24 Kasım 2015

I write because I don't know what I think until I read what I say.

1. gün: 

Sabah gözlerimi açıp saate baktığımda iki seçeneğim olduğunu fark ediyorum: Ofise yarım saat geç kalmak veya bok gibi görünmek.

Birkaç saat sonra Çağlayan Adliyesi'ndeki duruşmamdan çıkmış, Bakırköy'dekine giderken ve açlıktan ölmemek için Starbucks'tan alıverdiğim meyveli parfemi kaşıklarken, üstümde son zamanlarda en severek aldığım beyaz bluz var, saçlarım biçimli, ojelerim parlak, kucağımda iki aylık maaşım ederinde çantam var. Görüntümden mutluyum. Telefonumu çıkarıp takvimi açıyorum ve sayıyorum.

Tastamam 45 gün var.
Yeni yılın başlamasına...
Ama bu sefer "yeni yıl" sembolik bir günden, atılan tarihteki son rakamın değişmesinden ibaret değil benim açımdan. Alışageldiğim düzenimin bozulacağı gün...

Yeni yıla uyanacağım ve artık gitmek zorunda olduğum bir işim olmayacak.
Hayır, malesef henüz piyangoyu kazanamadım. Çalıştığım ofis kapanıyor.
Ve bu 45 gün içinde hem ofisteki işleri olabilecek en iyi şekilde toparlamalı ve tamamlamalıyım, hem de hayatımı jilet gibi hizaya sokmalıyım.

Bir yapılacaklar listesi hazırlamak için defterime uzanıyorum ve o saniyede parfemden bir çilek pıt diye beyaz bluzumun üstüne düşüyor. Tam önümde parlak kırmızı bir leke oluşuyor. Lekeyi silmek için ıslak mendile uzanırken, yanımda oturan ve dakikalardır her şeyimi ayrı ayrı süzen kadının yüzündeki gülümsemeyi yakalıyorum.

Yine iki seçeneğim var: Kalan parfeyi "yanlışlıkla" onun üstüne dökmek veya bu lekeyi, hiçbir şeyi kusursuz yapamayacağıma bir işaret olarak kabul etmek. Arkama yaslanıyorum, gülümsüyorum ve ikincisini seçiyorum.



2. gün:

Çok sevdiğim bir arkadaşımla St. Regis Brasserie'de oturmuş, Hendrick'sleri deviriyoruz. En son buluştuğumuzda yazın ortasındaydık. Aradan geçen zamanda, o gece gündem maddelerimizi oluşturan, haklarında saatlerce konuştuğumuz kişi ve olaylar artık oldukça önemsiz hale gelmiş. Yepyeni heyecanlar ve hayaller peşindeyiz. Birbirimize havadisleri verip, en komik, en vurucu detayları aktarıyoruz.

Hayatına giren, oldukça spiritüel kadından kaptıkları ve onun yönlendirmesiyle okumaya başladığı kitapların etkisi her cümlesinde kendini gösteriyor. "Enerji" oldukça sık kullandığı bir kelime olmuş ve anlattıkları oldukça enteresan.

Onun olaylara bakışını ve yaklaşımını çok severim; çünkü o "toplumsal kuralları" nefis biçimde siktir etmiş bir adamdır. Bugüne kadar defalarca, etrafımdaki pek çok insanın "Saçmalıyorsun." dediği konularda, beni cesaretlendirmiş ve kalbimin sesini dinlemem konusunda teşvik etmiş, bazen de gözümü açarak durdurmuştur beni. Hayatıma dair bazı açmazlarımı ve endişelerimi paylaşıyorum onunla.

"Hazır olduğunda bulacak Sezen bunlar seni. Zaten hazır olmadan karşına çıkarsa, harcarsın fırsatları, yazık olur. Sen kendi hayatını ve zihnini istediklerine hazır hale getir önce." diyor.

Eve yürürken düşünüyorum, son zamanlarda duyduğum en mantıklı tavsiye bu ve gerçekten de hayalini kurduğum bazı şeylere aslında çok hazır olduğum da söylenemez. En azından değişime nereden başlayacağımı biliyorum artık.




6. gün: 


Uzun zamandır ihmal ettiğim bloga bir yazı eklemiş olmaktan mutlu biçimde, mutfağımdaki bar masamda oturuyorum. Ojelerimin kurumasını beklerken, sevgili yogitamın Dallmayr'dan getirdiği leziz kahvemi yudumluyorum.


Aradan geçen günlerde, hayatımda pek bir değişiklik yaptığım söylenemez. Ama sevdiğim insanlarla görüştüm, hayatımdaki yaklaşan değişikliği onlarla paylaştım, birlikte vakitsizlikten ertelediğimiz bazı şeyleri hayata geçirme planları yaptık, çok eğlenceli geceler geçirdik. Gerçekten uzun zamandır bu kadar ardı ardına günlerde sabahlara kadar dans etmemiştim. Bacaklarım ve popom ağrıyacak kadar dans etmiş olmaktan mutluyum.

Bu blog vesilesiyle tanıdığım harika insanlardan biri olan Handan yazıyor: "Sen bu blog işinden de sıkıldın. Son iki yazı kuru kuru. İşten çıkınca git Hindistan gez sen, kafanı dinle, Doğu'da yavaşla. Aşık olmayı bekle. Handan kanepeden hissetti ve bildirdi."

Handan'ın sezgileri beni bazen korkutacak kadar çok şaşırtıyor. Çünkü yazılarımdaki benden başka kimsenin anlayamayacağı dip notları anlıyor, bazen hiç beklemediğim anda benim ne hissettiğimi bulup bana söyleyiveriyor. "Uzun zamandır aslında İstanbul'da aynı şeyleri yapıyorsun. Doydun, onu fark etmiyorsun. Başka, daha tatmin edici bir şeyler bulman gerek. İçinden başka bir Sezen çıkacak, onun sancıları bunlar." diyor. Uyu biraz, iyi beslen, iyi gelir diye tavsiye ediyor. 

Gerçekten artık bir yerden başlamam gerektiğini düşünüyorum. Daha önce başlamaya karar verip, yarım bıraktığım #dahaiyiben projesine geri dönmeye ve bu sefer daha planlı ve azimli olmaya karar veriyorum ve bu süreçte yapmak istediklerimi sıralıyorum:

Evdeki fazla eşyalardan, kıyafetlerden ve kağıt yığınlarından arınmak.
Uyuma ve uyanma saatlerimi düzene sokmak.
Gelecek seyahatlerimi organize etmek.
Kendime biraz bakım uygulamak.
Sağlıklı beslenmek.
CV'mi düzenlemek, nasıl bir iş istediğimi ve nerelere başvuracağımı belirlemek.
Kredi kartı borçlarımı kapatmak.
Fotoğraflarımı arşivlemek.
İlham verici kitaplar okumak.



8. gün: 

Gözlerimi açıyorum. Koyu renk perdelerden çok az güneş ışığı sızıyor; ama havanın aydınlanmış olduğu kesin. O'nun uyumaya karar verdiğimizde açtığı sekiz saatlik uyku müziği sona ermiş olduğuna göre, sekiz saatten uzun bir süredir uyuyoruz. Teni tenimde, kollarımız bacaklarımız birbirine karışmış. Mayışık mayışık gözlerimizi açıp, telefona uzanıp saate bakıyoruz. Daha 8:30... Sabah 7'de ormana yürüyüşe gitmeyi planladığımız göz önünde bulundurulursa, geç kaldık. Diğer yandan, işe koyulmak için daha epey zamanımız var. 

O kadar uzun zamandır, o kadar fazla sorumluluk alarak ve uzun mesai saatleriyle aralıksız biçimde çalışıyormuşum ki, her gün bir iki saat fazladan boş zamanın bünyeme yaydığı mutluluğa inanamıyorum. 

Ne zamandır böyle sarılıp yatmaya fırsatımız olmamıştı, haftanın ortasında tam pazar gününe yakışır bir yatak keyfi yapıyoruz. İş arama iznimi daha verimli kullanacağım bir yöntem olamaz. 




Gün boyu keyfimden geçilmiyor, bir sürü işi temizliyorum, ofiste yapmam gerekenleri planlıyorum, sonrası için yapabileceğim harika şeyler geliyor aklıma... Akşam eve yürürken, telefonum çalıyor, harika bir iş görüşmesine çağrılıyorum. "Nerede hareket, orada bereket." diye düşünüyorum.

Eve geldiğimde kapının önünde, bir kuş tüyü buluyorum. Bembeyaz, lekesiz ve kusursuz. İşaretlere inanırım. Üstümdekileri çıkarıp, sıcacık suyun altına kendimi bırakıyorum. Acelem olmadan her bir su damlasını tenimde hissederken, güzel şeyler olacağına inanıyorum, güzel şeylerin beni bulacağına inanıyorum. Bu güzel ruh halimi gerçekten panik veya acele ile bozmaya hiç niyetim yok. Arka fonda Athena'yı duyuyorum: "Hayat benim, her anını yaşadıkça sevesim var."

1 yorum:

Adsız dedi ki...

kendini her yere beraber götürür insan. sen aynı sensin. hindistan'a gidip arınmakta bir şey yok, gider, dinlenir, dönersin. maharet st. regis'te içkileri yudumlarken arınabilmekte. aynı senaryo, aynı cast seni dünyanın neresinde olursan ol başka senaryolar ve insanlar aracılıgıyla bulur.
bunu 30'dan sonra akışa uymanın kıymetini anlayan biri olarak yazıyorum.
sevgiler,
sıla

Pinterest'im

Instagram'ım