26 Mayıs 2014

Alternatif New York Rehberi: Beş dakikada yürüyerek Andy Warhol'dan Çin'e


New York'ta turistik hedeflerimizin büyük bir kısmını gezmiş, günde beş öğün de yesek restoranların küçük bir kısmını bile bitiremeyeceğimiz ile yüzleşmiş uyanıyoruz o sabah. Acelemiz yok, ne yapacağımız hakkında da hiçbir fikrimiz yok. Chelsea'ye gidip galerileri mi gezsek, atlayıp biraz yol tepip şehrin dışındaki outlete mi gitsek diye düşünürken, German geliyor yanımıza. Spor yapmak için Quenns'e gidiyormuş, bizi de götürmeyi öneriyor.

Elimdeki turist rehberlerini açıyorum, Brooklyn'de sadece Williamsburg varmış gibi hazırlanmışlar, haritada Quenns'e yer vermenin dışında bu bölgeye ilişkin tek bir cümle bile kurmamışlar. "Muhtemelen çok ilgi çekici bir şey yok; ama daha iyi bir planımız da yok. Hadi gidelim!" diyorum. Hiç de kısa olmayan bir yolculuğun sonunda, arabada dans ede ede Queens Museum'a geliyoruz.


German bizi, Dünya Fuarı için hazırlanmış, salon büyüklüğünde devasa maketin başına getiriyor. Gerçekten New York'a tepeden bir bakış atmak gibi. Gezdiğimiz yerleri ve evimizi maketten bulmaya çalışıyoruz, ev sahibimiz de bize yardım ediyor. Sonra o spor salonuna gitmek için bizden ayrılıyor. Hiç müze gezesim yok aslında, ama oraya kadar gelmişken ve şehirden çok uzaktayken yapılabilecek en iyi şey müzede dolanmak.


Müzedeki ilk serginin konusu, pek çok kadının hayalini süsleyen mücevherci Tiffany Co'nun avizeleri. Tiffany  Co'nun kurucusu Charles Lewis Tiffany'nin oğlu Louis Comfort Tiffany aslında ressam iken, cam yapımına merak salıyor ve 1878 ile 1879 yıllarında Brooklyn'deki pek çok atölyede çalışıyor. Tiffany vitray tekniği olarak anılan tekniği geliştiriyor ve sonra da çok tutan avizeleri piyasaya sürüyor.




Müzedeki ikinci sergi sosyal sorunlara göndermeler yapan eserleri ile Meksikalı Pedro Reyes'e ait.




Müzenin en arka kısmındaki son salona girdiğimizde gözlerimize inanamıyoruz. Andy Warhol sergisi. Malum Türkiye'de Andy Warhol denildi mi, boy boy afişler asılmasına, her yanda duyuruları olmasına, pek çok Türk sanatçının eserlerinin bile "Andy Warhol'un yanında sergilenmiş" gibi reklamlarının yapılmasına alışkınız biz. Müzede Andy Warhol'un mektuplarının, karton kutu eserlerinin, hiçbir yerde görmediğim fotoğraflarının, oldukça sansasyon yaratan 13 Most Wanted tablolarının bulunmasına rağmen, hiç bir yerde  "Andy Warhol eserleri sergiliyoruz" gibi tek bir cümle bile olmamasını anlayamıyoruz.

O sergiyi gezdikten sonra öğreniyoruz ki, bu müzenin bulunduğu alanda yapılan 1939 New York Dünya Fuarı 1939 ile 1940 yılları arasında yapılmış ve bugüne kadar dünyada gerçekleşmiş en büyük dünya fuarı olmuş. Andy Warhol'un 1964 yılında yapılan fuarda sergilediği  13 Most Wanted eseri büyük bir kıyamete neden olmuş.


Müzenin hediyelik eşya mağazasında bu yıllara ait fuar malzemeleri gerçekten komik fiyatlara satılıyor. Şapkalar, küllükler, tabaklar, kitaplar... Üstelik de Andy Warhol severler için gerçekten harika hediyelikler var. Hatta 300 dolar gözden çıkarırsanız orijinal bir Andy Warhol küpü bile alabiliyorsunuz buradan.



Dünya fuarının yapılığı parkta biraz yürüdükten sonra oradan çıkıyoruz ve yürüyerek Çin Mahallesi'ne gidiyoruz. Şimdiye kadar pek çok ülkede Çin Mahallesi gördüm, birkaç sokaktan oluşurlar. Buradaki Çin Mahallesi ise gerçekten çok büyük, sokaklarında yürürken kendimizi gerçekten Çin'de gibi hissediyoruz. Sokaklarda tek bir Amerikalı görmüyoruz orada geçirdiğimiz saatler boyunca.





Yemek için tercihimizi Vietnam Restoranı Pho Hoang'tan yana yapıyoruz. İçeri girip oturduğumuzda önümüze koyulan çaya ilişkin bile paranoyak teorilere kapılmamıza neden olan bir ortamı var. Garson ile İngilizce anlaşmak da oldukça zor. Tavuklu olan bir pilavı etli yapıp yapamayacaklarını sorduğumuzda, garson inatla bir etli bir tavuklu istediğimiz sandığı için siparişimizi verdiğimizde önümüze geleceklerin ne olduğunu tahmin bile edemiyoruz o iletişimsizlikte. Masaya getirdikleri garip tahinli fındıklı sosu hangi yemekle birlikte yiyeceğimizi çözmek için bile dakikalarca yan masaları izlemek zorunda kalıyoruz ve "sucking pig" tercümesine saatlerce gülüyoruz. (Gerçi sonradan sucking'in emme dışında sütten kesilmemiş anlamına da geldiğini öğrendim ama :) )




Aç kalkmayı göze almışken, zevkten dört köşe olarak hepsini mideye indiriyoruz. Özellikle de hayatımda ilk defa yediğim kızarmış noodle aklımı başımdan alıyor, inanılmaz lezzetli.



Çin sokaklarında biraz daha takılıp, bedava masaj teklif eden ve evine çağıran sokak doktorundan kaçtıktan sonra, metroya atlayıp dönüşe geçiyoruz.


New York'ta fazladan bir gününüz olursa bu bölgeyi atlamayın ve mutlaka ama mutlaka kızarmış nuudle tadın derim.


Metro ile gri metro hattının Jefferson durağına gidiyoruz. Brooklyn'deki çoğu duvar resminin altında gördüğümüz Bushwick Collective'in en çok eseri bu bölgede yer alıyor. Gerçekten inanılmaz şeyler var; ama benim fotoğraf makinemin şarjı bittiği için yalnızca bir kaç tanesinin fotoğrafını çekebiliyorum.











Günün ganimetleri olarak müzeden aldıklarımız, koleksiyonuma eklemek için İstanbul'a götüreceğim biralar ve Çin Mahallesi'nden topladığım ıvır zıvırları bırakmak için eve uğruyoruz.




Daha Adana'da yaşadığım yıllardan tanıdığım birkaç arkadaşımla, üniversite yıllarında en az bir gece birlikte dışarı çıkardık. Genellikle Taksim'de cover rock gruplarını dinlemeye giderdik. En sık gittiğimiz mekan, yaklaşık 20 metrekarelik, içeride o zamanlar sigara içilmesi serbest olan, Kolpa'nın sahne aldığı Pulp'tı. Ama Etiler'de canlı müzik dinlemeye gittiğimiz ve Roxy'de çılgın uzun sıralar bekleyip içeri girdiğimiz gecelerin de sayısı hiç az değil. Çılgınlar gibi içerdik, çok eğlenirdik, yerlerde bile yuvarlandığımız olurdu.

İşte yıllar sonra, bu arkadaşlarımdan biriyle buluşmak için Rosarito Fish Shack'e doğru yol alıyoruz. O artık New York'ta yaşıyan bir mimar, ben İstanbul'da avukat olmuşum, birlikte New York''ta buluşup üniversite yıllarını anmak düşündüğümden çok daha eğlenceli ve keyifli oluyor.


Rosarito Fish Shack'te yediğimiz her şey çok lezzetli. Kokteyllere gelince, onlar da çok alkollü. Ben bir buçuk bardak ile çakır keyif oluyorum.


Oradan çıkıp birkaç sokak paralelindeki Alman Pubına gidiyoruz. Biralar inanılmaz güzel. İçmeye ve sohbete doyamıyoruz; ama artık gitmemiz lazım zira durum şu:



New York'ta aynı gün içinde Vietnam, İspanyol ve Alman mutfağı takılabilmeye kelimenin tam anlamıyla bayılıyorum.

Yazıyı kapatırken, bu noktada İstanbul'a bir sıçrama yapmadan duramayacağım. Arkadaşlarımın yaptığı güzel işlerle her zaman gurur duyarım; ama galiba hayta üniversite dönemlerimi birlikte geçirdikleriminkiler karşısında gururum da biraz çok büyük oluyor. O gece haberdar olduğum, "Herkes İçin Mimarlık" oluşumu ve özellikle de "Atıl Köy Okulları Projesi" gerçekten inanılmaz. Takibe alınmayı kesinlikle hak ediyor, Facebook grubu için tık!

4 yorum:

Merve Şanlıtürk Kıyak dedi ki...

Sezeeen :) ne zamandır yazıcam, mail mi atsam buraya mı yazsam bilemedim. En sonunda buraya public yazmaya karar verdim :) İtalya gezimi ayarladım, seni dinledim trenle seyahat edicez şehirler arası. Çok heyecanlı! Verdiğin ilham için çook teşekkürler. Sen bu kadar pozitif anlatmasan "tursuz" seyahatlerini, ben cesaret edemezdim belki :) Uçaktan otele trenden müzelere her detayını ayarlarken çok eğlendim. Şimdi vize randevum kaldı bir tek geriye :) Gidip geldikten sonra blog'a yazısını yazacağım zaman kesinlikle senden bahsedeceğim :) Seyahatimiz bol olsun ! :)

zillosh dedi ki...

Mervecimmmm

Harika bir havadis bu!! Özellikle hızlı trenler gerçekten uçak kadar konforlu, bayılacaksın, hiç pişman olmayacaksın söz veriyoum!

Tursuz seyahatin tadını çıkar, halka karış, meydanlarda turistik noktalarda sadece şarap yuvarla, ara sokaklarda kıyılarda köşelerde yemeklere yumul. Sabah kahvaltısı hariç sütlü kahve siparişi verme, ayakların şişene kadar yürü, bol bol kaybol, döndüğün zaman havadislerini bekliyorum.

Ben de senin mail listinden her gün diy, yemek pişirme ilhamı alıyorum bakalımm ne zaman icraata geçebileceğim.

Öperim!

mervelil dedi ki...

Bloguna bayıldım cok ozgun bi tarzın var bende bloguma beklerim :) Sevgiler..

Merve Şanlıtürk Kıyak dedi ki...

Ya takip etmene çok sevindim. Deli kızın defteri tarzı ne ararsan var içinde blogumun :)) Bol bol en güzelinden macera ile döneceğim inşallah canım :)

Pinterest'im

Instagram'ım