05 Eylül 2012

Prozac. Yan etkisi: Özlemek.

O kadar güzel bir ses tonuyla o kadar istekli anlatıyor ki, ne anlatırsa anlatsın ne kadar uzun sürerse sürsün sıkılmadan onu dinleyebilirim gibi geliyor. Gözlerinin içine bakıyorum, “Bu kadar güzel bir göz rengi olduğunu unutmuşum.” diye düşünüyorum. Bakışlarım gözlerinden, sürekli dokunmak istediğim, sıkı bir t-shirt giydiği için daha da belirginleşmiş güzel kollarına kayıyor. Anlattıklarının birkaç kelimesini kaçırıyorum, çaktırmamaya çalışıyorum. 

Mutluyum. Hatta daha mutlu olamayakmış kadar çok mutluyum. 

Aynı zamanda korkuyorum. 

Ya böyle devam etmezse, ya biterse, ya birşeyler çıkarsa, ya yine çuvallarsak diye. İnceden sızlıyor içim, hayatımdaki birini veya birşeyi kaybetmekten bu kadar çok korkmayalı uzun zaman olmuştu. Her zamanki “Olacağı varsa olur, biteceği varsa biter. Her işin, her insanın yerine başkası konur.” mentalitesiyle bakamıyorum ona. Bir istisna! Aradan iki yıl, hayatlarımızdan başkaları geçmişken hala ikimiz için bu kadar farklı ve güzelsek, yerine başkası konulamamış. Tam o sırada uzanıp bacağıma bir öpücük konduruyor. Unutuyorum her şeyi, bırakıyorum kendimi. 

 Mr. Prozac.





İkimiz de aramızdaki ilişkiyi geride bırakmışken, bambaşka güzel ilişkileri yeni noktalamışken, dertleşmek için buluştuğumuz bir gecede, yeniden birbirimizin hayatına dahil olduk. Hoşgeldik, hoşbulduk.

Sonra araya bayram tatili girdi. Birbirimizi öpe öpe, “Çok saçma! İki seneyi ayrı geçirdik, umurumuzda olmadı. Şimdi bir hafta ayrı kalacağız diye üzülüyoruz” diye diye o Çeşme'ye, ben Yunanistan'a gittim. Yeni başlamış bir ilişkide, ayrı ve tatilde geçen bir hafta büyük riskti. Tatil pervasızlığı ve alkol kombinasyonu varken uzak olmak. Üstelik de ikimizin de şeytan tüylü olduğu gibi bir gerçek varken!

Tatil dönüşü buluşup, yeni açılan Tarabya Big Chefs'e giderken hazırdım. Yabancı hissetme, sıkılma, “Yok olmuyormuş, boşa bir hevesmiş.” bu deme ihtimalimize... O da hazırmış. Yemeklerimizi yedikten sonra, şarap kadehlerimizi tokuştururken, karşımdan yanıma geçip, kolunu belime dolamışken, yersiz olduğundan emin olduktan sonra, tatil fotoğraflarımızı birbirimize gösterirken kikirdeşerek itiraf ettik bu düşüncelerimizi birbirimize, aynılığımıza şaşırarak...


Birlikteyken ne kadar fırlama olabildiğimizi deneyimleyerek ayrıldık o gece. İkimiz için de yoğun bir hafta olacaktı, ne zaman nasıl görüşebileceğimizi bilmiyorduk. Ki daha ertesi gün, yogitamla Winston'da oturup yemek yerken, özledim onu, üşenmedim Akaretler'den kalktım Batı Ataşehir'e gittim. Başka bir gün o benim bir arkadaşımın Curcuna'daki doğum günü partisine geldi.



29 Ağustos gecesi, minicik bir çanta hazırladım, bir bikini, iki elbise, yedek iç çamaşırı ve Mr. Prozac beni ona kaçırdı. Haftanın ortasındaki 30 Ağustos tatili, birlikte uyanıp birlikte uyuduğumuz ilk gün oldu. Öğlene doğru uyandık, Afyon Kahvaltı salonunda karnımız kadar gözümüzü doyuran bir kahvaltı ettik, ben kırmızı bikinimi, o kırmızı mayosunu giydi, uyumlu uyumlu havuza indik. Yüzdük, güneşlendik, gülüştük, sohbet ettik, akşamüstü güneşinde aynı minderde uyuyakaldık. Acıkarak uyandık, havuz başında karnımızı doyurduk. Eve çıktık, duş aldıktan sonra X Box oyunları öğretti bana, oynadık. Komşularına misafirliğe gittik, eve geldik film izledik...

Sanki İstanbul'da değilmişim de, tatildeymişim gibi hissettim. Başka bir şehirdeymişim, başka bir alemdeymişim gibi. Bir seyahat kadar keyif aldım o günden.





O gün birbirimizi biraz daha çok beğendik. Biraz daha çok sevdik. Biraz daha “biz” olduk.

Sonra gerçek hayat başladı, işe gittik.
Neyse ki günlerden cumaydı. Cuma akşamı ben Gökçem ile Asmalımescit Balkon'da kızkıza dedikodu seansımı yaptıktan ve bolca Mr. Prozac'in kulaklarını çınlattıktan sonra, “Birlikte uyuyalım” dedi, hasta olmasına rağmen üşenmedi bana geldi. Yine bir minik çanta topladım haftasonluğuna ona gittim cumartesi başlarken.


Sezonun son havuz keyiflerinden birini yaptıktan sonra, benim daha eylül ve hafif soğuk havaların başladığını fark etmemem dolayısıyla zibidi elbiselerle dolaşıp donmama hızlı bir çözüm bulduk, hemen gidip alışveriş yaptık. Yeni kazağım üzerimde, Kirpi'de güzel bir akşam yemeği yedik. Yıllar önce de Koşuyolu'ndaki Kirpi'de bir akşam yemeği yediğimizi andık. Tatlı tatlı konuştuk. Birbirimize eğlenceli hikayeler anlattık, çevremizdeki insanlardan, ailemizden. Sonra sordu: “Bana karşı ne hissediyorsun?” diye.

Cevap veremedim. Aşık mıyım, seviyor muyum, beğeniyor muyum. Bilmiyordum. Belki hiçbiri değildi, belki de hepsiydi. Belki de o kadar farklıydı ki, bu kadar klişe kelimelerle ifade etmek istemiyordum hissettiklerimi.

O sorunun üzerinden, birlikte uyunan bir gece, onun ofisinde Ceviz Ağacı'ndan aldığımız leziz poğaçalar ve mini suflelerle yaptığımız kahvaltı, onlarca öpücük, sımsıkı sarılmalar, ayrıldıktan sonra birkaç telefon konuşması, pazartesi öğle molasında bana süpriz yapıp ofise gelmesi, onu özlediğim ve düşündüğüm yüzlerce dakika geçti.

Hala cevabı bilmiyorum. Onunla çok mutluyum. O hala Mr. Prozac. O hala bana herkesten başka şeyler hissettiriyor. O bana şimdiye kadar hiç yazmadığım yazılar yazdırıyor. 

Biliyorum ki, bazı günler olacak birbirimizi daha az beğeneceğiz, bazen gıcık olacağız, bazen birbirimize bozulacağız, bazen biz hiçbir şey yapmasak da başka adamlar başka kadınlar müdahil olacak. Biliyorum ki, çok çalıştığımız, böyle bütün saatlerimizi birbirimize ayırmamızın mümkün olmadığı haftalarımız olacak.

Diğer yandan bildiğim başka bir şey var ki, biz birlikteyken harika bir hikayeyiz. Gerçekten ziyade kurgulanmış bir hikaye gibi... Tanışmamız, ilk başbaşa tiramisu ve beyaz şarap eşliğinde buluşmamız, yaşadıklarımız, sonra aradan iki yıldan çok zaman geçtikten sonra Limonata'da apple martini ve viskileri devirirken yeniden başlamamız, şimdi yaptıklarımızın hepsi, bu harika hikayenin enteresan parçaları. Birbirinden ayrı düzenli ve planlı hayatlarımızın hem huzurlu hem fırlama noktaları birbirimizde kesişiyor.


Ne hissettiğimizi kelimelere dökemesek de emin olduğum bir şey varsa ikimiz de bu hikayenin baş rolleri olmaya bayılıyoruz ve bu hikayeye şimdiye kadarkilerin hepsinden çok daha güzel parçalar ekleyebiliriz. Yani daha havalı bir deyişle: "There are far, far better things ahead than any we leave behind."


Yaşasın Prozac'li hayat!

6 yorum:

İdil olgac dedi ki...

Bastan sona okudum,bu saatte ise giderken.. Mutluluklar diliyorum canim,tam olarak umudumu kaybetmisken iyi geldi yazdiklarini okumak ;)

Adsız dedi ki...

bildiğim bir şey varsa mr prozac sana iyi geliyor üstelik yürümesi için çaba sarfetmiyorsun ;)

Adsız dedi ki...

Ne guzel yauw:> icim cekti dogrusu (:)

Unknown dedi ki...

O kadar güzel anlatmıssın ki nazar değecek diye ben korktum. Hep böyle sürmesi dileğiyle :)

gorgeousofmyworld.blogspot.com

Adsız dedi ki...

woow :) senden hiç böyle bi aşk yazısı beklemiyordum belki blogda yeni olmamdan kaynaklanıyordur ama şunu bilmelisin okuduğm en güzl yazılarından biriydi :) hep mutlu kal .. :)

pazariseverim dedi ki...

Bu hikayenin aynen böyle devam etmesi neredeyse doğaya aykırı fakat güzel tarafı hala böyle pembe hikayeler yazabiliyor olmak. Sanırım geri kalan herşeyi düşünmek ziyadesiyle gereksiz.

Pinterest'im

Instagram'ım