06 Kasım 2015

Bir çay daha ısmarlıyorum. Saatime bakıyorum. Zamanım az. Bununla birlikte onu savurganca harcıyorum.*

Mevsim geçişi midir, hormonlar mıdır, ülkede umutsuzluğa kapılmamıza neden olaylar mıdır, gezegenlerin astrolojik etkileri midir, umursamadığımı sanıp üstünde durmadığım minik şeylerin topluca omuzuma yüklenmesi midir, yakın gelecekte alışageldiğim düzenimde bir takım değişiklikler olacak olmasının yarattığı belirsizlik midir nedir gerçekten bilmiyorum. 

Belki hepsinin bir araya gelmesidir kimbilir...

Sebebini bilmesem de sonucunu biliyorum: O minik şeylerden zevk alma ve anları yakalama yeteneğimi, kendi kendimle dalga geçme özgüvenimi, bitmeyen yaşam coşkumu kaybediverdim.





Yatağa yatmasıyla uyuması arasındaki süre hiçbir zaman bir dakikayı geçmeyen ben, geceleri yatakta dönüp duran huzursuz bir kadına dönüştüm. Aynada gördüğüm kadın karşısında her gün "Amanın böyle trip atan, homurdanan, daha az coşkulu ve enerjili bir kadın mı olacağım bundan sonra?" diye panik ataklar geçirdim.


Kendimin bu halinden nefret ettim, eleştirdiğim tavırlar sergiledim ve bunun sebebini ararken, etrafımdaki sevdiğim pek çok insana fevri çıkışlar yaptım, karıştım, dalgalandım, duruldum, tekrar dalgalandım.




İçimden üstüme çirkin kıyafetler geçirip kendimi eve kapatmak geldi; ama yapmam gereken şeyler olduğundan ve o ruh halini kendime yakıştıramadığımdan hiçbir şey olmamış gibi gezmeye, seyahat etmeye, dışarı çıkmaya, çalışmaya devam ettim.


Harika anlar yaşadım;  ama o "bir şey" eksikti, kaybolmuştu. Bir sürü şey keşfetmeme, okumama, seyahate çıkmama rağmen hiç yazamadım. Yıllardır ilk defa içimden bu blogun başına oturmak gelmedi. Üstelik bu blog bana yıllardır, aksine olağanüstü bir yaşama motivasyonu sağlıyordu.

Zaman ısrafı olarak gördüğüm şeyler yaptım; yatağa daha erken girdim, hiç bir şey yapmadan müzik dinleyip tavanı izledim, yarısından çoğu reklam kadın dergileri karıştırdım, çok da önemli olmayan şeyler hakkında saatlerce düşündüm. Aslında iyi geldi, belki çok yorulmuşum da farkında değilmişim.





Sonra bir gün adliyede duruşma beklerken,  işimi aslında içten içe ne kadar sevdiğimi fark ettim. O anda fark ettiğim ikinci şey de kahvaltı etmediğim için midemin kazındığı oldu. Kendimi adliyenin arkasındaki Starbucksa attım, kahvemi içerken gözüme vuran güneşi sevdim, ayaklarıma sürtünen harika tüylü sokak köpeğini okşadım. Kalktığımda o his geri gelmişti.





Akşam, son dönemdeki fevri çıkışlarımdan ve triplerimden nasibine düşeni bolca alan O'nunla telefonda konuşurken, "Dün çok pis göt ettin beni" diyip kendi halime dalga geçip kahkahalar atarken emin oldum, bitmişti o buhran dönemim. O bile "Bir insan nasıl bu kadar hızlı değişebilir inanamıyorum. Dünkü halinle alakan yok. Kafan mı güzel?" diye takıldı. Yine güldüm. Yok dedim. Aslında güzeldi,ama alkolden değil, kendimden.




Belki de mutlu veya mutsuz olmuyoruz. Yalnızca bazen, önceden gülüp geçtiğimiz şeyler, bize bazen batmaya başlıyor, idare edemez hale geliyoruz.


İçimizden gelmediğinde, idare edemediğimizde çekilebilmemiz lazım belki de, "bana müsade" diyebilmemiz;

Depresifleşmeden, hayattan vazgeçmeden, yalnızca kendimizdeki değişikliği gözlemleyebileceğimiz biçimde kendi kabuğumuza çekilmemiz;

Sırf öyle denk geldiği için yapmaya devam etmek yerine, bir durmamız, ölçüp biçmemiz, hayatımızdaki her şeyi gözden geçirmemiz, gerçekten istediklerimizi, tastamam içimize sinmese de stratejik biçimde veya sadece içmizden gelen ses öyle dediği için hayatımızda kalması gerekenleri ve tamamen çıkması gerekenleri ayrıştırmamız, bilinçli biçimde devam etmemiz lazım. 


Yani belki de içimize sine sine yaşamaya devam edebilmek için, arada bir durup hayatımıza geriden bakıp bir ölçüp biçmemiz; iç dünyamız isyan ettiğinde bir mola vermemiz lazım bazen.



Sonuçta her şeye rağmen harika mekanlar, harika insanlar, yapılacak harika şeyler var bu şehirde. Sevecek, heyecanlanacak ve motive edecek çok sebep, hayalini kurmaya değer çok şey...

O yüzden ne olursa olsun, güzel hisleri kovalamaktan vazgeçmeden kalın! Bir kere daha çok net biçimde anladım ki, aslında somut olup bitenler değil, onları nasıl algılayacak ruh halinde olduğumuz bütün mesele. İnsanın ruh hali güzelse, o adam varmış yokmuş, o insan bunu demiş, şu kadar parası kalmış, bu kadar kilo almış, iş stresliymiş değilmiş vız geliyor trıs gidiyor. Ruh hali kötüyse de tam tersine pireler deve oluyor.

Ben bu haftasonu bir İsviçre'ye kadar gidip geliyorum. Dağlarda saçlarımı iki yandan örüp Heidi olacağım. Takip etmek isterseniz instagrama buyrun. Sonra onlarca yazıyla burayı bombalayacağımdan şüpheniz olmasın!

İç dünyanızı besleyerek, neşeyle kalın. Sevgiler...


Dip Not: Başlıktaki söz Anais Nin'dendir. 

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Bazen oluyor. Muhtemelen girdiğin bir değişimi algılıyor ve tepki gösteriyor beynin, bedenin. Önemli olan, bu duygunun geçeceği umudunu yitirmemek. Bir de çok coşkulu ya da çok derin, duyguları çok uçlarda yaşayan birileri değil de, daha dengeli ve sürekli iyi kalabilmeyi başarabilen insanların yanında olmak daha iyi geliyor bu dönemlerde bana.

Pinterest'im

Instagram'ım