27 Haziran 2014

Rakıyı da şarabı da, düzeni de kaosu da, öfkeyi de aşkı da istiyorum*

İflah olmaz romantik bir yanım olsa da, ben kesinlikle şiir insanı değilim. Taptığım şiirler elbette var, ama yüz kere kitapçıya girsem de, gidip şiir kitapları raflarında dolanmam. Ah şöyle şiir kitabımı alayım da bir kaç şiir okuyayım, diyenleri de hayatım boyunca anlayabileceğimi düşünmüyorum. Şiir bana çoğu zaman yapmacık ve zoraki bir uyumla bir araya dizilmiş kelimeler yığını gibi gelir. 

Ben kesinlikle roman insanıyım. Roman okurken, özellikle de iyi bir roman okurken, kendimi hep görünmezlik ve zihin okuma yeteneğine sahip bir süper-insan gibi hissediyorum. Başka birilerinin hayatına, zihnine, duygularına sızıyorum ve içinde yaşadığım anı gerçekten unutuyorum. Bir de öyküler... Kısa yoldan çok şey anlatan ve bitince tadı damağında kalan öyküler... Öyküler bana hep diğer yazı türlerinden daha duygusal, daha kırılgan, daha bozulmamış gelir. Yazarın yazıp yazıp da sonunu bağlama, kurguyu bozmama çabası olmaz, daha az olay, daha çok duygu olur.


Bu hafta gecenin bir yarısı Bursa'ya giderken, çantama bir de öykü kitabı sıkıştırdım: Şiirin Kızkardeşi Öykü. 

Bu kitap, Buket Uzuner'in Şiirin Kızkadeşi Öykü, İçinden Deniz Geçen Şehir, Maria Magdalena Artık Utanmayacak, Cinsel Öyküler (Beş-leme) isimli dört öyküsünü içeriyor. 

Bütün uykusuzluğuma ve Bursa'da işim bittikten sonra bir porsiyon iskender yedikten sonra kapanan göz kapaklarıma inat hepsini okudum. Bayıldım, gerçekten bayıldım.

Kitaptan çok sevdiğim cümleler huzurlarınızda:

Dünyanın en büyük küçük mucizesi çok gençken iyi bir öğretmene rastlamaktır. Büyük mucizelerse yalnızca kutsal kitaplarda bulunur. 

Hayatından hoşnut olan herkes sıkıcıdır. O kadar ki, onların canı hiç sıkılmaz! Hayatlarını olduğu gibi kabul edenler, gözlerinin kepenklerini indirir, pencerelerini kapatırlar. Gözlerinden kalbinin bir parçası bile görünmeyen insanlar için artık umut yoktur. Hepsi birbirinin aynısı apartmanlar gibi yan yana dizilerek yaşarlar. 

İnsan ilkgençliğinde mükemmeli, eksiksiz, haydi hiç olmazsa uyumluyu bulacağına samimiyetle inanıyor. Farklıyı ve ötekiyi arıyor. Deliler gibi yollara düşüp, izler işaretler ve kokular peşinde dolaşıyor. Mükemmel vardır, mutlaka bir yerlerde olmalıdır, diye sandığım bile olmuştu. 

Çünkü o zaman İstanbul çok Doğulu'ydu, ben de çok Batılı'ydım. İstanbul fazla karışık, dağınık, saldırgan, öfkeli ve yaşlıydı. Bana egzotik gelense düzenli, temiz, uslu ve genç olandı. İstanbul esmerdi ve doğal olarak benim egzotiğim sarışındı. Kaçardım İstanbul'dan. Korkardım saldırgan gücünden, dizlerim titrerdi öfkesinden. Rakıyı beğenmez, şaraba özenir, ince belli bardaktaki çayı küçümser, fincanda içer, simite burun büker, bagel, croissant çörek arardım. Daha on dokuz yaşındaydım.

Babamın annemle gurur duyduğunu ben anlardım, annem bilmezdi. Kadınlar duymadan bilmezler, çocuklar anlarlar. 

Onu seviyordum; ama onun yanında kalmayı göze alamamıştım işte. Çünkü ondan daha fazla istediğim bir şey vardı: Kaybolmayı ve yeniden kurmayı, kendimi baştan doğurmayı istemiştim ben. 

Onun mutlu olmak için bütün dış koşulların mükemmel olmasını beklemeyecek akıllı insanlardan olduğunu anlamıştım. 

Böyledir, binlerce yıldır böyledir. Seks ve yemek. Ya da aşk ve yemek! Kadınlarla erkeklerin ortaklaşa sahip olduğu dünyanın en güzel iki şeyi: Cinsellik ve yemektir. 

Diplere vuran hep ben olmuşumdur, o göklere vurur. 

Aşure afrodizyaktır. İçindeki her maddenin tek tek sinir uçlarına dokunduğu, tatlıyla tuzlunun zıtlığında yatan gerilimi kadınla erkek bedenine taşıyan büyülü aşk tatlısıdır Aşure. 

Geri dönebilmek ve anlayabilmek için ille de gitmem gerekiyordu. Bazılarımız için ille gitmek gerekir


Bu arada, gitmek demişken, ben yine gidiyorum. Hayatımda hiç kadar sık gitmemiştim galiba. Son iki aya New York, Mardin, Hasankeyf, Adıyaman, Teos ve Antalya sığdı. Bu sefer de istikametlerim Berlin, Varşova, Krakow ve asıl konsept olarak mükemmel bir line-up ile Gdynia'da yapılan Heineken Opener Festival!! 

Pearl Jam, The Black Keys, Jack White, Metronomy, MO, Jamie XX, Chromeo, Daughter, Foals, Foster the People, Interpol, Warpaint...

Mr. Feelgood ile tanıştığımız ilk günlere ilişkin en net hafıza kaydım, Black Keys'in Little Black Submarine'i. O günlerde bu şarkıya takıntılıydı.  Kimin aklına gelirdi ki, bir buçuk sene sonra birlikte canlı Black Keys dinlemek için birlikte, o güne kadar adını bile duymadığımız bir Polonya kasabasına gitmek için yola çıkacağız...

Almanya'da yıllardır kullanmadığım almancamı, günlerce sürecek festivalde gençliğimi ve Ausschwitz'de duygularımı test edeceğim. Ve tabii sonra tıpış tıpış gerisin geriye döneceğim, yüzlerce fotoğraf ve onlarca keşif ile birlikte.

Ben dönene kadar seyahat planları yaparak, kitaplar ve filmlere gömülerek, hayat ve aşk hakkında kafa patlatarak keyifle kalın! En mutlusundan bir cuma olsun.




3 yorum:

sebuş dedi ki...

ohh şalalaa güle güle git bol keyiflerle dön sezen, öperim,,

Unknown dedi ki...

iyi yolculuk (: bende gidip buket uzuner alim bari. bu arada dönüşünü 4 gözle hatta sinekler gibi 40 gözle beklicem merakla asdf

zillosh dedi ki...

Sebuşum,

Yorumunu dönünce görmüş oldum, hoşgeldim bile! :)

Piç Ses,

Hahahah, Buket Uzuner'i aldın mı, sevdin mi, beni özledin mi :))

Pinterest'im

Instagram'ım