24 Temmuz 2015

Life is what happens to you while you're busy making other plans.*

Valizimin fermuarını tam kapatacakken aklıma geliyor. Poşetin içinde duran ve buram buram "O" kokan Popeye baskılı tshirtu çıkartıyorum. Kokusunu içime çekiyorum, yüzüme bir gülümseme yayılıyor. Birlikte geçirdiğimiz her an, her mesajlaşma, her söylediği beni ne kadar mutlu etti bu adamın inanamıyorum.

Son iki haftada yaşadıklarımı ve hissettiklerimi düşününce, "Nasıl şanslı bir kadınım ben, ne kadar güzel bir hikayenin içinde buldum kendimi. Adam ne kadar güzel gülümsüyordu, sarılınca beni ne güzel kavrıyordu." diyorum.

O, San Fransisco'ya dönmeden önce onunla vedalaşmaya giderken biraz endişeliydim. Her şeyin kendiliğinden geliştiği ve harika aktığı o büyüyü bozacak şekilde duygusallaşmaktan veya vedalaştıktan sonra korkunç bir hüzünle dolmaktan korkuyordum. Öyle olmadı, tersine onunla yine harika vakit geçirdim, daha sonra birlikte yapacağımız bir sürü şeyi konuştuk, her şey yine çok doğal ve güzeldi. 

Kapıdan çıkmadan önce, ben boynumda onun Hawaii'deki iş görüşmesinden kalma çiçekli kolye ile antrede dans ederken, o, öğle molasını onun kollarında yemek yemeden geçirdiğim için bana buzdolabından yiyecek bir şeyler bulmaya çalışıyordu. Bilmiyordu ki, o an umurumda olan en son şey yemekti. 

Elime bir poşet içinde Popeye tshirtunu tutuşturduğunda, bana en güzel hediyeyi vermiş oldu. 

Çünkü o tshirt benim onun evinde kaldığım gecelerdeki geceliğimdi. Gecenin bir yarısı olmasını umursamadan, İstanbul'a ayak bastığım gibi, havalimanından onun evinin yolunu tuttuğum gece, yatağın kenarında oturmuş, heyecanla Londra'da yaşayan çok sevdiğim Martha ile mesajlaşırken, gelip kollarımdan tutarak üstüme bir tshirt geçirmişti. O an mesajlaşmaya daldığım için tshirta hiç dikkat etmemiş, yatmadan önce dişimi fırçalamak için tuvalete gittiğimde aynada Popeye'yi fark edip, sevinçle ne güzel t-shirt bu diye dönmüştüm yanına.

Ve o vedalaşma gününde, evine gittiğimde de üstünde bu tshirt ile karşılamıştı beni. Şimdi son defa o evden çıkarken bu tshirt da benimle geliyordu, buram buram onun kokusuyla...

Evden birlikte çıktık. Ben on adım uzaklıktaki ofisime dönerken, o arabasıyla yanımdan geçerken kormaya basıp el salladı. O sırada hüzünlenmediğimi, aksine çok keyifli hissettiğimi fark ettim. İçten içe yeniden onu göreceğimi biliyordum, ama bir daha hiç görüşmesek bile bana harika bir hikaye ve pek çok güzel anı bırakmıştı.

Bal gibi biliyordum ki bir arkadaşım bana bunları anlatsa, "Ay, ne saçmalıyorsun, ergen gibi! Bu kadar kısa zamanda bir adama böyle şeyler hissetmen mümkün değil." diye kızardım. Ama mümkünmüş. "Acaba adam İstanbul'da yaşasaydı da bu kadar güzel olur muydu; yoksa gidecek olması mı her şeyi hızlandırdı" diye düşündüm. Cevabını bulmam mümkün değildi.

O gün öğlen vedalaştıktan sonra, ertesi gün uçağına binene kadar defalarca vedalaştık. Her seferinde iyi yolculuklar diledik, yatak odasına göz kulak olmaya söz verdim, birbirimize öpücükler yolladık, sonra yine konuşmaya başladık, yine vedalaştık. Vedalaşıp vedalaşıp konuşmaya devam ettik. En son, artık uçağı kalkarken, birbirimize attığımız ilk mesajların ekran görüntüsünü yollayıp, "Kimin aklına gelirdi ki?" yazdığında gözlerimi kapattım, onunla geçirdiğim bütün zamanları düşündüm.


Yaptığımız seyahat kuralları listesini anımsadım: Az uyku. Bol yürüyüş. Güzel yemekler yemek, daha fazla lezzet tadabilmek için asla aynı yemekten sipariş etmemek ve fotoğraf çekmeden masadaki hiç bir şeyi yememek. Bir daha asla oraya gitmeyecekmiş gibi şehri tüketme amacıyla gezmek. Birisinin yapmak istediği şey diğerinin ilgisini çekmiyorsa, bağımsız takılıp buluşma noktasında buluşmak. Asla trip atmamak, surat asmamak.

Birbirimizden ayrı geçirdiğimiz birkaç gün birbirimize her yerden yolladığımız saçma videolar ile fotoğraflar ve saatlerce arsız mesajlaşmalarımız geldi aklıma. Güldüm. Biraz da özledim.

İzmir havalimanında İstanbul'a dönmek için uçağımı beklerken ve o bir önceki geceden bahsederken,  "Çok hayallerimdeydin. Benle gibiydin. Gözümü ne zaman kapatsam seninleymişim gibi hissettim. Bilinç altıma işlemişsin, ben de şaşırdım." yazdığında, o an ona sarılmak için, gecenin bir yarısı olmasını ve ertesi gün işe gideceğimi umursamadan onun kollarına koştuğumu hatırladım.

Sabah üstümü giyinip mutfağa girdiğimde, onun erken kalkma zorunluluğu olmamasına rağmen, bana ızgara tost yapışını gözünde canlandırdım. Peru kahvesinin eşlik ettiği sucuklu tost ne güzel bir kahvaltıydı. Altında trunk, omzunda mutfak havlusu, tost hazırlarken ne kadar da seksi görünüyordu. 

Her gece onun evinde kaldığım için, "Senin gerçekten bir evin var mı acaba? Ya şehir dışında, ya bendesin." takılmalarını kikirdeyerek andım.

Bana gelmesini planladığımız gün "Güzelim çok istesem de bu gün gelemeyeceğim." mesajına ne kadar üzülmüştüm. Hayal kırıklığı ile cevap yazmadığımda "Özür dilerim. Biraz kötü hissettirdim sanırım. Ama yapmam gereken şeyler var. Blöf yapmıyorum, laf gevezeliği için söylemiyorum. San Fransisco'ya gelirsen cidden çok sevinirim. Hatta gelirsen belki ikimizin de görmediği bir yere kaçarız. New Orleans mesela. Veya Hawaii. Hayal değil bunlar. Karşı plazadaki kızla bu kadar kısa sürede bu kadar güzel şeyler paylaşmaktan daha elle tutulur şeyler bunlar." diye gönlümü ne güzel almış ve seyahat hayalleri ile ne kadar mutlu uyumuştum.

Ertesi gün "Akşam seni yemeğe davet edebilir miyim?" diye mesaj atıp, sonra bir toplantısı olduğu için, işinin kaçta biteceğine ilişkin net bir şey söyleyemediğinde, "Sen buraya gel, buradan birlikte geçeriz yemeğe." diyerek beni çok absürd bir yere çağırdığında, içten içe ona kızgın bir şekilde oraya gittiğimi, ancak onu gördüğüm an dünyanın en mutlu kadınına dönüştüğümü hatırladım gülerek. Toplantısını yaparken, şık gömleği, biçimli taranmış saçları, harika gülümsemesi ile ne kadar yakışıklı görünüyordu. Masanın altından dizlerini bana değdirdiği an, nasıl da mutlu olmuştum.

Birlikte İskele Restorant'ta yediğimiz akşam yemeğini canlandırıdım gözümde. Leziz lakerdaların, ahtapotların, tokuşan rakı kadehlerinin ve harika bir İstanbul manzarasının eşliğinde ne güzel sohbet etmiştik. Rakıya çok da bayılmayan ben, hayatımda ilk defa üç kadeh rakıyı keyifle yuvarlamıştım, her şey rakıya o kadar yakışıyordu ki. Daha fazlasını bile içebilirdim. Tuvalete gitmek için kalktığımda, onun "Gel buraya." diyip dudaklarımdan öpüşü ne kadar tatlıydı. Sonra yemekler bittiğinde, beni karşısından yanındaki sandalyeye oturtması ve sarılması, ah!

Sabah onu son görüşüm olma ihtimali olduğu için bir türlü yanından ayrılamamamı hatırladım. Kalkmış, giyinmiş, evden bir türlü çıkamamış, yatağa geri dönüp, yine onun kollarının arasına kıvrılmıştım. Ofise geç kalmıştım; ama keşke daha da çok geç kalsaydım. Ofise gittiğimde, çalışmaya başladığımda, MOC'ta kahvaltı ederken mesaj atmıştı. "Halbuki bu gün hastayım diyebilirdin. Sana buradan taze kahve getirirdim. Sonrasında bütün gün yatakta takılırdık, sushi siparişi verirdik, aptal aptal romantik komedi filmleri izleyip, dalga geçip gülüp eğlenebileceğimiz bir gün olabilirdi." diye. Şimdi biraz pişmandım yapmadığıma!

Daha sonra, o sabahı ima ederek, "Bugüne kadar kızlara yaptıklarımı sen bana yapıyorsun. Sabah bir uyandım, kadın gitmiş, yatakta ve evde tek başımayım." diye takılması geldi aklıma, güldüm. Kendisi San Fransisco'ya dönmüyormuş gibi "Beni bırakıp Çeşme'ye gidiyorsun." demelerini hatırladım, yüzümde gülümseme "tatlı bok" diye mırıldanırken yakaladım kendimi.

Onu özleyeceğimi söylediğimde, o gittikten sonra her gün onun yatak odasının camına karşı sabah kahvemi içecek olmanın ne kadar koyacağını itiraf ettiğimde, "Ben de seni özleyeceğim yavrusu. Seninle biraz daha tanımayı, senle daha bol gülmeyi, eğlenmeyi isterdim. Bunlar gönlümden geçenler, ama yazdıklarımı okuyunca veda mesajı gibi oldu. Hoşuma girmedi. Sadece sana kısa bir süre olsa da dokunmuş olmaktan çok memnunum ve sanki seni daha çok göreceğim gibime geliyor." demişti.


Ona son defa sarılfıktan sonra, ofiste "Sana şans getirecek. Taktıkça beni de hatırla" dediği Hawaii çiçekleri ile otururken, birlikte geçirdiğimiz günlerin özeti olarak yolladığı söz kulaklarımda çınlıyordu:  "Life is what happens to you while you're busy making other plans."

Beni bu kadar mutlu eden adam, benden 11.000 kilometre uzaktaki hayatına doğru yoldayken, ben de Çeşme'ye gidiyorum. Aklımda bu harika hikaye, Popeye çantamda...  Havalimanında birisi "Fizan'a da giderim." dediğinde içimden  "Yahu, San Fransisco, Fizan'dan daha uzak." diye düşündüğünü yakaladım. Güldüm. Üzüldüm. Karıştım. Sahi, her şey gerçek olamayacak kadar güzel değil miydi?

Ve o bana attığı son mesajla, bir kere daha başımı döndürdü: "Kısa da olsa her şeyiyle çok güzeldi. Çok küçük bir porsiyonda servis edilen çok lezzetli bir yemek gibiydi, tadı hala damağımda kalan..."

Hayatın sürprizlerini kabul ederek kalın!

6 yorum:

Adsız dedi ki...

üzer bu adam seni:(

esin

pelin dedi ki...

mutlusun! şahane!! :)

Adsız dedi ki...

biten bi ilişkinin ardından,mutsuz değilsin,depresyonda hiç değilsin,çok aşıksın bu mesajları aldık hepimiz...ama ilişkini ,mesajlaşmalarını bile bu kadar paylaşıyor olman çok da hoşuma gitmedi benim.

Adsız dedi ki...

Ahh sezen yaaaa.Son dört gündür yaşadıklarımı,duygularımı burda okumak soğuk duş etkisi yarattı.Ben bu kadar güzel yazıya dökemezdim. "Kısa da olsa her şeyiyle çok güzeldi. Çok küçük bir porsiyonda servis edilen çok lezzetli bir yemek gibiydi, tadı hala damağımda kalan..." en iyi özet bu cümle. Senin kadar uzağa olmasa da istanbula gönderip antalya da bi başıma kaldım. Ondan önce nasıl zaman geçirdiğimi hatırlamıyorum,sen de öyle misin? Amam inan seninkinden daha imkansız bir hikayenin içine düştüm.Kafamı oyalamam lazım bi fikrin var mı? ya da biraz konuşsak mı?
muge.yorukoglu@yahoo.com.tr

Adsız dedi ki...

yazdıklarınız beni 10 sene öncesine götürdü, çok güzel geçen iki senenin ardından evlendik. şimdi sizi okuyunca tekrar o heyacanları yaşamak, o kalp çarpıntılarını hissetmek istedim.10 senede herşeyi tükettik ne yazik ki,farklı olacak hep aşık kalacaktık oysaki. Hemde o kadar saçma şeyler , gereksiz gururlar yüzünden. Ama herşeye rağmen o aşka düşmüş olmaktan, o anları yaşamış olmaktan pişman değilim. Asıl soru bundan sonra ne yapmalıyım,artık oğlumda var. Dışardan mükemmel aile, herkes gibi. Ama tekrar kalp çarpıntıları, sevilmek, güzel sözler duymak isteği, değer mi??!! Diğeceğim o ki,film gibi sonu ne olursa olsun yaşayın keyfini çıkarın:)

Tad Magazin dedi ki...

Haaarika bir hikaye! Resmen kendimi gördüm, aşkımla ilk günlerimizi tekrar yaşadım. Ben de istanbulda hiç beklemediğim bir anda aynen böyle aşık oldum hemde ilk görüşte türk sanıp aşık olduğum sonradan alman çıkan bir adama! 4 senelik bir ilişkiden sonra tam ''Artık erkek arkadaş istemiyorum, özgür olmak, gezmek, tozmak istiyorum!'' dediğim bir anda. Sonra onu gördüm, çok çok çok mutlu oldum, ne olacaksa olsun dedim, bıraktım kendimi aşka.. Şimdi berlindeyim, 5 senelik birlikteliğimiz, iki senelik bir evliliğimiz var. Şakır şakır almanca konuşuyorum ve işim gücüm herşeyim yerinde. Uzun lafın kısası Sezencim, hiç birşey imkansız değil, sen yeterki iste! Hayat düşünmek için çok kısa, bazende düşünmeden yaşa, bırak kendini aşka...

Pinterest'im

Instagram'ım