17 Ekim 2010

thank god it's gonna be friday each and every week!*




Kadın olmak komik şey yahu.
Seviyorum yani. Öyle böyle değil.

Bir iş günü... Erken gelen kış varlığını bariz olarak hissettiriyor, hava kapalı ve durmadan yağmur yağıyor. Normalde de ıkına sıkıla ilerleyen trafik yağmur yağdı mı iptal olduğu için ofise gelmem de ufak çapta bir eziyete dönüşmüş. Aynaya baktığımda yazın emek harcayarak edindiğim nefis bronzluktan eser kalmadığını ve yağmur yüzünden saçlarımın kirlenmiş ve basıklaşmış göründüğü ile yüzleşiyorum.

"Hadi bir kahve alayım bari. Keyfim yerine gelsin" diye Starbucks yolunun tuttuyorum. Yol tutmak dediysem 12 kat aşağı iniyorsun işte! 10 saniyede filan... Tutulacak yol yok yani ortada. Yol severim halbuki ben. Neyse şak asansör kapısı açıldı, içeride saçlar su dalgası bir hatun, solaryum sayesinde olsa da gayet bronz tenli ve kulağında telefon sevgilisiyle konuşuyor. Bol kahkahalı. Direk kıs-kan-dım!

Vazgeçtim kahve içmekten, doğrudan bizim plazadaki kuaföre attım kendimi. En hızlısından bir fön! Hızlı aşklarımız, hızlı öğünlerimiz, hızlı internetlerimiz var da hızlı fönün neyi eksik?

Fönüm çekilirken elime de bir Hello Wedding tutuşturdular. "Sırf Wera Vang gelinlik giymek için evlenilir yahu!" diye düşündüğümü hatırlıyorum.

Saçlarım fönlendi, ohhh hayat doğru yöne dönmeye başladı bir anda. Kadınsanız dünyanız ters dönüyorsa bazen bir fön yetiyor aklınızda olsun!

Günlerden cuma olduğunu ve akşam Parov Stealar konserine gideceğimizi, önümüzdeki iki günü zaman limiti olmadan "Aşk" ile geçirebileceğimi, vücudumun margarita ve kahvaltı keyfi ihtiyaçlarını sonunda tam olarak karşılayabileceğimi hatırladım.

Sonra Aşk'tan bir mesaj geldi: "Gel benim yanıma gel. Direk bana gel. Dün zaten 10 da geldin. Ne zaman yetti bana ne sen yettin. Böyle işi gücü stajı bırakıp 1 ay yurtdışına bile kaçsak sen bana yetmeyeceksin zaten. Ne olacak bizim halimiz :)"diye.  "İçimin yağları eridi" deyimini bugüne kadar hep çok manasız bulmuştum. Değilmiş meğerse. Benimkiler de eridi.

Sonra Facebook üzerinden "Thank god it's gonna be friday each and every week!*" başlığı altında mesajlaşarak yaptığımız cuma planının uygulanacağı saatler geldi. BiBuçuk'ta kanat & bira eşliğinde karnımızı doyurarak toplanmaya başladık. BiBuçuk benim yıllardır bu kadar sık gitmeme rağmen hala çok keyifle yemek yediğim ender yerlerden biri. Sadece menülerini değiştirmişler, benim en favorim olan Combo Kanat'ı kaldırmışlar, kendilerini şiddetle kınıyorum! :) Neyse en azından acılı kanatları da hala leziz.


Günün anlam ve önemi Parov Stelar konseri olduğu için oradan sonra da Ghetto'nun yolunu tuttuk. Ghetto'ya çok uzun zamandır gitmemiştim ben. Aynı gün yangın çıkmış ama konseri etkileyen bir durum yokmuş, sadece teras kısmı kapalıydı. Geniş tavanını ve dekorasyonunu özlemişim Ghetto'nun. Parov Stelar da gerçekten çok iyiydi. Keyifteki aksayan tek şey, yaptıkları kokteyllerin berbat oluşuydu. Hayatımda içtiğim en kötü margaritayı orada içtim. Giderseniz biradan şaşmayın derim o yüzden.

Konserden sonra 444project'in yaptığı ev partisine uğradık. Sene boyunca değişik konseptlerde partiler yapacak olan bir ekip bu ekip. Biz gittiğimizde en hızlı bira içme yarışması yapılıyordu, çok eğleniyordu herkes. Parov yorgunu olduğumuz için çok fazla kalamasak da, bir zamanlar ecevesezen şeklinde sürekli birllikte takıldığımız, epeydir görmediğim için çok özlediğim Ece'yi de o partide ayaküstü yakalamış oldum, şahane oldu.

Aşk yuvasında güzel ve huzurlu bir uykudan ve Dada'da epey geç bir kahvaltıdan sonra, yogaya gittim. Bu konudan ayrıca ve uzun uzun bahsedeceğim, ofis arkadaşımla yogaya başladık, bütün ruh halimiz değişti. Son zamanlarda kendimize yaptığımız en iyi şeylerden biri olduğunu düşünüyoruz. "Yani off kendimi yorgun hissediyorum, hayatımda aslında herşey yolunda gidiyor, ama bir şey eksik sanki." diye düşünüyorsanız, yoga aklınızın bir kenarında olsun derim ben.

Yogadan sonra artık evimizin bahçesi kadar benimsemiş olduğumuz Cozy'e gittik. Yemek sonrası omzumuzda şallarımızla çaylarımızı içerek tatlı tatlı sohbet ettik. Sonra Aşk aklımıza bir sıcak şarap fikri düşürdü, ayaklandık. Kime / nereye sorsak "Daha mevsimi gelmedi." dedi. Sıcak şarap mevsimi ne zaman anlamadım ben doğrusu, yaz bitti mi havalar serinledi mi sıcak şarap mevsimidir benim için. Neyse ki sevgili Güven bize bir kıyak yaptı da, sıcak şarap sayıklamalarımızı dindirecek şipşak bir sıcak şarap hazırladı bize Hayal Kahvesi Bistro'da. Niyetimiz performansının çok iyi olduğu söylenen Sibel Tüzün'ü dinlemekti; ama benim ateşim çıkınca, şansımı fazla zorlamayayım dedim ve evin yolunu tuttum.

Gece yatağımda dönüp dururken,  Catherine Baba'nın "Şık olan aşktır." sözü aklıma geldi. "Sadece şık mı, o herşey." diye mırıldana mırıldana uykuya dalma denemeleri yaptım.

Bugün de kendime French Toast'lu güzel bir kahvaltı hazırladım, ilaçlarımı aldım ve uyumaya devam mı etsem yoksa, yavaş yavaş geç bile kaldığım taşınma hazırlıklarına başlayıp kıyafet ve kitap mı kolilesem diye düşünüyorum.

French Toast nedir, nasıl yapılır derseniz, bir kasede yumurta, süt ve tarçını karıştırıyorsunuz. Miktarlarını boş verin, hangisinin tadını daha çok seviyorsanız ondan bol bol koyun gitsin. Tost ekmeklerinizi bu karışıma batırıp, sonra biraz yağ erittiğiniz tavada önlü arkalı kızartıyorsunuz. Üzerine de meyve veya reçel koydunuz mu, yanında da bir kahve varsa, yummmii!

3 yorum:

special n dedi ki...

Şık olanın aşk olması. İşte herkes buna tav! :)

Sütüme Sarelleme Karışma!!! dedi ki...

yalnız değilim dedim okuyunca, her kadın benim, ben her kadın gibiyim... mutlu olmak için hepimizin tatlı, aşka ve bakıma ihtiyacı var. ahh o cumalar her hafta var da, gelene kadar bir de kastırmasa...

İstanbul da bir aile dedi ki...

yazı, yazı, yazı .... Aşkı buldun bizi unutma özledik seni hadi Sezen lütfen yazalım güzelleşelim. Zerrin

Pinterest'im

Instagram'ım