01 Temmuz 2015

Tel Aviv 1: Dizengoff Sea Residence, La La Land Beach Club, Old Train Station, Vicky Cristina

Karşımda askeri üniforması ile üç tane gencecik çocuk oturuyor, çapraz olarak astıkları kocaman tüfekleri ile... Sağıma soluma bakıyorum, her yerde askeri üniformalılar var. Önce biraz geriliyorum, çünkü gündelik hayatın içinde bu kadar asker ve bu kadar çok tüfek görmeye alışkın değilim. Derken dondurma yemeğe başlıyorlar büyük bir iştahla, kendi aralarında anlamadığım dillerinde şakalaşıyorlar, gülüşüyorlar. 

Sonradan öğreniyorum, İsrail'de 18 yaşını doldurmuş kadın ve erkekler için askerliğin zorunlu olduğunu. Erkeklerin üç yıl, kadınların iki yıl askerlik yaptığını... O yüzden şehirde her an herhangi bir yerde askerle karşılaşmanın normal olduğunu...


Tel Aviv'de havalimanından şehre ulaşmak için en pratik yöntem trene binmek. Oldukça sık tren var ve tek yön bilet 16 Şekel. Trenler gıcır gıcır ve tertemiz. Hem ücretsiz internet, hem de klima var. İlk defa geliyorsanız, sizi gerebilecek tek şey bahsettiğim gibi her yerin asker dolu olması. 


Tren istasyonuna vardıktan sonra, bir taksiye biniyoruz ve 50 şekel ödeyerek Dizengoff'ta bulunan otelimiz Dizengoff Sea Residence'e gidiyoruz. Çok uzun zamandır seyahatlerimde hep Airbnb'den ev kiralıyordum; ancak Tel Aviv'deki evlerin çoğu oldukça eskiydi ve nedense -soyadıma karşı bir önyargı da olabilir- kalmak isteyebileceğim az sayıdaki evin sahibi de bana uygun olmadıklarını söyledi. Bu nedenle Tel Aviv'de son dakikada, vize randevuma gitmeden önce hemen bir otel rezervasyonu yapmam gerekmişti ve tesadüfen oldukça da isabetli bir tercih olmuş. 

Dizengoff Sea Residence'in minicik odaları var, öyle şaşalı bir lüks de sunmuyor; ama oldukça sempatik, temiz ve en önemlisi de lokasyonu harika. 

Bulunduğu sokakta onlarca bar, cafe ve restoran var, sahile yürümek on dakika sürüyor ve hemen yanında bir market mevcut. Tel Aviv'de konaklayacak bir yer ararsanız, aklınızda bulunsun. 


Check-in saatinden önce gelmiş olmamıza rağmen, hiç sorun çıkarmıyorlar, hemen odamızın anahtarlarını teslim ediyorlar. Valizlerimizi odaya bırakıyoruz, hemen mayolarımızı giyip plaj çantalarımızı yapıyoruz. İstikametimiz şüphesiz deniz. Denize girmeyi o kadar özlemiş haldeyiz ki...

Sokağa çıktığımız anda sıcak içimize işliyor. Tel Aviv'de hava gerçekten sıcak. Nem olmadığı için bizim bildiğimizden farklı bir sıcak, kütür kütür yakıyor. Ama sıcağa rağmen bu şehirde huysuz olma ihtimaliniz yok; çünkü şehrin genel ruh hali oldukça mutlu.

Kimse acele etmiyor, kimse suratsız değil, kimse yürürken size çarpmıyor, kimse dilenmiyor. İnsanlar sokakta gölge kısımlarda konser izliyor, juice içiyor, plaja gidiyor, plajdan geliyor... Ve bu ruh hali anında sizi de içine alıveriyor. İçinde yüzülebilen bir deniz olan şehirlerin ortak yanı herhalde bu ruh hali diye düşünüyorum. 


Sonunda deniz kıyısına ulaştığımızda, bembeyaz kumlar ile palmiyeler aklımızı başımızdan alıyor. Sahil o kadar güzel görünüyor ki, deniz kıyısına inmeden önce bu görüntünün tadını çıkarmak için, güzel esen bir yerde oturup birer bira siparişi verip denizi izliyoruz.



Tel Aviv'de upuzun bir sahil hattı var, tamamı bembeyaz bir kum ile kaplı. Dilerseniz havlunuzu serip hiçbir ücret ödemeden burada yayılabileceğiniz gibi, dilerseniz şezlong ücreti ödeyerek şezlong ve şemsiye ile daha konforlu bir deniz keyfi yapabiliyorsunuz. Kumlu kısmın hemen arka sırası büyük otellerle dizi dizi ve altları  restoran veya kafelerle dolu.



Bizim bu sahildeki favori mekanımız Sheroton Otel'in hemen önündeki LaLa Land  oldu. Her gün gidip orada güneşlendik ve denize girdik.

İki şezlong için 30 Şekel ödüyorsunuz, menüsünde de humustan soğuk kahveye, somondan köpüklü şaraba her şey var.



Bir tane teyze ortalıkta gezinip masaj yapmayı öneriyor, pazarlık yaparak 50 şikele kendinize bir kıyak yapmanız mümkün. Ben tabii ki masaja karşı koyamadım ve Tel Aviv'deki ilk saatimde, bikinim ile LaLa Land'de bir şezlonga uzanmış, masaj ile kendimden geçiyordum. Ve gerçekten o an çok ama çok mutluydum.

Güneşlenip kitabımı okurken, krema kıvamında gerçekten çok lezzetli bir humus ve bira yuvarlamaya da kelimenin tam manasıyla bayıldım! 


Deniz tertemiz ve ısısı harika; ne yüzülmeyecek kadar soğuk, ne de sıcak. Gelgelelim yüzmelik bir deniz değil, girip serinleyip çıkmalık. Çünkü öyle açılmaya filan kalkarsanız direk sahil güvenlik size seslenmeye başlıyor ve aynen geri çağırıyor. 

Koca bir günü burada güneşlenerek, yiyip içerek, sıcaklayınca denize girerek ve insanları izleyerek geçirebilirsiniz. Tel Aviv'de gelip geçeni seyretmek oldukça keyifli bir etkinlik; çünkü erkekler çok yakışıklı, kadınlar çok tarz. 




Deniz sezonu açılışını bu sene Tel Aviv'de yapmış olmamıza gülerek, otele geri dönüyoruz, duş alıyoruz, giyiniyoruz ve otelden çıkıyoruz. İstikametimiz sevgili Serru'nun bizim favorilerimizden dediği Vicky Cristina



Bütün gün yattığımız yerden biraları yuvarladığımız için, yürüyerek gitmeye karar veriyoruz. Yaklaşık bir saat içinde şehri boydan boya yürüyoruz. Her sokakta çok keyifli barlar dikkatimizi çekiyor ve hepsi dolu. O kadar güzel bir genç nüfus var ki şehirde!

Dikkatimizi çeken bir diğer şey de ulaşım için en popüler aracın elektrikli bisikletler olması. 

Bu gözlemleri yaparak bir saatlik yürüyüşümüzün sonunda Old Train Station'a varıyoruz. Ve buraya bayılıyorum!


Eski Yafa bölgesi civarlarındaki bu tren istasyonu, 1892 yılında açılmış. O tarihten 1998 yılında kapanana kadar Yafa - Kudüs tren hattının bir parçası olmuş. Daha sonra uzun bir süre mezbelelik olarak kaldıktan sonra, harika bir şey yapmışlar ve bu tren istasyonunu modern bir yeme-içme-eğlenme kompleksine çevirmişler.

Yıkıp kocaman binalar dikmemişler, tren rayları ve vagonlar duruyor; ama tamamen yenilenmiş ve her bina ayrı birer mekan olmuş. Keyfiniz nasıl bir şey yapmak istiyorsa, burada bulabilirsiniz. DJ eşliğinde kokteyl yudumlayabilirsiniz, açık havadaki banklarda oturup laflayabilirsiniz, Dünya mutfağından çeşitli örnekler sunan restoranlardan birinde karnınızı doyurabilirsiniz. 

Ve ah, bu benim tam olarak Haydarpaşa Tren İstasyonu'na ilişkin hayalini kurduğum şey!


Biz Vicky Cristina'ya oturduk ve tam bir İspanya havası yaşadık. Kadehle servis edilen sangria harikaydı. Tapaslar'ın bir kısmı bana umduğumu vermediyse bile, karidesli olan inanılmaz lezzetliydi, favorimiz o oldu.




Gecenin ilerleyen saatlerinde garsonun gelip önümüze boş shot bardaklarını koyup, ikram olarak ne içmek istediğimizi sorması, Tel Aviv'de ilk gecemiz olduğunu öğrenince onların geleneksel içkisi Arak doldurarak, bizimle birlikte içmesi ve şerefe anlamına gelen "Şabat salom"u öğretmesi çok tatlıydı.

Siz mesajı almışsınızdır; ama ben bir kere daha vurgulamış olayım, Tel Aviv'e giderseniz Old Train Station'ı uzak diye sakın atlamaya kalkmayın!

Keşifle kalın!


Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım