14 Mart 2016

Life is either a great adventure or nothing.*

Perşembe akşamı, şehrimize yeni ithal bir İngiliz ile Ece Aksoy 9’da leziz mezeleri ve güzel bir şarabı yuvarladıktan ve ona nerede iyi yemek yiyebileceğini öğrettikten sonra, İstanbul’da son zamanlarda en sevdiğim kokteyl adresi olan Rejans’ın yolunu tutuyoruz.

Ben ona İstanbul hakkında tavsiyeler verirken ve ikimiz birlikte Arapça ile Türkçe’deki ortak kelimeleri tespit etmeye çalışırken, ben tatmak için onun kokteyline de elimi uzatıyorum. Benim her hamlemde, gülerek bardağını benden uzaklaştırıyor. “Her istediğini almaya çok alışmışsın değil mi?” 

“Evet. Ama şu anda konumuz benim bütün istediklerim değil. Yalnızca kokteylini tatmak istiyorum.” diye söyleniyorum. Gülüyor, “Kibarca sorduğun sürece, her şeyi alabilirsin.” 

Bu sefer ben de ağdalı ve abartılı cümlelerle, sipariş verdiği her kokteyli tatmak için izin istiyorum. Önce gülüyor, “Ben şurada seni eğitmeye çalışıyorum, sen şımarıklık yapıyorsun.” diye takılıyor. Bunun üzerine, bana ingiliz aksanı ile telaffuz etmeyi öğrettiği bir kaç kelimeyi ardı ardına ve ağır vurgularla anlamsız biçimde ardı ardına dizip "Ne kadar iyi eğitiliyorum, bak." diyerek şımarıklığımı sürdürüyorum.

Pes ederek, kokteyl bardağını bana uzatırken, daha ciddi biçimde sorusunu yineliyor: "Aklında bir şey varsa "hayır"ı bir cevap olarak kabul etmiyorsun değil mi? Bir şeyi istiyorsan, yapıyorsun."

Aklıma önce Oscar Wilde'ın sözü geliyor: "There are only two tragedies in life: one is not getting what one wants, and the other is getting it." 

Tam itiraz edecekken, bu tespiti son zamanlarda ne kadar sık duyduğumu fark ediyorum.  Aklıma Napa'dan, elimde şampanya şişesi ile bir şatonun bahçesinde oturduğum bir pazartesi gününden bir kaç dakikalık sahne geliyor. Bu tespitin ne kadar doğru olduğunun kanıtı bir an. Ve anlattığında anlamını kaybedecek, ancak yaşayanın anlayabileceği anlardan biri. Bu yüzden karşımdaki açıklama bekleyen bakışlarını yüzüme dikmişken, "Sanırım haklısın." diyip uzattığı bardağı alıp kokteylini tadıyorum. 

Sabahın köründe üzerimde geceden kalma elbisemle önce havalimanına, sonra İzmir'e giderken bu konuyu düşünüyorum. Gerçekten istediklerim konusunda çok baskın bir karakter miyim, diye sorguluyorum kendimi.



"Nasıl bir hayat istiyorum? Hayatımda olmazsa olmazlarım neler?" diye düşünüyorum önce. O sırada farkına varıyorum ki, istediğim şeyler çok maddi ve bir kere yapıp / alıp bitecek şeyler değil. Daha çok süreçlere ilişkin: Bol keşif, beni heyecanlandıran bir adam, keyif aldığım bir iş, sevdiğim insanlar, bana iyi gelen yazı yazmak, fotoğraf çekmek ve yoga yapmak gibi hobiler, seyahat etmek, kalıplara sıkıştırılmamış, kendi tercihlerimi yapmama imkan tanıyan bir hareket özgürlüğü sağlayacak bir hayat tarzı.

Hayatımda “dinamik ve değişken” bir şeyler olması gerekiyor, yoksa mutsuz oluyorum. Bu yüzden keşifler yapmadığım, yeni insanlar tanımadığım, seyahatlere çıkmadığım bir hayatın içinde olmak istemiyorum. 

Bununla aynı doğrultuda, bana yeni bakış açıları, hobiler, bilgiler veya kahkaha katan insanları taparcasına severken; beni sınırladığını düşündüğüm kişilere ve toplum kurallarına tahammül edemiyorum.

"Peki etrafımdaki sevdiğim insanlardan ne istiyorum?" diye düşünüyorum sonra. "Acaba rahatsız edici talepler ve beklentiler içine giriyor muyum?" diye sorguluyorum kendimi. 

Düşündüğüm zaman, genel olarak beklentimin ilgi, tutku, sevgi, birlikte güzel zaman geçirmek, benim keşiflerime eşlik etmeleri olduğu sonucuna varıyorum. Yatlar katlar da istemiyorum, ben çok mutsuzum bir adam çıksın benim hayatımı kurtarsın triplerinde de değilim. Beklentilerimin saçma sapan, yapılması olağanüstü zor veya insanları rahatsız edecek şeyler olmadığını fark etmek beni rahatlatıyor. 

Biraz daha düşününce fark ediyorum ki, yakın kız arkadaşlarım bu paylaşımlar konusunda inanılmaz vericiyken; hayatıma giren adamlara huysuzluk yapma sebebim genel olarak bir noktadan sonra bu paylaşımcılığı, birlikte keşfetme heyecanını kaybetmeleri, pasifleşmeleri...

Uçak iniş yaparken, kendi kendime bu düşünme seansımı sonlandırıyorum. Ben hayatımı keyifli hale getirmek için gerçekten enerji, çaba ve para harcıyorum. O gün "home-office" hakkımı olabilecek en keyifli çalışma ortamında geçirmek için sabahın köründe İzmir'e uçmam da bunun göstergesi. Araştırıyorum, kovalıyorum, planlıyorum, keşfediyorum ve bunları da mümkün olduğunca ve karşımdakinin alma kapasitesine göre hem hayatımdaki adamla, hem arkadaşlarımla paylaşmaya çalışıyorum. Birlikte keyifli zaman geçirdiğim kişilerin benimle paylaşım, etkileşim, iletişim içinde olmasını ve bana zaman ayırmasının çok temel bir istek olduğu ve bir zahmet bunu yapmaları gerektiği sonucuna varıyorum.




İzmir havalimanında annemle buluşup, arabamızı kiraladıktan sonra, kahvaltı için aldığımız boyozları yolda yiyoruz ve ilk istikametimiz Sığacık Pazarı. Öğlen yemek için çeşit çeşit otlar ve harika görünen enginarlardan alıyoruz. Sonra Teos'a, eve geliyoruz.





Bütün gün, denize karşı çalışıyorum. Güneş içimi ısıtırken, kuşlar etrafta cıvıldarken, deniz karşımda masmavi uzanırken, yeşilliklerin arasında çalışmak o kadar keyifli ki... Ofiste olabileceğinden çok daha verimli iş çıkartıyorum. 



Henüz yaz gelmediğinden, güneş etkisini kaybettikçe rüzgar kendini gösteriyor ve hava soğuyor. Artık içeri geçme zamanımın geldiğini anlıyorum. Kendime harika bir çalışma köşesi yaratıp, kalan işlerimi tamamlıyorum. Bir gün serbest çalışan bir insan olursam, zamanımın büyük bir kısmını böyle bir Ege kasabasında sakinlik içinde geçirmeye karar veriyorum.



Sonra telefonuma baktığımda "O zaman acaba birlikte bir yerlere mi seyahat etsek?" mesajını gördüğümde yüzüme bir gülümseme yayılıyor. "Neredeyse her zaman seyahate hazırım." diye cevaplıyorum. "O zaman önümüzdeki hafta?" cevabı saniye geçmeden geliyor. Gülüyorum, önümüzdeki hafta bana uymuyor; ama beklentilerimin karşılanmasının atla deve olmadığını görmek iyi geliyor.

Bazı isteklerim konusunda bu kadar netken ve karşılanmadığında yürüyüp gitmek konusunda oldukça azimliyken, bazı isteklerim konusunda bir türlü icraata geçemediğim yönünde kendime bir öz eleştiri yapıyorum. Hayatımdaki bütün güzelliklere rağmen, yapmayı isteyip de bir türlü istikrarlı biçimde sürdüremediğim şeyler, bir gün yapılmayı bekleyen değişiklikler, başlayıp da bir türlü devamını getiremediğim #dahaiyiben projem var. 

Kendime çok daha güzel bir hayat yaratmak için, bir liste ve zaman planlaması çıkarıyorum. Sonra da amazon ve idefix'te gezinerek bu konuda ilham ile gaz verebilecek kitaplar sipariş ediyorum.



Son zamanlardaki en keyifli ve verimli cuma günümü geçirmiş olmanın iç huzuruyla, oldukça erken bir saatte, oldukça derin bir uykunun kollarına kendimi teslim ediyorum.

Rastgele yaşayarak değil, düşünerek, sorgulayarak, istediğiniz hayatı yaratarak kalın!

Sen kendi dünyanı yaratırsın. Senin dünyan senden dışarı yansıyandır. (Osho)

Dip Not: Bu yazıyı uçakta yazmıştım. İndiğim zaman Ankara olayını öğrendim. Bu blogda bazı konulara girmekten özenle kaçınsam da, şu anda ne söylenen her sözün boş olduğunu bilsem de, tepkisiz ve yorumsuz geçmek istemedim. Umutla kalın!



Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım