20 Şubat 2014

Alternatif Brüksel Rehberi: Bedava kahve, kilo ile vintage kıyafet ve bit pazarı

Sabah erkenden uyanıyorum, ev sahibimin hazırladığı filtre kahveden bir bardak alıp, onun harita üzerinde göstererek tarihi yerleri anlatmasını, Brüksel'i gezerken hangi rotaları izlememin en verimli sonuçlar vereceğini izah etmesini sessiz bir tebessümle dinliyorum. O gün aklımdaki şey kesinlikle o tarihi binaları gezmek değil çünkü. Onun anlattıkları bitince, ben bu tarafa gitmeyi planlıyorum diyerek aklımdaki rotayı gösteriyorum ona haritanın üzerinden, şehrin pek cilalı ve turistik olmayan bölgeleri bunlar. "Ama oralar biraz tehlikeli." diye uyarıyor, "Ben İstanbul'dan geliyorum, bizim her semtimizin her an tehlikeli olma ihtimali var. AB Komisyonu ile AB Bakanlar Konseyi'nin bir sürü organının yer aldığı şehre güvenim tam." diye takıldığımda gülmeye başlıyor ve benim rotama ilişkin daha sonra çok işime yarayacak bazı bilgiler veriyor bana ve sırt çantamı alıp çıkıyorum evden.

Ne zaman ve neden başladığını bilmediğim bir şekilde, eski eşyalara ve salaş muhitlere dair bir merakım var, her geçen gün artan... Yaşanmışlık ve gerçeklik hoşuma gidiyor belki de... Eğer böyle bir gezinti istiyorsanız, bu yazı sizin için biçilmiş kaftan.


Başlangıç noktası Louiza metro istasyonu.



Bu cadde bir alışveriş caddesi, Urban Outfitters gibi hala bizim ülkemize adım atmamış mabetler gibi, harika ayakkabılar satan bir sürü butik burada yer alıyor. Ama saat henüz çok erken, sokaklar bomboş ve mağazalar kapalı,  ayrıca alışveriş için başka tavsiyelerim var.

Paul'den dünyanın en leziz kruvasanlarını alıp, yanına da Loiza metro istasyonun tam karşısındaki Nespresso mağazasından bedava bir kahve edinebilirsiniz. Burası take-away kahve satmıyor, ama kahve denemek için bir köşesi var ve size karton bardakta ikram edilen kahveyi kapıp tekrar sokağa çıkmanıza hiçbir engel yok. :)


Dümdüz yürüdüğünüz zaman, bütün heybeti ile Palais De Justice karşılayacak sizi...




Turistik ulvi tarihi amaçlarınızın içine etmiş olacağım muhtemelen; ama Palais Justice'e ilişkin, iğrenç veya yaratıcı bulmakta serbest olduğunuz şu videoyu paylaşmadan edemeyeceğim :))


Palais de Justice de Bruxelles - The Humping Pact from Dmitry Paranyushkin on Vimeo.

Bu meydanın en güzel tarafı şehre tepeden bir bakış atabiliyor olmanız.




Sonra hemen oradaki asansöre binip, tepeden baktığınız kısma iniyorsunuz. Şehrin bir asansörü olmasına bayıldım ben!



Asansörden indikten sonra sizi karşılayan kırmızı asimetrik bir şey var oradan sol tarafa doğru dönüyorsunuz ve birkaç adım sonra sol tarafta inanılmaz bir mağaza var: Kilo ile vintage kıyafet satıyorlar ve içerideki her şey birbirinden güzel. Kürkler, montlar, elbiseler, çantalar, ceketler...


Ben askılardaki gömlekleri, güzelliğinden kendimi unuttuğum süet pilili bir eteği ve jean bir trench coat'u alıp kasaya gittiğim zaman adım gibi emindim, onları bana kilo ile vermeyeceklerinden, bunlar dahil değil kiloyla satılan ürünlere, parça başı ücretlendiriyoruz diyeceklerinden... Ne olursa olsun onlar benim olmalıydı!


Ve gerçekten mağazadaki her şey kilo ile satılıyormuş, aldıklarımın tamamına 20 euro ödeyip çıktığımda, gerçekten filmlerdeki gibi havaya zıplayıp iki ayağımı havada birbirine vurmak istedim; ama poşetim çok ağırdı. Brüksel'e gitmişken burayı atlarsanız yazık edersiniz, kış düğünleri için buradan çok komik bir fiyata çok havalı bir sahte kürk almazsanız zaten ayıp!

Bu sokaktan dümdüz devam edip, sağa sapıp Place de Jeu De Belle'ye ulaştığınızda, günlerden pazarsa bir bit pazarı karşılıyor sizi.  Kabul etmeliyim ki, bir Porta Portese değil, ama barlardan bira bardakları çalmak yerine buradan çok ucuza alabilirsiniz onları ve daha aklınıza bile gelmeyecek bir sürü eşyayı...





Ben buradan kendime oldukça uygun fiyatlara şapkalar alıyorum, daha 99 euroluk etiketleri bile üzerinde duran wool cashmere şapkalar.  Ki daha sonra bu şapkalardan birinin, jean ve sırt çantasından oluşan kıyafetimin "sıra dışı bir tarz" olarak anılıp beni bir moda kokteyline davet ettirmesi evlere şenlik! :)


Bit pazarının hemen karşısındaki bir yerden yükselen hot-dog kokularına da duyarsız kalmayın. Çok lezzetli!

Biraz daha yürümeyi göze alırsanız, Zuid / Midi İstasyonu'nun orada kurulan, uluslararası pazarı da görebilirsiniz: Marche Du Midi. Bizim semt pazarlarımıza benziyor.




Yoruldunuz mu? O zaman ya azıcık daha yürümeyi göze alın, ya da buradan metroya atlayıp bir durak gidin: Porte de Hal Halleport durağında güzel bir park sizi bekliyor. Buralardaki bakkallardan birine dalıp Türkçe "Ver abicim bana bir bira!" derseniz, emin olun sizi anlayacaklardır. Sokaklarda bile bol bol Türkçe konuşana denk geliyorsunuz.



Ben bu çimlerde yayılırken bunu dinliyordum:


13 yorum:

Deniz Evin dedi ki...

Ben seni ve yazılarını çok uzun zamandır takip ediyordum Sezencim, yazılarında ki kalite nasıl gün geçtikçe arttıysa (ve ben buna en iyi şahit olanlardan biriyim), fotoğraflarının kalitesi de gün geçtikçe artıyor, çok başarılı kareler çekiyorsun :) Ayrıca seni twitter da da takipteyim farkında değilsin belki ama hayatımda önemli bir yerin varr, öperim çok :) :*

Deniz Evin dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Begüm dedi ki...

Sezen,
Tek başına tatil yapma fikri hep zor gelir bana. Ama bence sen bu işi de kotarmışsın ;)
Semt pazarlarının her türlüsüne bayılıyorum :)

S dedi ki...

sezen, 19 mayısta tatile çıkacağım tek başıma. ve sanırım iki yazından sonra, rotamı senin rotana çevirmeye karar verdim. ilham için çok çok teşekkür ederim. bu yorumu da üzerimde iskoçya'da bir second hand dükkanından aldığım harika kaşmir hırka varken yazıyorum ^.^

meliq dedi ki...

Brüksel'e 3 kez gittim bana hep sevimsiz soğuk bir şehir gibi gelmişti. Bu yazıyla sevdim ve tekrar gidiciiim kesinlikle:)

sebuş dedi ki...

"filmlerdeki gibi havaya zıplayıp iki ayağımı havada birbirine vurmak istedim; ama poşetim çok ağırdı" yerim ben seni yaa çok tatlısın!!

Gökkuşağı Dosyası dedi ki...

Ekrandan uçup o bit pazarının içine atlayasım geldi. Ellerim kaşındı resmen. :)
Bu arada video çok ilginç. Onca adamı orada nasıl çekmişler diye bakarken aslında sadece iki amca olduğunu görmek ilginçti ve bu vesileyle The Humping Pact pjojesiyle de tanışmış oldum, teşekkürler!.. Kimine iğrenç gelebilir tabii ama sosyal projeler söz konusu olunca, tokat etkisi yapan işler çok daha etkili oluyor bence.
Sevgiler,
Eylül.

Adsız dedi ki...

Eğer hala Belçika'daysanız kesinlikle Anvers'i (Antwerpen) ve Valon bölgesinden en az bir şehri de görmenizi tavsiye ederim. Brüksel ve Brüj hep ilk durak oluyor, haklı olarak, ama vakit varsa kesinlikle ülkenin farklı yüzlerini de görmenizi isterim.

Sevgiler

Adsız dedi ki...

Eğer hala Belçika'daysanız kesinlikle Anvers'i (Antwerpen) ve Valon bölgesinden en az bir şehri de görmenizi tavsiye ederim. Brüksel ve Brüj hep ilk durak oluyor, haklı olarak, ama vakit varsa kesinlikle ülkenin farklı yüzlerini de görmenizi isterim.

Sevgiler

zillosh dedi ki...

Ah ne güzel yorumlar bunlar, bu depresif havalı pazar gününde ne kadar mutlu ettiniz beni!

Denizcim,
Ben de seni takipteyim :) Öncelikle çok teşekkür ederim, Malcom Gladwell'in henüz bahsetmeye fırsat bulamadığım bir 10.000 saat kuralı var. Bir konuda gelebileceğimiz en iyi yere gelmek için, 10.000 saat harcamamız gerektiğini savunuyor. Hem blog yazmakta, hem fotoğrafta 10.000 saatten çok uzaktayım, ama bu güzel yorumun bir şekilde bunu doğruluyor, çok mutlu oldum. Fotoğrafta 10.000'i devirmemizi diliyorum! :)

Begümcüm,
Aklına gelenleri yazmak için defter, müzik ve fotoğraf makinesi ile yalnız seyahat harika oluyor. Şiddetle tavsiye ederim. Ve ah bit pazarları, aynen aynen aynen!

Missipisim,
Belçika olağanüstü bir ülke değil, ama harika tarafları var. Tek seyahat için de oldukça güvenli. İskoçya kısmını fena halde kıskandım, isteyip de hala henüz gidemediklerimden... Öperim.

Meliq,
Ben tekrar gider miyim emin değilim, ama harika bir kaç gün geçirdim. Ne varsa turistik olmayan arka sokaklarında var :)

Sebuşcum,
Asıl ben seni yerim! O senin tatlılığın :*

Eylülcüm,
Ne güzel ifade etmişsin, videoyu gördüğümde aynı şeyleri düşündüm. Ama artık malum çıplaklık içeren her türlü şeye "ayıp ve çirkin" tepkisi veren bir ülkeye dönüştük, açıkçası biraz tereddüte düşmüştüm koyup koymamakta. Çok mutlu oldum yorumuna...

Sevgili Adsız,
Harika bir tavsiye! Antwerpen'e de gittim, ben Antwerpen'i Brüksel'e on kere tercih ederim. Daha canlı, daha sıcak. Antwerpen yazısı da geliyoooor :)

Adsız dedi ki...

Adsız Adsız dedi ki...
Bugün arkadaşım tarafından keşif ettim yazılarını. Facebook üzerinden mesaj atmış baksana kanka bizi anlatıyor yazıları dedi.Kısmende olsa Maceraperest bir ruhumuz olduğuna inanıyoruz ve her anımızı senin gibi dolu yaşama çabası içerinde buluyoruz yanyana geldiğimiz zaman. Blogla hiç işim olmazdı bugüne kadar ama senin yazılarını okuyana kadardı bu dediğim.Sabahtan beri okuyorum ve hiç sıkılmadım. Kız arkadaşım mesaj atmıştı sabah ne yapıyorsun diye. Aniden şu cümleyi yazıverdim :) nette dolaşıyorum , 'yaşamın içinden kesitleri'okuyorum diye.Gerçektende öyle.Çoğu yeri gezip görmek isteyipte görmeye fırsatı olmayan insanların sesi kulağı olmuşsun diyebilirim. Ve bunu yansıtırken o kadar içten ve samimi yansıtmışsın ki okuyan insanların çoğunun içine geçiyor bu durum.Ve yazılarını okurken Adanalı olduğunu gördüm :) bu durum beni bir kat daha mutlu etti :) kendi kendime dedim ki neden bu kadar içten ve samimi olduğunu şimdi anladım :)senin yazılarını okumama sebep olan arkadaşım , senin yazılarından sonra yazma kararı aldı. daha çok güzel şeyler yazmak istiyorum ama müdürümün yanına gitmem gerekiyor. yazılarınızın devamını bekliyorum... çok başarılısınız...
Erhan

Unknown dedi ki...

Merhabalar, kilo ile vintage satılan mağazanın adı nedir acaba? Hatırlıyor musunuz?

zillosh dedi ki...

Merhaba Deniz! Bir adı yoktu ben gittiğimde, ama buradaki tarif ile bulan harika şeyler alan çok oldu. Bu tarif işe yarar bence :) Sevgiler

Pinterest'im

Instagram'ım