkin bütün bilgileri silip sizi geri yolluyor.

Başkahramanımız ile kendime ortak bir dağınıklık yanı bile bulup, inanılmaz bir yakınlık hissettim. "Dolap kapaklarının kapanması, giyisilerin katlanması, kirli bardakların mutfağa götürülmesi, okunan kitapların kapaklarının kapalı tutulması hiçbir zaman yaşam önceliğim olmamıştı. Zaman kaybı olarak bile algılamıyordum düzenli olmayı. Beynimin düzen isteyen bölümündeki kodlar hiç oturmamıştı. Küçükken oyuncaklarımı oynadığım yerde bırakırdım, okula gitmeye başlayınca ders kitaplarım evin her yerindeydi, kadınlığımı keşfedince makyaj malzemelerim ayna olan herhangi bir yerin yakınında olabilirdi, kendi evime taşındığımdan beri de tüm bunların hepsini ve daha fazlasını toplamama özgürlüğümü sonuna kadar kullanıyordum."

Uçabilenler, canının istediği kişiye dönüşebilenler, herhangi bir içeceğin tadını değiştirmeden alkol oranını arttırabilenler, gözlerinden kıvılcım çıkartıp sigara yakabilenler, insanların burçlarını geçici bir süreliğine değiştirebilenler... Kısaca "süper"ler... 

Süper olduğunu keşfeden biri derhal hayatını harika bir şekilde yaşamaya başlayıp, kahraman da olamıyor. Güçlerini tesadüfen keşfediyorlar ve o gücü kontrol altına almaya başarana kadar rezil anlar yaşayabiliyorlar. 

Ayrıca gündelik hayatlarında karşılaştıkları kişilerin süper olduğunu keşfedip şaşırabiliyorlar. Mesela başkahramanımız Nehir, okulda derslerine sürekli geç kalan bir öğrencisinin, ışınlanma yeteneğine sahip olduğunu öğrendiğinde, derslere geç gelmesini kabul edemez oluyor :)

Ve "süper"lerin güçlerini insanlardan saklamaları gerekiyor. Yakın arkadaş ve sevgililerine açıklamaları gerektiğinde ise, olabilecek en zor açıklamayla karşı karşıya kalıyorlar. "Sevgilim ben aslında süper kahramanım, tut şimdi belimden, New York'a gidelim." :))

Güç savaşları, aşk ilişkileri, süper yetenekler, gizemler ile dolu oldukça komik, bol süprizli ve çok keyifli bir roman bu. 

Kitabı okurken, akademisyen olan bir arkadaşımın kulaklarını çınlatıp, ona kitaptan bahsettim. "Türkçe mi, yazarı kim?" diye sorduğu zaman, bütün klişeleri kullanıp, klişe olmaktan o kadar uzak bir kitap yazmış kişinin bu topraklardan çıkmış olmasından gurur duyarak "Emrah Güler" cevabını verdim.

Tatile çıkarken çantanıza atılacak kitapların arasına ekleyin, derim.

(Sudan Gelen, Emrah Güler, İthaki Yayınları, 321 sayfa)

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım