Yer Teşvikiye Yokuşu. Çok güzel bir küçük kız çocuğu annesinin elinden tutmuş uslu uslu yürüyor. Daha doğrusu sesini çıkarmadan annesinin adımlarına yetişmeye çalışıyor. Anne belli ki çalışan bir kadın. Çocuk da yaparım kariyer de havasında olanlardan. Şık bir iş kıyafeti giymiş ve saçları kuaför elinden çıkmış. Ama hem kıyafetinin, hem saçının üzerinden yoğun bir gün geçmiş belli. Bir elinde kızının eli, diğer elinde market poşeti, kulağı ile omzu arasına bir telefon sıkıştırmış harıl harıl işle ilgili talimatlar veriyor birilerine. Telefonu kapatıyor, kızı tatlı tatlı "Anneciğim bugün okuduğum kitapta anlamadığım yerler oldu benim. Mesela..." diye söze başlıyor. Anne onun sözünü kesip, "Gerizekalı mısın?! Bir kere daha okusaydın! Ben bütün gün koşturup duruyorum görmüyor musun!" diye avazı çıktığı kadar bağırmaya başlıyor. Yorgunluktan kaynaklanan bütün tahammülsüzlüğü muhtemelen okumayı bile yeni yeni öğrenen kızına patlıyor.
Yer Kadıköy- Karaköy vapuru.
Yine çok güzel küçük bir kız çocuğu. Konuşmalarından daha sonra öğrendiğim üzere babaannesi olan ortayaşlı bir kadının kucağında oturuyor. Babaanne aklımızdaki babaanne imajından oldukça uzak fıstık gibi bir kadın. Çok şık giyinmiş, vücudu fit, saçlar çok bakımlı... Biraz ileri yaşta doğum yapmış bir anne olabilirdi pekala.
Hemen yanlarında oturan bir başka vapur yolcusu amca minik kızın güzelliğine iltifatlar ediyor. Sonra Sultanahmet yarımadasını geçerken "Bu camiilerin hangileri olduğunu biliyor musun?" diye sorup, küçük kıza tek tek öğretiyor onları. Babaanne "Götürüyorum onu sık sık o taraflara; ama yaşı çok küçük galiba bunlar için. Çok aklında kalmıyor. Yine de alışkanlık kazansın, müze sergi gezme adabını öğrensin, biraz kulak dolgunluğu bile olsa iyidir, diye düşünüyorum." diyor. Torunu ile birlikte Pera Müzesi'ndeki Kahlo'ların sergisine gidiyorlarmış.
İki küçük kız çocuğu. İkisi de çok güzel, ikisi de maddi olarak ortalamanın üzerindeki ailelerde doğmuşlar, aşağı yukarı da aynı yaşlardalar. Biri hızlı tempoya şimdiden ayak uydurmak zorunda, diğeri daha yavaş daha keyifli daha keşfede keşfede yaşama lüksüne sahip.
Peki ya biz? Biz artık kendi hayatımızı yönetme yetkisine sahibiz, ama sürekli artan bir tempoda yaşıyoruz. Kitaplar, kişisel gelişim bıdı bıdıları, eğitimciler hep bir ağızdan bize daha hızlı olmamızı, daha çok çalışmamızı söylüyor. Hıza alışınca yavaşlayamıyorsun, vicdan azabı ve bir şeyleri kaçırdığın paranoyası peşini bırakmıyor. Düşününce asıl güzellikleri ve mutluluk sebeplerini koşarken kaçırdığını fark ediyor insan.
Bir kere daha emin oldum ben "Hızlı değil, hazlı hayat!" yaşamak istiyorum!
Foto 1: A Child (by zlty dodo)
Foto 2: Slow Down (by kittysyellowjacket)
Foto 3: Sleep Deprivation (by FatherofGod)
Tamamı deviantart'tan.
2 yorum:
Çok güzel yazı, çok güzel tespit, hayatın içinden ve iç acıtıcı bir yandan.
sanayileşme ve beraberinde gelen modernizmin, kapitalizmin çarklarıyla çırpıldıktan sonra 180 derece fırında pişirilip, el değmeden paketlenerek önümüze sürülerek bizler tarafından afiyetle yenip sindirilmesi sonucu ortaya çıkan manzaralar...yaşasın rasyonel akılın yönettiği modern hayat...
Yorum Gönder