29 Ağustos 2009

Leb-i Derya'da Türk kahvesi keyfi


Bir koca günü Yunanistan ile SU ekibini özleyerek ve uyumaktan başka hiçbir şey yapmadan geçirdim. Fotoğraflara tekrar tekrar baktım. Facebook üzerinden hepbirlikte fotoğraf ve özlem paylaşımı yaptık. Herkes birbirini kendi ülkesine çağırdı. 20 günde o kadar alışmışım ki birilerinin benim yerime her şeyi planlamasına... Normalde plan makinesi olan ben, şimdi benim yerime yapılmış bir plan olmadıkça iki seksen yatıyorum!!

Bugün bu mood'dan acilen çıkıp, İstanbul'daki yeni sezonu başlatmaya karar verdim. Yepyeni bir sezon: Eylül 2009- Mart 2010!! Bu süre içinde TOEFL'dan şükela bir puan almam, üniversiteden mezun olmam ve direksiyon dersleri almam lazım! Bunların dışında hazır boşça vaktim varken yapmak istediğim daha bir sürü şey var. Yapılacak bir sürü şeyin olması, tembel popomu hareketlendiriverdi.

Saatlerce süren bir banyo ve keselenme ile "Gidiyorum kokun hala üzerimde" tribinden çıkıverdim. Bir mini etek, bir beyaz gömlek, Atina'daki çılgın indirimden kapılmış topuklu espadrilleri ayağıma geçirip, İstanbul'a seyahate gelmiş olan İspanyol arkadaşımı aradım. Normalde bende kalmasını teklif etmem, çocuğun turistik gezilerine eşlik etmem gerekirdi. Yapmadım. En azından güzel bir mekan göstererek İstanbulluluğun gereklerini yerine getirmeliydim.

İstikametimiz Leb-i Derya oldu. Richmond Otel'in terasında da bir Leb-i Derya var; ama benim favorim hala ve hala Richmond Oteli geçtikten sonraki ilk soldan aşağı inen yokuşun üzerindeki ilk Leb-i Derya. Sokak çirkin ve pis bir sokak. Misafiri o sokağa soktuğum anda kendini kötü bir yere gitmeye psikolojik olarak hazırlıyor. Sonra manzara ile burun buruna gelince yüzündeki o ifadeyi o şoku izlemeye bayılıyorum!! =)

Leb-i Derya'da daha önce Türk kahvesi içmemiştim. Kahlualı kahvesinin ve Tiramisu Martini'sinin sıkı hayranıyım. Bu sefer İspanyol arkadaşım Türk kahvesi tatsın diye seçimimi ondan yana yaptım. Servise bayıldım; tepside su ve nane likörü ile birlikte geldi.

Şansımıza yanımızda iki tane dünya tatlısı kız oturuyordu. Ben Luis'e kahve falı geleneğimizi anlatmaya çalışırken ve o bana "kaçık" muamelesi yaparken, kızlardan biri Luis'in falına bakmaya başladı ve Luis'in ağzını bir karış açık bıraktı!! =)


Arada ben de kaynadım, ben de fallandım. Nefis manzara, lezzetli Türk kahvesi, fal, türkçe dedikodu yapmak derken; içimdeki geri dönmüş olmaya dair burukluk yok olup gitti. İstanbul'u ne kadar sevdiğimi bir kere daha fark ettim. O sırada bir de maille müjde aldım mı!! Salı gününden itibaren yeniden bir köşem oluyor. Buraya bir tık yaparak ipucuna ulaşabilirsiniz. =))

Hala valizlerimi boşaltmadım, hala Yunanistan gezim hakkında yazacağım onlarca post var; ama üzerimdeki o geri dönüş burukluğunu, keşke orda kalsaydım ruh halini atıverdim. İstanbul'da da çok keyifli günler olacak biliyorum.





Share/Save/Bookmark

28 Ağustos 2009

Selanik'ten minik minik detaylar

Selanik'e şehir olarak bayıldım. İzmir'in kordonu, Nişantaşı'nın cafe'leri, Suadiye'nin caddeleri alınmış karıştırılmış bir de buna yemyeşil parklar eklenmiş işte size Selanik!

Park kültürü bizde olmayan bir şey. Bizde park denildiğinde akla kaydırak salıncak konulmuş, bir sürü çocuğun avazı çıktığı kadar bağırıp koşturduğu minik alanlar gelir. Elbette var 3-5 tane büyük harika parkımız; ama onlardan da sadece o çevrede oturan azınlık faydalanabiliyor. Diğer parklar da tinerci ve serseri yuvası olduğu için onlardan uzak durmak gerekiyor. Selanik'te şehrin göbeğinde oturup kitap okuyabileceğiniz, arkadaşınızı bekleyebileceğiniz minik minik parklar var.

Evlerin tamamı balkonlu ve balkonların çoğu da çiçekli. Benim gibi balkon fetişi olan insanlar için çok önemli bir detay bu!

Her yerde tarihi bir detay var. Özellikle aramadan, sadece şehrin sokaklarında dolaşarak bile bir sürü kilise, masatır ve kazı keşfedebilirsiniz. Zaten kaybolma ihtimali yok. Egnatio Sokak'ı sorarsınız, oraya çıktınız mı tamam! Şehrin sokaklarında gezerken bir sürü kazı alanıyla karşılaşıyorsunuz. Otoparkın tam karşısından bir kare:

Sabahın 6sında cafe'ler açılıyor. İnsanlar sokaklarda yaşıyor. Özellikle de Starbucks'çı dedelere bayıldım. Gazetelerini alıp, Starbucks'a kahvaltıya geliyorlar. Ayrıca minik ama önemli bir fark, Starbucks'larda "take away" olduğunu özellikle belirtmediğiniz sürece seramik mug.larda servis yapıyorlar.

Şehir genel olarak yavaş yaşıyor. Kimse bir yere koşturmuyor, herkesin durup bir kahve içmeye, parkta beş dakika soluklanmaya vakti var.


Denizi çok pis. Çöpler, ölü fareler filan yüzüyor. Ama sokakları da bunun aksine gıcır gıcır. Bir tanecik çöp, bir tanecik taşlı kalkmış kaldırım yok.

Hayatımda bu kadar güzel ve bakımlı ayaklı kadını bir arada gördüğüm başka hiçbir yer bilmiyorum. Kızların hepsi parmak arası terlik giyiyor. Ya french yaptırmışlar, ya da fosforlu renklerde ojeler sürmüşler. Hepsinin ayakları mis gibi yeni pedikürden çıkmış kıvamında. Jelibon gibi tırnaklar! Ayak fetişi olan erkeklerin dikkatine!

Ayrıca erkekleri de yakışıklı. Göz göze gelince tatlı tatlı da gülümsüyorlar. Hadi gel de sevme bu şehri!

Share/Save/Bookmark

Selanik (Thesaloniki) yarım günlük turistik gezi


Katılımcısı olacağım etkinlik için buluşma noktası Atina'ydı ama ben ucuzundan bir otobüs bileti alıp iki gün öncesinden Selanik yolları tuttum. Tek başıma, ya'mas (şerefe) ve filakia(öpücükler)dan başka Yunanca tek bir kelime bilmeden...

Uzun yolculuğum için bol bol kitap dergi stoklamıştım; ama çok hoş adamlardan oluşan bir İtalyan grupla yolculuk yapacağımı bilmiyordum. Sınırdaki pasaport kontrolünde mini elbisemle donarken, arkamdaki İtalyan hemen üzerindeki sweat'i çıkarıp omuzlarıma bırakıverdi. Böylece muhabbete başladık. Mısır'da bir kaç şehir, Türkiye'de Mardin, Antep, Diyarbakır, Urfa ve İstanbul'u gezmişler; Yunanistan'dan feribotla İtalya'ya döneceklermiş. Bayılıyorum bunların bu pervasız gezgin hallerine!

Sabah 7:30'da Selanik'e ulaşana kadar bol bol yolculuklarımızdan bahsettik. Sabah onları Patras'a yolcu ettim, ben de tren istasyonunu buldum. Hem Atina'ya gitmek için tren bileti aldım, hem de eşyalarımı locker'a kilitledim. Şimdiye kadar gördüğüm en kullanışlı ve ucuz locker'dı. Valizim, uyku tulumum ve diğer büyük el çantam içine sığdı ve 24 saati yalnızca 3 euroydu!

Tren istasyonu da şehrin en uzun caddesi olan Egnatio'nun üzerinde. Hemen bir şehir haritası alıp, kendime kahvaltı ederek haritayı inceleyebileceğim bir yer aramaya başladım. Tren istasyonundan Aristotales Square'e gelinceye kadar "Öve öve bitiremedikleri Selanik bu mudur?! Aksaray'a benziyor" diye homurdanıyordum. Aristotales Square'e ulaşınca fikrimi tamamen değiştirdim.


Aristotales ile günaydınlaştıktan sonra hemen köşedeki Starbucks'a attım kendimi.

Aristotales Square'den sahile inip sol koldan devam edince sıra sıra çok cici cafe'ler var.
Düz gidince yol sizi White Tower'a ulaştırıyor.

Öğrenci indirimli giriş 2 euro; ama müzedeki açıklamaların tamamı Yunanca yazılmış. Yunanca bilmiyorsanız audioguide almanız zorunlu gibi bir durum var. Oldukça saçma bulduğum için inat edip almadım. Tepesinden şehire bakınca manzara şahane. Sırf manzarası için bile gidilebilir.


Şehrin en güzel yanı, harita ile yol bulmanın kolay olması ve benim gibi yürüyerek keşfetmeyi sevenler için bütün mesafelerin yürünebilir uzaklıkta olması.

White Tower'dan sonra, Bizans Müzesi'ne gittim. Güzel, temiz, modern bir müze.
Atatürk'ün evini de ziyaret ettikten sonra Aristotales Square'in tam karşısındaki Dikastrion Square isimli kocaman parka geri döndüm.


Parkta oturup geleni geçeni izleyip, mini croissant'larımı mideye indirdim. Bu 7 Days Yunanistan'ın her köşesinde oldukça lezzetli ürünlerini bulabileceğiniz bir marka. Sonraki pek çok seyahat ederken midemin açlık çığlıklarında hep imdadıma yetişti. Favorim Nutellalı olan çeşidi...

Park keyfinden sonra da kiliseleri gezmeye başladım. En çok Agios Dimitrios'yi sevdim. Gösterişli avizeleri, duvar süslemeleri ile içerisi ne kadar gösterişliyse; bahçesi de o kadar sade ve sakin.


Bu kadar kültürel gezinin bana yeterli olduğuna karar verip, sahildeki cafe'lerden birinde Greek Frappe yudumlayıp; akşam beni Selanik'in barlar sokağı olan Ladadika'ya götürecek olan arkadaşımı beklemeye başladım.

Share/Save/Bookmark

Pinterest'im

Instagram'ım