16 Eylül 2012

Evlenmek ya da evlenmemek işte bütün mesele bu!

Tanıyanlar bilir, çantamın içinde cüzdan ve telefon kadar vazgeçilmez olan bir şey vardır: Not defterim.  Hazır ajandalarda her bir gün için yalnızca bir sayfa ayrılmış olduğundan ve ben bir günümü bir sayfaya kesinlikle sığdıramadığımdan, kendi ajandamı kendim yaparım. Aylık ajanda... Her bir güne de ferah ferah üç sayfa ayırırım. Bir sayfasını iş ile ilgili şeylere ayırırım, bir sayfasını gezip tozma ve evde yapılacaklar gibi iş harici şeylere. Bir sayfa da özgür karalama alanım olur. Bir web sitesini beğendim, ama köşe bucak ilgilenmeye vaktim mi yok, hemen linkini yazarım. Güzel bir söz mü okudum, birisi bir mekan mı tavsiye etti, bir şarkı duydum ve hoşuma mı gitti; hepsini bu deftere karalarım. Bazen hedef, hayal gibi yapmak istediğim şeyleri de yazarım buraya. Hayatımın koşuşturmasında çok fazla keyifçi ve eğlence düşkünü olmamak için kendi kendime hatırlatmalar. Bazen aklım çok dolduğunda, birkaç sayfaya günlük gibi yazarım da... 

Ay bittiğinde, defter korkunç görünen bir sürü karalamayla ve üstü çizilmiş işlerle dolu olur. Çöp gibi görünen bir hazine yani!

(Sırf bu not defterime yazdıklarımdan "not defterimdekiler" başlıklı her telden yazılar yazmayı planlıyorum hatta) 



Bu aralar da yazın son demleri olmasından mıdır, Prozac etkisinden midir bilmiyorum inanılmaz bir enerjiyle doluyum. O kadar çok şey yapmak istiyorum ki! Alegria, Dot'un en son oyunu, Film Ekimi, Sushi Workshop'ı, Karaköy'de yeni açılan yerlere gitmek gibi şeylerin dışında, gitmek istediğim hukuki seminerler, okumak istediğim hukuk kitapları da var listemde. Yemek tarifleri de...

Sanıyorum hiç bir zaman hem başarılı bir avukat, hem harika bir sevgili, hem hamarat bir ev hanımı, hem gezip tozma canavarı olma arzumdan kurtulamayacağım. Belki de enerjimi bu bölünmüşlükten alıyorumdur, kim bilir?! 

Bu hafta boyunca tamamen tesadüfen, en çok zamanımı ajandamda yazmayan bir şeye harcadım: Evlilik!

Haftaiçi bir gün, yaz boyunca uzun zamandır kavuşamadığımız, Sinem, Gizem, Bender ve Sino ile bir araya geldik. Peranostra'da sokakta otururken (Mojito'nun leziz olduğunu dip not olarak düşmek isterim. Sürahiyle de servis ediyorlar ayırca.) Sino'nun yeni döndüğü Tayland maceralarının ve yakında İsviçreli bir adamla evlenecek olan çok yakın bir arkadaşımızın vesilesiyle konumuz yabancı ile yapılan evliliklerdi. 


Sino ortaya çok ilginç bir tez attı: "Evliliğin üç yılını sırf farklı diller kurtarır." Sonra anlatmaya başladı, iki kişinin ana dilleri farklı olduğunda, birbirlerinin dillerini öğrenmeye çalışmalarındaki hevesin ve yanlış telaffuzların ne kadar eğlenceli olduğunu, hiçbir çaba harcamadan birlikte bol kahkahalı zaman geçirilebileceğini... 

Tarkan seven bir kadının "Dudu dudu dilleri lıkır lıkır içmeli" cümlesinin anlamını sorduğunda, o şarkıyı nasıl İngilizce'ye çevirmeye çalıştığını anlattığında ona hak verdik. :)

Sonra Sinem, yakın zamanda bir Rus kadın ile evlenen bir arkadaşından bahsetti. Kızın nasıl "Be ya!"lı bir Türkçe konuştuğundan, kaynanan dışarı çıkmak için süslenip püslenip karşına oturduğunda "Bizimle deyılsın!" demek adettendir, diyerek kıza bu cümleyi öğrettiklerini anlatırken kahkahalarımız Asmalımescit'i çınlatıyordu.

Yakın zamanda evlenen arkadaşlarımızdan hiçbirinin gerçekten mutlu olmamasının nedenini sorgularken, Tektekçi'ye gitme vaktimizin geldiğini fark ettik ve hooop evlilikleri, ilişkileri unuttuk, parmaklarımızı havaya kaldırıp rastgele menüye indirip, şansımıza ne çıkarsa içtik. "Bugün cuma değil miydi?" kıvamına gelene kadar. 



Sonra hafta içi oldukça yoğun geçti. Cuma günü, benden yaşça büyük bir hukukçuyla otururken konu yine evliliklere geldi. "Evlilik insan doğasına aykırı. Benim doğama iyice aykırı" diyerek bana yaptığı iki evliliği, hayatının en mutlu döneminin de ikisi arasında bekar kaldığı dönem olduğunu anlattı. 




Cuma gecesi Prozac Heaven'a gidip, Mr. Prozac ve onun kuzeniyle kadehlerimizi tokuşturup sohbet ederken, konu yine ilişkiler ve evliliklerdi. Çoktan anne babalarımızın evlendiği yaşları devirmiş ve yakın bir gelecekte evlenme planı bulunmayan üç kişi olarak, oldukça kısa bir dönem evli kaldıktan sonra boşanan insanlardan, çevremizdeki evli çiftlerden bahsettik. Çoğu mutsuzken, bir kısmının da çok mutlu olmasının sırrını çözmeye çalıştık. 

Anne ve babalarımızın döneminde ve ondan önce çok basitmiş. Üniversiteden mezun olunur olunmaz, evlenilirmiş. Hayatlarında aşık olduklarını düşündükleri biri varsa onunla, yoksa da ailenin uygun gördüğü biriyle... Kadınlar için de zaten aile evinden ayrılmanın tek yolu, evlenip koca evine gitmekmiş. Sonrasında da boşanmak aileye karşı problem olacağından ve çoğu zaman da kadının kocasında boşanınca kendi hayatını idame ettirecek parası olmadığından onun alttan alması ve her şeye göz yummasıyla evlilikler yıllar devirirmiş.



Şimdi bizim kuşağımızda ise, özgürlük var, "ben" var. Ailemizden ayrı yaşıyoruz ve para kazanıyoruz. Örneğin ben kendimi düşündüğüm zaman, benim ne özgür olmak için, ne maddi açıdan, ne de beni gezdirsin tozdursun diye bir erkeğe ihtiyacım yok. Dünyanın her köşesinde gitmek istediğim yere arkadaşlarımla gidiyorum, kendime ait evimde yaşıyorum ve para kazanıyorum. 

Bu özgürlüğe ve bireselliğe rağmen evlenmek yine moda oldu. İnsanlar şakır şakır evleniyor, sonra da tıkır tıkır boşanıyorlar. Evli insanlara, gerçekten merak ederek,  "Nasıl gidiyor?" diye sorduğumda, "Eh işte nolsun" diye cevap veriyorlar; sevgiliyken "Kütür kütür sevişiyoruz." diyenler, ev arkadaşı kıvamında yaşıyorlar. Buna rağmen insanlar büyük bir hızla evlenmeye devam ediyorlar.

Bana bu hızlı evlenip-hızlı boşanmaların ilk sebebi mecburiyet gibi geliyor. Bütün özgürlüklerine rağmen, ailesiyle birlikte yaşamaya devam edenler, sevgilileriyle aynı evde yaşayıp birbirlerini iyice tanımaya fırsatı olmayanlar, aynı evde yaşayabilmek ve daha rahat görüşebilmek için evleniyorlar. 



İkinci sebebi de masalların kız çocuklarının beynini yıkaması...
Bütün çocukluğumuz boyunca dinlediğimiz masallarda hep evliliğe kadar olan kısmı anlatıldı bize. Savaşlar oldu, olaylar çıktı, sonra kadın ve erkek evlendi, "sonsuza kadar mutlu yaşadılar". Masallar hep bu noktada bitti. Bilinçaltımıza "Evlenince her şey yoluna girecek, hayatımız tamamlanacak, çok mutlu olacağız." mesajı kazındı. 

Yaşadığı hayattan mutlu ve tatmin olmayan kadınlar, evliliğin kendilerini kurtaracağını düşünüyorlar bu yüzden, evlendiklerinde hayatlarındaki boşluğun dolacağını, her şeyin yoluna gireceğini...

Oluyor mu peki bu? Çoğu zaman olmuyor. Ama bir de gerçekten çok mutlu olanlar var. O yüzden "Evlenmeyeceğim" diyemiyor insan, tamamen küsemiyor evlililik denilen kuruma, o mutlu olan azınlık imrendiriyor, kafa karıştırıyor. 

Özetle bu haftanın gündem konusu evlilik oldu. O kadar konuştuktan ve tartıştıktan sonra da hiç bir yere varamadık. Elimdeki tek sonuç:  "Bizim yaş grubunun kafası bu konuda çok karışık" 




Hepimizin gelecekte yapılacaklar listesinde evlenmek de var, ama ironik bir şekilde evlenmekten de bal gibi korkuyoruz. 

Biraz önce annesiyle bir düğüne gidecek olan Mr. Prozac ile telefonda konuştuk. Annesine düğüne gitmek zorunda mıyız, diye sormuş, annesi "Eh onlar da sizinkilere gelsin diye gitmemiz lazım" demiş.  Bunu anlattıktan sonra, "Herşeyi bizim için yapıyorum." diye espriyi patlattı. Sonra kendisi de ürktü söylediğinden "Tabii bu evleneceğimiz anlamına gelmiyor. Korkulacak bir şey yok." diye kendisinin ve benim içimi rahatlattı. 

Diğer yandan arkadaşlarımın evlenmesine bayılıyorum. Onları gelinlik içinde prenses gibi görmek, bambaşka bir hayata başlayacak olmaları beni inanılmaz duygulandırıyor. 

Mesela aralıkta bir arkadaşım İsviçre'de evleniyor. Ondan daha bile heyecanlı olabilirim! O daha gelinliğinin derdine düşmeden, ben elbisemin üzerine giyebileceğim çok afilli bir kürk almanın derdine düştüm bile! :)



Dün gece de bir aile etkinliğine, babamın üniversiteden sınıf arkadaşının kızı, kuzenlerimden daha yakınım ve doğduğumdan beri arkadaşım olan Zepo, nişanlısıyla geldi. Zepo'nun babasının adı Ahmet, benim babamın adı Ahmet, yeni damadımızın adı da Ahmet! 

Bizimkiler hala bekar olan Aslı ile bana ilk espriyi patlattılar: "Ailemize adı Ahmet olmayan erkek kabul etmiyoruz!" 

Gecenin ilerleyen saatlerinde, babam dans etmeyen damada taktı, zorla kaldırdı onu piste, terletti bir güzel. Şarkı biterken, büyük bir keyifle müjdeyi verdi: "Tamam damat dans etmeyi biliyor, kızımızı verebiliriz." 

Böyle diyaloglar  o kadar tatlı oluyor ki! 




Hiç oturup da evlilik düşünen evlilik hayali kuran kadınlardan biri olmadım. Hatta sadece çocuk doğurmaya niyetlendiğimde evlenirim, diyorum hala kendimden çok emin. Ki falcım da benimle aynı fikirde, 28 yaşında bir kız çocuğuna hamile kalıp evlenecekmişim!

Buna rağmen,  bu hafta bu kadar çok bahsi geçmişken düşünmeye başladım, insanlar kendilerini nasıl hazır hissetmeye başlıyorlar evlenmeye? 

Burayı okuyan evliler varsa, aydınlatın biz kafası karışık bekarları?  Nedir olay, mutlu musunuz, mutluysanız bu kadar çift mutsuzken siz nasıl mutlusunuz? :))


Dip Not: Yazıdaki bütün fotoğraflar Pinterest'ten.
Evlenmeye niyeti olan varsa da, şu üç albüm inanılmaz ilham kaynağı:

* and than they said i do
* wedding inspiration
* so sweet 

11 yorum:

cingifilli dedi ki...

Yazını büyük bir keyifle okuyan bir evli olarak çok eğlendiğimi söylemeden geçemicem:)

Benzer korkuları uzun süre yaşadım ama sonunda evet dedim nikah masasında.5,5yıl bir beraberliğin ardından onsuz yapamayacağımı,nefes almamamın bile zor olduğunu farkettiğimde karar verdim ben.Şimdi iyiki evlenmişim diyenlerdenim.

Ebrushka Blog dedi ki...

Evlilik, o gece gelinliğimi giyip prensesler gibi olayım, herkes evleniyor bak, yaşım geldi, başım geçti diye yapılacak bişey değil. Ha yapılır ama yürümez. Çok canı tatlı olan, "BEN" duygusu yüksek olan insanlar evlilikte zorlanır. Çünkü bazen kendi bile fazla geliyor insana, ki evliysen iki kişisin bunun kaçarı yok. Bana gelince, evliyim, yıllardır tanışıyoruz ama evleneli 3 ay oldu. Mutluyum. Hergün şapkadan tavşan çıkarsın diye beklemiyorum, yerli yersiz kasmaya çalışıyorum, haklı olmak üste çıkmak değil, anlamak ve anlaşılmak istiyorum. Yoksa evliliği cendereye döndürmek işten değil...

Tatlı Tuzlu Anılarım dedi ki...

bunu daha önce de pek çok evlenen arkadaşıma söyledim...4 yıllık evliyim çok mutluyum hatta şu anda hamileyim ve çok şükür bu zamana kadar aa neden evlenmişim demedim çok şükür...ama hep söylüyorum evlendiğimin ertesi günü şöyle dedim "Allah ım ne kadar çabuk karar vermişim ben bu çok ciddi bişeymiş" :) aklında bulunsun hiçbi zaman hazır hissedilmiyo sanırım bu suya atlayıp yüzmeye çalışmak gibi bişey olsa gerek...

Adsız dedi ki...

öncelikle çok güzel ve akıcı bir yazı olmuş ellerine sağlık.
Evlilik konusu gerçekten çok çok çok önemli: hayatını,
seni ve en önemlisi doğacak çocuğunun hayatını
etkileyen bir karar.
Ben 25 e kadar kesinlikle evlenmem derdim sonra nasıl oldu
tam bilmiyorum 28 imde evlenmek istediğimi anladım ve
karşıma beni benden çok seven eşim çıktı. 4 yıldır evliyiz sağlık
sorunları, maddi sorunlar,
ailevi sorunlar ve
bir sürü sorun yaşadık ama
hiç bir zaman birbirimize
karşı sesimizi yükseltmedik.
Eskiler hep derdi ama yaşadıkça anlıyorum ki saygı
sevgi kadar hatta bazen daha çok
gerekliymiş evliliklerde.
Lafı çok uzattım ama son olarak
ben düğün günü gelinliğimi
giyerken bile acaba çok mu erken
evleniyorum diye düşünmüştüm.
29 yaşında ve 1.5 yıllık ilişkiden sonra bile tereddütlerim olmuştu
yani bence kimse yüzde yüz emin olarak evlenmiyor
o yüzden yüzde yüz emin olmayı bekleme sakın.

Unknown dedi ki...

Çok keyifli bir yazı olmuş :)


gorgeousofmyworld.blogspot.com

Canan dedi ki...

eşimle geçirdiğimiz 5.5 yıllık sevgililik dönemi sonunda evlendim, 2.5 yıla yakın zamandır da evliyiz.Sevgililik döneminde ayrılıp barışmalar,ayrı şehirlerde ilişki yürütmeye çalışmalar,Ankara'da yaşayalım İstanbul'a gelmem,Ankara'ya gelmem İstanbul'da yaşayalım gibi inatlaşmalar yaşadık ve evlendik. İlk zamanlara göre mutluluğum daha da arttı.Bana göre boşanmaların sebebi insanların tahammülsüz, sabırsız olmaları. Evlilikte tarafların birbirlerine 1 yıl gibi bir süre tanımaları gerektiğini düşünüyorum,aynı evde yaşamamış insanların birbirlerine alışmaları,hep "ben" "ben" diye inatlaşmak yerine "biz" kelimesini lügatına katması "empati kurması" zaman alıyor. İlk yıl zorlandığımı söyleyebilirim. Sanırım mutlu olmanın sırrı o konuyla ilgili çok düşünmemek, şöyle olursa böyle olur diye olmamış şeylerle ilgili kafa yormamakta gizli, akışına bırakmak,anı yaşamak gerekiyor. Ben evlilikle ilgili ya şöyle olursa böyle olursa diye çok kafa yorup,olmamış şeylerden dolayı evham yapıp kendi kendimi mutsuz etmeyi beceren insanlardanım :) Evlendim,evlendikten sonra da aynı şeyi çocuk için düşündüm "ya gezme tozma olayları olmazsa, çocuk bizi engellerse " gibi gibi. Bu düşüncelerimden de sıyrılmış vaziyette çocuğumuz olsun 3 kişi olalım,anne olayım hayalleri kuruyorum şuan. Biyolojik saat olayı :)

pazariseverim dedi ki...

bende benzer şeyler hissediyorum. yalnız ve metropolde yaşıyor kendi paramı kazanıyor ve gerçekten bildiğin feminist ütopyayı yaşıyorum. evlılığe neredeyse hiç inancım yok.erkek mılletıyle sadakatın paradoks olduuna ınanıyorum çünkü. fakat bazen özenılecek örnekler de görüp gaza geliyorum. ama en son şuna karar verdım. gelınlığı gıyeyım 10 numara eğlenelım herkes benımle ılgılensın , fotolar motolar.sora evlı evıne köylü köyüne.dağılalım.bu aşamaya geldim ancak 27 yılda :)

Adsız dedi ki...

Şu cümle dikkatimi çekti: "Örneğin ben kendimi düşündüğüm zaman, benim ne özgür olmak için, ne maddi açıdan, ne de beni gezdirsin tozdursun diye bir erkeğe ihtiyacım yok."
Kadın açısından durum böyle de, erkek açısından farklı mı? Ben de üniversiteyi ailemden uzakta okudum ve hep onlardan uzak illerde çalıştım. Temizlik, yemek, bulaşık, çamaşır, ütü gibi hiçbir ev işi için evlenmeye ihtiyacım yoktu. Kabul etmek gerekir ki günümüzde sevişmek için de evli olmaya gerek yok.
Sadece çok sevdiğim için evlendim. Büyü bozuldu mu? Evet. Evlilik aşkı öldürüyor mu bilmem, ama aşkın öleceği varsa evlilik bunu kesinlikle hızlandırıyor. Öte yandan aşkın ölmemesi mümkünse evlensen de ayrılsan da içinde yanmaya devam ediyor.
Standart hayat felsefeleriyle evliliğin yürüyebileceğini sanmıyorum. Ayık kafayla çekilmez yani. Zaten bir zamandan sonra içmesen de hep 50 promil gezmeye başlıyorsun evde.
Selamlar..
Bilal..

S dedi ki...

hola! ne güzel blogun varmış senin yahu :) bu kadar geç keşfettiğim için kızıyorum kendime.

ben, kendi parasını kazanan, işte o metropol hayatını yaşayan, babasının ilişkisine bakışı "kızım birlikte yaşayın, evlenmeyin" olan kadındım. ancak çok da aşık.

ilk aşık olduğum adamla, 7 yıllık bir sevgili / arkadaşlık durumlarından sonra, 1.5 yıl önce evlendim.

evlenmemin tek sebebi, gerçekten de, toplumun ve beyimin :)) ailesinin yaptığı baskı idi.

yoksa hiç aklımda yoktu evlilik. zaten adamla birlikte yaşıyordum. keyfim de fazlasıyla yerindeydi. evlilik beni çok geriyordu çünkü benim için evlilik en çok adana'da kocaman bir düğün, hiç tanımadığın insanları öpmek demekti. dimdik durdum ayakta. ben dedim, evleneceksem, düğünüm istanbulda olacak. her aile 50şer misafir belirleyecek, 25 kişi de biz belirleyeceğiz, 126. kişi olursa evlenmem dedim :) gelinlik giymem diyordum. ama baskılar sonucu, dünyanın en sade beyaz elbisemsi gelinliğini giydim. fotoğrafçım, kına gecem, gelin bohçam, imam nikahım, salon takımım, vitrinim, çeyizim hiçbir şey olmadı. zaten oturduğumuz evde, zaten kullandığımız eşyaları kullanmaya devam ettik.

ben 19 yaşındaydım. eşimi tanıdığımda. onu ilk gördüğüm zaman, bir otogarda, bana doğru yürüyordu. gözleri gözlerimde. dünya durdu sezen biliyor musun ? o günün akşamı, birlikte geçirdiğimiz ilk geceydi. sabahın 5'ine kadar seviştiğimiz. o gece sarılıp da uyurken demiştim ki, kendime tabi, ilk günden adamı o kadar korkutmak olmazdı :) "bununla hayat geçer"

çok uzattım. 1.5 yıllık evliyim. çok aşıktım. çok aşığım. eşim aynı zamanda en yakın arkadaşım. eşim aynı zamanda dünyanın en anlayışlı, en komplekssiz, en kıskanç olmayan, en rahat adamlarından biri. hoş zaten birazcık daha farklısı olsa, kesin katil olmuştum aynı evin içinde. ama benimki öyle değil işte.

ama bu 1.5 yılda anladım ki, evlilik dünyanın en zor şeyi. cidden bak. aynı evin içinde, kardeşine katlanamadığın, annenle anlaşamadığın anlar oluyor. onların hepsi senin canın. ama bu adam, elin adamı. gerçekten öyle. bazen öyle bunalıyor, öyle yalnız kalmak istiyor ki insan. dünyanın en koca yatağı da olsa, o yataktaki adam keşke olmasa istiyorsun. kendine katlanamıyorsun çünkü o anlarda. işte o anlarda, sevginin galip gelmesi lazım. adamı çok fazla sevmen lazım.

yani çok kısaca söyleyeyim. osuruğunun, ağız kokusunun, çamaşırları makineye atarken onun donunun seni rahatsız etmediği bir adam bulursan, bir de ona aşıksan, bence hayat onunla geçer.

çünküü, evlilik çok zor evet. ancak evlilik çok güzel. aslında burada kastım evlilik değil. biriyle birlikte yaşamak. hayat daha kolay. hayat daha eğlenceli. gözünü açıp da "bir quicky mi yapsaydık?" dediğinde, gülümseyerek üstüne atlayan sevimli ötesi bir adam var elinin altında :) yemeklerinin tadına bakan ve onları çok seven ve daha güzel olmasını sağlayan, marketten ekmek gaste almaya gidip, geri döndüğünde elinde bir de petito olan, o evi sıcaklaştıran.

bir de tabi, bireylerin birbirine saygı duyması lazım. birey olduklarını bilmeleri lazım. o kadar çok çift var ki tanıdığım, evlendikten sonra, her şeyi birlikte yapan. o da insanı sıkar. bunaltır. ben mesela, gece dışarı genelde tek çıkıyorum. kız kıza. çünkü sevmiyorum eşimle gece bara gitmeyi. o da sevmiyor. yine tatiller konusunda, her tatile eşle gidilmemeli bence. bazısına çok uç gelebilir. ancak biz yılda bir kez birlikte tatile çıkıp, birer kez de arkadaşlarımızla tatile çıkıyoruz. bunlar da ilişkinin nefes aldıran kısımları kesinlikle.

evlilik, bizim toplumsal baskılarla biraz zorunlu hale geliyor. kimse çok da anlamıyor "beraber yaşama"yı. ve bence insan, ancak çok sevdiği ve çok katlanabileceği biriyle evlenmeli.

çok uzattım farkındayım. ancak benim günümüz evlenme-boşanmalarıyla ilgili nacizane tespitim, o evliliklerin hepsinin, karşındaki insanı tanımadan, o insanın gerçek kişiliğini bilmeden en çok da "evlenmek için" yapıldığı için bu kadar çabuk bittiği yönünde.

Köklerden Uzağa dedi ki...

Üniversitede evlenmeyi hatta çocuk sahibi olmayı düşünen arkadaşlarıma deli gözüyle bakıyordum hep. Gel gör ki, 24 yaşında evlenmiştim, 26 olmadan anneydim, 30umu yeni geçtim ve ikinci çocuğuma hamileyim.
Ben direnmeden hayatın sürüklediği şekliyle yaşadım. Hayat beni buraya getirdi. Memnunum halimden :)
Mutlu evliliğin sırrı nedir bilemiyorum. Ama mutsuz evliliğin pek çok sırrı olabiliyor. Örneğin aileleri olaya fazlaca dahil etmek mutsuzluk garantili. Evlilik, herkesin kendi ailesine "sahip çıkması" gereken birşey.
Onun dışında, evliliği mutsuzlaştıran şeylerden bir başkası, "kafeste yaşama hissiyatı". Bu illa kendine alan aç, git arkadaşlarınla tatil yap, arada yalnız kal demek değil. Ama aksini yapıyorsan da bunu kendi tercihinle yap, birlikte zaman geçirmek bir mahkumiyet olmasın. Yoksa aklın fikrin kafesi aralamakta, fırsatını bulur bulmaz da uçup gitmekte olur.
Aslında neden evlendiğin de önemli galiba biraz. Ben hiçbir beklentim olmadan evlendim. Birlikte birşeyler yapmak istedik. Hayallerimize birlikte yön vermek, hayatın zorluklarıyda birlikte savaşmak, beraberce bir hayat kurmak. Mutlu olmamızın tek sırrı da, hala aynı hayalleri paylaşıyor olmak sanırım. Hayallerimizin bir kısmı gerçekleşirken, üstüne yenileri eklendi.

Adsız dedi ki...

Herkesin hayatında "keşke"ler vardır. Kim ne derse desin "mükemmel evlilik" yoktur ancak bir taraf bağırdıkça diğeri susarsa "bir yastıkta kırk yıl" pekala mümkündür.

Pinterest'im

Instagram'ım