31 Mayıs 2016

Cappadox ve sonrası: Bar biziz bebeğim, tekel nerde sen onu söyle!

Cumartesi sabah erkenden uçağımıza biniyor ve Nevşehir Havalimanı'na iniyoruz.

İstanbul'dan Nevşehir'e uçarken de Nevşehir Havalimanı'ndan Kapadokta'daki otelimize gelirken Cappadox'a ilişkin herhangi bir beklenti içinde değiliz.

Çünkü değil herhangi bir beklentiye girip hayal kurmak, uykusuzluktan ölmek üzereyiz. O sırada hayattan tek istediğimiz şey yatak veya kahve. 

"Gün ölmesin" diye gün doğmadan aldığımız uçak biletlerine bir son vermeliyiz diye düşünüyoruz.



Uçhisar'daki otelimiz Hermes Cave Hotel'in terası, Uçhisar Kalesi'ne karşı harika bir manzara sunuyor. Odalarımız oldukça ferah. Üstelik Cappadox için gelmişken olabilecek en harika lokasyonlardan birinde bulunuyor, bütün etkinliklere servislerin kalktığı, her türlü bilet işlemlerinin yapıldığı alan on dakikalık yürüme mesafesinde.

Ancak o sırada Hande isyanlarda, "Şu an peri bacaları filan umurumda değil gerçekten. Şu koltukta uyumak istiyorum." diye söyleniyor. Hande upuzun, koltuk küçücük. "Sen o koltuğa sığmazsın ki bebeğim, hadi kahve isteyelim." diye cevap veriyorum. "Ben zaten dikine uyuyacağım." diye cevabı yapıştırıyor. O sırada, "dikine uyumanın" Kapadokya tatilimizin vazgeçilmez bir parçası olacağını henüz bilmiyoruz. :)

Sonraki günlerde her türlü talebimizle (sigara, havlu, kahve, süt vs vs.) içtenlikle ve koşa koşa ilgilenerek gönlümüzü fethedecek otel personeli ilk kıyağını bize check-in saatimizden oldukça erken bir oda vererek yapıyor. Hemen çantalarımızı odaya atıp, bir saatlik bir hızlı enerji depolama uykusu uyuyor, duşumuzu alıp odadan çıkıyoruz.



Uçhisar Meydanı'ndaki Babylon alanından biletlerimizi bastırıp, shuttle'a binip, ilk etkinliğimiz olan pikniğin yolunu tutuyoruz. (Önümüzdeki yıllarda bu etkinliğe yolunu düşürmeyi planlayanlara iki harika tavsiye gelsin: 1- Araba ile değil, shuttle ile gidin etkinliklere. Çünkü bu etkinlikte mekanlara hayal ürünü şiirsel isimler vermişler. Halka "Aşk Vadisi" dediğinizde kimse neresi olduğunu bilmiyor. Araba ile gelen herkes kaybolurken, biz shuttle ile oldukça rahat gittik. 2- Bazı etkinliklerde bilet kontrolü yapılmıyor, bilet bulamasanız da şansınızı deneyin, içeri girebilme ihtimaliniz oldukça yüksek. Hatta boşu boşuna bilet almışız diye düşündüğümüz, alakasız biletlerle alakasız etkinliklere girdiğimiz oldu.)








İlk katıldığımız etkinlik, Aşk Vadisi'ndeki Cappadox Piknik oluyor. Yeşilliklerin arasında, minderler ve örtülerle gerçek bir piknik alanı. Bir kenarda canlı müzik yapılıyor, diğer tarafta leziz yöresel yemeklerin olduğu bir stand var. Önce karnımızı doyurup, şarap kadehlerimizi tokuşturuyor, sonra müzik ve sohbet eşliğinde saatlerce çimlerde uzanıyoruz. Bütün yorgunluğumuza ve uykusuzluğumuza değecek kadar keyifli bir ortam; organizasyon, iyi ki gelmişiz dedirtecek kadar iyi: Biralar soğuk, yemekler lezzetli, etkinlikte bir tane saçma insan yok, atmosfer güzel.




Cappadox Piknik'in ardından, festivalden neredeyse bir hafta önce herkesten önce Kapadokya'ya giderek oranın muhtarına dönüşmüş sevgili Ece'yi görmek için Kale Konak Otel'in yolunu tutuyoruz. İstanbul'da bir türlü görüşemediğin güzel insanlarla, Kapadokya'da, harika bir manzaraya karşı, leziz kırmızı şarap yudumlarken kavuşmanın keyfini sürdükten sonra, meydandaki Centre'de makarna yiyerek karnımızı doyuruyoruz.

Kistar Otel'de Aşk ve Şifa İçin Kirtan Meditasyonu'na katılıp, mantralar söyleyerek rahatladıktan sonra, Bezirhane'deki Adam Hurst konserine gidiyoruz. Adam Hurst gerçekten harika bir müzik yapıyor, Bezirhane çok romantik bir konser alanı ancak bu ikisi bizim o andaki ruh halimize hiç uygun değil. Huzur doldukça, gözlerimiz kapanıyor.



Akşam daha önce bahsettiğim Cappadox'ta Son Gece etkinliğine katılıyoruz. Puslu ay, puantiyeli peri bacaları, şarjı olmayan telefonlarımız, salatalıklı votkalarımız, İlhan Erşahin ve Hüsnü Şenlendirici ile son zamanlardaki en keyifli gecelerimizden birini geçiriyoruz.


Otelimize ertesi gün öğlene doğru dönüyoruz. Bilseydik, hiç otel bile ayarlamazdık diye gülüşerek, duşumuzu alıyor, şarkılar söylüyor, makyajımızı yapıyor ve Argos'ta olan kızların yanına gidiyoruz.





Leziz mantı ile karnımızı doyurduktan sonra, dışarıda şakır şakır yağmur yağarken, şömine ve harika bir manzara eşliğinde, şallara dolanıp, harika tatlılar yiyoruz. O an tek eksiğimiz Adam Hurst. Keşke dün akşam değil, bugün burada olsaymış konseri diye düşünüyoruz.



Tatlıların hepsi oldukça lezzetli ama hepimizin favorisi, Türk kahveli sufle oluyor. Hani Kapadokya'da daha yörel lezzetler tavsiye etmem gerekir; ama tavsiyelerimin başını Argos çekecek: Mantısı harika, Türk kahveli sufle mutlaka tadılmalı ve en güzel kısım şu: Altında 1300 yıllık bir şapel ve şarap mahzeni var. İçeride de 20.000 şişe şarap... 

Argos'un kendi üzüm bağlarından üzümler toplandıktan sonra,  Turasan tesislerinde Argos'un şarapları üretiliyormuş. Bu şaraplar yalnızca burada satılıyor, başka hiçbir yerde yok. Kapadokya'ya gelmişken ziyaret etmenizi şiddetle tavsiye ederim. Şarap tadımı yapmak isterseniz önceden rezervasyon yaptırmanızda da fayda var.








İstanbul'a dönüş zamanımız gelene kadar Argos'ta ödüllü şarapları yuvarlayarak keyif çatıyoruz. Dışarıda şakır şakır yağmur yağarken, tatilimizin sonuna geldiğimiz için de biraz hüzünlüyüz. Asıl eğlencenin o noktadan sonra başlayacağını nereden bilebilirdik ki?

Havalimanına doğru yola çıkarken, Başak, uçaktan korktuğunu ve biraya ihtiyacı olduğunu söyleyerek, 10 şişe bira alıyor. Başka bir yer olmadığı için benim bacaklarımın arasında duran bira yığını, avaz avaz söylenen Türkçe şarkıların eşliğinde, yola çıktıktan on dakika sonra bitiyor. 

"Eh biraz daha bira alalım o zaman, havalimanında yokmuş." diyoruz. Direksiyondaki arkadaşımızın elinde bira şişesi ile "Hız limiti neymiş? Aşıp radara yakalanmayalım!" sorusundaki ironilere koparken, yolun ortasında birini görünce durup, "Nereden bira alabiliriz?" diye soruyoruz. Çocuk hepimizin elindeki bira şişelerine ve boş şişe yığınına bakarak "Siz bir doktora görünün!" deme gafletinde bulunuyor. Bizim arabadan cevap hızla geliyor: "Tekelin adı doktor mu?" 

Bizim kahkahalarımızın arasından çocuğun cılız sesi duyuluyor: "Siz bar mı arıyorsunuz, tekel mi?", "Bar biziz bebeğim, tekel nerede?"


Tekel molasından sonra bacaklarımın arasındaki bira şişesi sayısı otuza yükseliyor. Check-in yaptıktan sonra, havalimanının dışında kendimize bir yer bulup, biralarımızı içip, şarkılar söylemeye keyifle sohbet etmeye devam ediyoruz. Bir Türkiye klasiği olarak, eğlenen kızlar herkesi rahatsız ediyor. Bizi uçaktan indirmekle tehdit eden güvenliği "Beni Bozcaada'da atabilir misiniz?" gibi sorularla ayrı kahkaha konusu yaptıktan sonra, oldukça gecikmeli kalkan uçağımızla İstanbul'a geliyoruz.

Aklımızda gerçekliğini sorguladığımız güzellikle anlarla...

Keyifle ve özgür kalın!



Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım