13 Eylül 2012

Hadi içelim! Kalçalarına, Paris'e, Beyrut'a! Nereye istersen oraya!

"Bak, keyfetmeyi çok iyi bilir. Arak'ını koy önüne, biraz kıbbe, biraz nane. Sonuna kadar gider. Senin sonuna kadar... Onunla bir gece geçir, gör kendini. Nasıl dener seni! İşlemeyeceğin bütün günahları su içer gibi işlersin, nefes alır gibi, bilmeden. Sabahından korkma, zaten onu yanında bulamazsın. Bu yüzden yeniden denemek istersin. O gece bir daha olsun, "Belki bu sefer yanımda tutarım" dersin, hınçla ve aşkla. Yok olmaz. Sahtekarların kralıdır, tavlayamazsın."




"Beyrut'a hoşgeldin. Burada gece bıraktığın hiçbir şeyi sabaha aynı bulamazsın. "

Benim Beyrut'u dilimden düşüremediğim, sürekli Beyrut'un sokaklarından, insanların aynı anda üç dil konuşarak yaptıkları sohbetlerden, leziz kokteyllerden, harika sokak cafelerinden bahsedip durduğum günlerde annemin de elinden düşüremediği Beyrut'ta geçen bir roman vardı: Muz Sesleri. "Sen bu kitabı benden daha çok seveceksin." diyordu.

Bir sabah Prozac Heaven'da Mr. Prozac davetkar bir masumiyetle uyurken, romandaki sigaraya yeniden başlama sahnesine karşı koyamayarak, usulca onun koynundan çıktım, salondaki koltuğa attım kendimi. Bir sigara yaktım ve romanın son sayfalarını okumaya başladım.

Ece Temelkuran'ın görüşlerine katılmadığım, köşesinde yazdıklarına kızdığım zamanlar olur; ama hayata dair yazıları hep kalbime dokunur, uyuşan beynimi kışkırtır, garip bir şekilde hem huzur verir hem harekete geçirir. Bu yazılarını topladığı kitaplar başucumun vazgeçilmezleridir. Ne zaman kaybolsam, ne zaman cesarete ihtiyaç duysam, ne zaman kendimi yalnız hissedip sarmalanmak istesem, dönüp okurum bu yazıları tekrar tekrar.

Son bir aydır kafamda o kadar çok yapılacaklar ve düşünülecekler geziyordu ki, okuduğum hiçbir kitaba veremiyordum kendimi. Hiç adetim olmamasına rağmen, kendimi kaptıramadığımdan bitirmeden yenisine geçiyordum. Daha güçlü bir hikayeye, daha güzel kelimelere ihtiyacım vardı, kendimi unutup içinde kaybolmam için. Buldum onu sonunda!




  • Bir insan bir insanda başka bir hayatın kapısını görünce aşık olur.
  • Kadına zaman geçmez. Sakın günün birinde iyileşmek için zamana güvenme.
  • Dilini bilmediğin bir yerde ağlamak çok fenadır. Çünkü seni senin dilinde avutacak kimse yoktur. Böyle ağlayınca da kendisininkinden başka bir dilde susturulamaz insan. Annen susmadı.
  • Seviştiği adama mı, yoksa beraber içine atladıkları ve ikisinin de kaderinde yazılı olmayan hayatlarına mı aşık olduğunu bilmiyordu.
  • Benim evim sensin, dedi. Daha çok ağladı.
  • Bir hikayemiz yok ve olmaması için elimizden geleni yapıyoruz. Yerimizden hiç kıpırdamıyoruz ki her şey olması gerektiği gibi olabilsin. Biz hep yolculuklara çıkıyoruz; ama hiçbir yere gitmiyoruz aslında. Çok uçağa bindik bugüne kadar ve hiç kıpırdamadık yerimizden.

  • Değiştirirken değişmeyi, kaybolmayı ve yok olmayı göze alacaksın. Yardım ettiğin insanların sana yardım etmesine izin vereceksin. Eşitleneceksin yani. Tamı tamına, sonuna kadar eşitleneceksin. O zaman değişiyor insanlar. Yeni bir biçim alıyorlar. 

  • Kavganın tek bir kuralı vardır: Öfkesi daha büyük olan, eninde sonunda kazanır. 

Bir evde hizmetçilik yapan Filipinli Filipina. Babası Doktor Hamza'nın mülteci kampından kendisine Arapça yazdığı için okuyamadığı mektupları ve aynı apartmanın kapıcısı Marvin ile maceraları ile...

Onun hanımı Zaynab Hanım ve aklını kaybetmiş Hadi Bey...

Aynı apartmanda yaşayan taksici Nasır ve görünmez olabilmek için örtünen, evde ABBA dinleyip dans eden alımlı karısı...

Yine aynı apartmanda yaşayan gay olan ve bunu gizlemek için bir sürü kadınla olup, onları depresyona sokan Jan...

Apartmanın başka bir dairesinde yaşayan aktivist palyaço Setanik... 

Ve apartmanın ekmek ağacı...

Bambaşka bir şehirde; 

Evlenecek olan kızkardeşine "Hatırlıyor musun Sıla? Sana kurduğum evleri? Annemin ve babamın yüksek siyasi idealleri peşinde yok oluşları sebebiyle apolitik anneanne-babaanne ekseninde korunmaya alınmış çocuklar olarak ikimiz, ne çok ev kurmuştuk. Tanrım! Hayatımızın "Yüksek Yoğunlukta Hamurişi Dönemi" olarak anıyorum o yılları ve geniş kalçalarımla ne zaman bir vitrin camında karşılaşsam Türkiye Solu'na lanet ediyorum. Düşünsene, Berlin Duvarı yıkıldı ama bizim siyasi karbonhidrat iptilamız sapasağlam ayakta" diye mektup yazan İngiltere'de yaşayan  ve Ortadoğu hakkında bir tez üzerinde çalışan Deniz. 

Deniz'in tamamen Avrupalılaşmış, bütün heyecanları, kızgınlıkları bu doğrultuda törpülenmiş, hep doğru davranan erkek arkadaşı Tunç... 

Ve kendine gelmek için gittiği Paris'te tanıştığı Beyrutlu roman yazarı Ziad...


Olaylar silsilesi yok bu romanda, kronolojik bir sıra da... Roman karakterlerinin anları var, düşünceleri var, gel-gitleri ve şiir gibi bir dili var. Hüzünlü sahneler bölümler kadar, kahkahalar attıran kısımlar da var.

Okunmalı. Özellikle de Beyrut'a gidip de, o şehre şimdiye kadar gittiği ve gördüğü bütün şehirlerden bambaşka şeyler hissetmiş olanlar mutlaka okumalı. 

Gidiyorlar. Dolmuşta eli elinde. Herkes gibi onlar da eve gidiyorlar. Bir eve. Ama herkesin yok, bir tek onların cevapları var. Ellerinde. 

4 yorum:

Handan dedi ki...

ece temelkuran'ın bu romanı pariste tanıştığı bir adama aşık olup, onun evine giderek yazdığını biliyor muydunuz? adam iranlı sanırım, romanın bölük pörçük olmasının sebebi o, ece de bölük pörçük o sıralar çünkü...

zillosh dedi ki...

Handancım,

Ne güzel bir bilgi oldu bu bana. Daha da anlamlı hale geldi, kitaptaki o şiirsellik, gel-git ve dağınıklık. Demek ki Deniz'de direk Ece'den, Ziad'da da bu adamdan bir şeyler var, ve bu yüzden de en gerçek detaylar onların cümlelerinde...

ismailbulut dedi ki...

kısa süre önce denk geldim bu bloga. Sıradışı bi yaşam tarzının sıradan yazılarla ifade etmek büyük bi sanat. tebrikler :))

zillosh dedi ki...

O zaman hoşgeldiniz mushaboom'a! :)

Pinterest'im

Instagram'ım