Ben yarın yine yollara düşüyorum. Tenimi artık güneşle ve denizle buluşturmamın, deniz kıyısında kabak çiçeği dolmaları eşliğinde buz gibi biralar yudumlamamın, mis kokulu aftersun kremlere bulanıp akşamüstü uykuları uyumamın, kıpkırmızı bir burunla, mini eteklerden iyi görünecek bir ten rengi ile kavuşmamın zamanı geldi. Gitmeden de size bir kaç harika tavsiye bırakıyorum:
(Doğan Kitap, 288 sayfa)
"İşin içinde bir kaygı, bir sihir, bir büyü olması gerekiyor, yoksa seks jimnastikten ibaret oluyor. Bu kuşkusuz, neden o kadar içtiğimizi de açıklıyor. İnsanın kalbi çarpmıyorsa, en azından başı dönmeli."
Frederic Beigbeder, hayatıma bundan yıllar önce İstanbul Film Festivali'nde izlediğim 99 Francs filmi ile girdi. Şimdi izlesem öylesine bir tutku besler miyim bilmiyorum, ama bundan on sene önce beni inanılmaz etkilemiş ve yıllarca en sevdiğim ilk üç film arasında kalmıştı.
Bu filmin uyarlandığı kitabın yazarı Frederic Beigbeder'di ve yıllar sonra yine karşıma "Romantik Egoist" gibi harika isimli bir roman ile çıktı.
Bu roman, "İnsanlar hayatıma Plaza Athenee Oteli'nin döner kapısından geçer gibi girip çıkıyor." diyen, bütün hayatını seyahat ederek ve havalı partilere katılarak geçiren bir yazarın günlüğü. Entellektüel atıflarla, modern zaman yaşamının hem harika bir eleştirisi, hem de harika bir güzellemesi.
Kah duygusuz bir çapkın olup, birlikte olduğu kadının hamile kalmasından, "Kürtajın üç hafta içinde yapılması öngörülüyor. Ne kadar karışık bir durum. Tam da göğüsleri büyümüşken benden nefret etmeye başlıyor: bundan faydalanamayacağım bile. Memelerinin ve nefretinin hacmi eş zamanlı olarak üçe katlandı." diye bahsediyor, kah aşık oluyor: "Elimi sıktı. Kolumu sıktı. Dirseğimi, pazımı, omzumu, çenemi sıktı. Ağzı gelip ağzıma kondu. Kör, sağır, dilsiz oldum. Bu an için doğmuştum."
Çok basit ve eğlenceli bir dille, harika gözlemlerle dolu bir günlük bu. Kendi günlüğünün temel konusunu "dünyanın diskotekleşmesi" olarak tanımlıyor.
Her gün yazdıkları birbirinden bağlantısız olduğu için, harika bir İstanbul içi yol kitabı. İşe giderken serviste, toplu taşımada, taksinin arka koltuğunda açın bir kaç sayfa okuyun, keyiflenin.
Kitaptan çok sevdiğim cümleler:
Aşk şuna benziyor: İnsanın birini elinden kaçırırsa hayatını elden kaçıracağını hissetmesine.
Bütün aşk girişimlerim ya çok erken ya da çok geç oluyor. Çünkü ben "seni seviyorum" lafını sadece baştan çıkarmak ya da karşı tarafın içini rahatlatmak için söylüyorum.
Dünya gözüme çok bir örnek görünüyor, çünkü havalimanlarından ve diskoteklerden başka hiçbir yere uğramıyorum. Dünyanın her yerinde fonda aynı şarkı var. Küreselleşme ilk başta müzik kanalıyla gerçekleşiyor. Dünya bir dans pisti haline geldi. Bu günlük, yeni bir olgudan bahsediyor: dünyanın diskotekleşmesi.
Kadınlar sevgililerini kocaya dönüştürmek istiyorlar. Erkekler daha iyi değiller: Onlar da metreslerini ev kadınına, dişi kaplanları anneye dönüştürüyorlar. Aşk acısı çekme korkusundan kadınlar da erkekler de farkına varmaksızın, aşk acısını can sıkıntısına tahvil etmeye çalışıyorlar.
Bir türlü tanımlayamadığım son derece bulanık bir şey istiyorum: özgür bir hayat.
Dışarı belamı aramaya çıkıyorum, çünkü evimde fazlasıyla huzur var.
Küreselleşmiş düzende seyahatler muhteşem geçiyor; tabii ki avro sıçmak ve tamamen yüzeysel olmak koşuluyla. Dünyayı dolaşıyorum; ama hiçbir şey görmüyorum, çünkü görecek hiçbir şey yok. Bütün ülkeler benim ülkem gibi. Aynısından tıpkısına uçuyorum. İnsanlar aynı mağazalara gitmek için aynı giyisileri giyiyorlar. Bu tektipliğin tek olumlu sonucu: moda olan her şey elimin altında ve gitmek kalmakla aynı kapıya çıktığına göre, gitmek daha iyi.
Bugün dünyanın bana sunduklarını saydım. Öyle fazla bir şey yoktu. Ama dünya bana yetiyordu.
Özellikle bekar bir kadınsanız, mutlaka ve mutlaka izlemeniz gereken filmlerden. Çünkü kendinizden mutlaka bir şeyler bulacaksınız ve çok eğleneceksiniz.
"Uzun yaşayıp geç evleniyoruz ve partiler bitmeden çok erken ayrılıyoruz. Peki neden anlattığımız bütün hikayeler ilişkilerimizle ilgili?" diye sorarak başlıyor; "Bekar olduğumuz zamanlar, yalnız kalmanın bazen güzel olduğunu anlamamız için iyidir. Ama yalnızlığın ne kadar güzel olmasını istiyoruz? Eğer bekar olmak çok güzel olmaya başlarsa tehlikeli olmaz mı? Çok yalnız olmaya alıştığında harika birisiyle olma fırsatını kaçırmaz mısın?" diye bitiyor.
Filmi izlerken snapchatten paylaştığım ve herkesin "Bu film ne?" diye sorduğu sahne bile filmi izlemek için yeterli bir sebep.
Evde yalnız olduğunuz, canınızın sıkıldığı, yapacak bir şey bulamadığınız bir akşam, sevdiğiniz bir içecek hazırlayıp karşınıza oturun. Çok iyi gelecek.
Galatasaray Lisesi'nin arasından inen yokuşun üzerinde, bir apartmanın teras katı. Boylu boyunca deniz manzarası, açık havada eğlenceli aksesuarlarla dolu bir bar. Henüz herkes tarafından keşfedilmemiş, fiyat - kalite oranı son zamanlarda gittiğim her yerden çok tutarlı, oldukça keyifli bir mekan.
Güneşin batışını leziz kokteylinizi yudumlarken izleyin. Hava karardıktan sonra, arka fonda canlı olarak "Sakın gelme hazır değilim. Deliyim kaç gündür, lodosum tuttu poyrazım soğuk." çalarken gayet lezzetli Meksika yemeklerini mideye indirin.
Tatil planları yapın, yazın hayalini kurun, İstanbul'un tadını çıkartın.
Keyifle ve keşfederek kalın!
Okuyun: Romantik Egoist - Frederic Beigbeder
"İşin içinde bir kaygı, bir sihir, bir büyü olması gerekiyor, yoksa seks jimnastikten ibaret oluyor. Bu kuşkusuz, neden o kadar içtiğimizi de açıklıyor. İnsanın kalbi çarpmıyorsa, en azından başı dönmeli."
Frederic Beigbeder, hayatıma bundan yıllar önce İstanbul Film Festivali'nde izlediğim 99 Francs filmi ile girdi. Şimdi izlesem öylesine bir tutku besler miyim bilmiyorum, ama bundan on sene önce beni inanılmaz etkilemiş ve yıllarca en sevdiğim ilk üç film arasında kalmıştı.
Bu filmin uyarlandığı kitabın yazarı Frederic Beigbeder'di ve yıllar sonra yine karşıma "Romantik Egoist" gibi harika isimli bir roman ile çıktı.
Bu roman, "İnsanlar hayatıma Plaza Athenee Oteli'nin döner kapısından geçer gibi girip çıkıyor." diyen, bütün hayatını seyahat ederek ve havalı partilere katılarak geçiren bir yazarın günlüğü. Entellektüel atıflarla, modern zaman yaşamının hem harika bir eleştirisi, hem de harika bir güzellemesi.
Kah duygusuz bir çapkın olup, birlikte olduğu kadının hamile kalmasından, "Kürtajın üç hafta içinde yapılması öngörülüyor. Ne kadar karışık bir durum. Tam da göğüsleri büyümüşken benden nefret etmeye başlıyor: bundan faydalanamayacağım bile. Memelerinin ve nefretinin hacmi eş zamanlı olarak üçe katlandı." diye bahsediyor, kah aşık oluyor: "Elimi sıktı. Kolumu sıktı. Dirseğimi, pazımı, omzumu, çenemi sıktı. Ağzı gelip ağzıma kondu. Kör, sağır, dilsiz oldum. Bu an için doğmuştum."
Çok basit ve eğlenceli bir dille, harika gözlemlerle dolu bir günlük bu. Kendi günlüğünün temel konusunu "dünyanın diskotekleşmesi" olarak tanımlıyor.
Her gün yazdıkları birbirinden bağlantısız olduğu için, harika bir İstanbul içi yol kitabı. İşe giderken serviste, toplu taşımada, taksinin arka koltuğunda açın bir kaç sayfa okuyun, keyiflenin.
Kitaptan çok sevdiğim cümleler:
Aşk şuna benziyor: İnsanın birini elinden kaçırırsa hayatını elden kaçıracağını hissetmesine.
Bütün aşk girişimlerim ya çok erken ya da çok geç oluyor. Çünkü ben "seni seviyorum" lafını sadece baştan çıkarmak ya da karşı tarafın içini rahatlatmak için söylüyorum.
Dünya gözüme çok bir örnek görünüyor, çünkü havalimanlarından ve diskoteklerden başka hiçbir yere uğramıyorum. Dünyanın her yerinde fonda aynı şarkı var. Küreselleşme ilk başta müzik kanalıyla gerçekleşiyor. Dünya bir dans pisti haline geldi. Bu günlük, yeni bir olgudan bahsediyor: dünyanın diskotekleşmesi.
Kadınlar sevgililerini kocaya dönüştürmek istiyorlar. Erkekler daha iyi değiller: Onlar da metreslerini ev kadınına, dişi kaplanları anneye dönüştürüyorlar. Aşk acısı çekme korkusundan kadınlar da erkekler de farkına varmaksızın, aşk acısını can sıkıntısına tahvil etmeye çalışıyorlar.
Bir türlü tanımlayamadığım son derece bulanık bir şey istiyorum: özgür bir hayat.
Dışarı belamı aramaya çıkıyorum, çünkü evimde fazlasıyla huzur var.
Küreselleşmiş düzende seyahatler muhteşem geçiyor; tabii ki avro sıçmak ve tamamen yüzeysel olmak koşuluyla. Dünyayı dolaşıyorum; ama hiçbir şey görmüyorum, çünkü görecek hiçbir şey yok. Bütün ülkeler benim ülkem gibi. Aynısından tıpkısına uçuyorum. İnsanlar aynı mağazalara gitmek için aynı giyisileri giyiyorlar. Bu tektipliğin tek olumlu sonucu: moda olan her şey elimin altında ve gitmek kalmakla aynı kapıya çıktığına göre, gitmek daha iyi.
Bugün dünyanın bana sunduklarını saydım. Öyle fazla bir şey yoktu. Ama dünya bana yetiyordu.
İzleyin: How To Be Single
"Uzun yaşayıp geç evleniyoruz ve partiler bitmeden çok erken ayrılıyoruz. Peki neden anlattığımız bütün hikayeler ilişkilerimizle ilgili?" diye sorarak başlıyor; "Bekar olduğumuz zamanlar, yalnız kalmanın bazen güzel olduğunu anlamamız için iyidir. Ama yalnızlığın ne kadar güzel olmasını istiyoruz? Eğer bekar olmak çok güzel olmaya başlarsa tehlikeli olmaz mı? Çok yalnız olmaya alıştığında harika birisiyle olma fırsatını kaçırmaz mısın?" diye bitiyor.
Filmi izlerken snapchatten paylaştığım ve herkesin "Bu film ne?" diye sorduğu sahne bile filmi izlemek için yeterli bir sebep.
Evde yalnız olduğunuz, canınızın sıkıldığı, yapacak bir şey bulamadığınız bir akşam, sevdiğiniz bir içecek hazırlayıp karşınıza oturun. Çok iyi gelecek.
Gidin: Los Altos
Güneşin batışını leziz kokteylinizi yudumlarken izleyin. Hava karardıktan sonra, arka fonda canlı olarak "Sakın gelme hazır değilim. Deliyim kaç gündür, lodosum tuttu poyrazım soğuk." çalarken gayet lezzetli Meksika yemeklerini mideye indirin.
Tatil planları yapın, yazın hayalini kurun, İstanbul'un tadını çıkartın.
Keyifle ve keşfederek kalın!
1 yorum:
bahsettiğin kitap bende yine uzun zamandır düşündüğüm, zamparalar ve edebiyatın nasıl bizi onları anlamaya mecbur bıraktıgı duygusunu yarattı.erkek dili.
belkı de bana tersi duyguyu hıssettırdıgın ıcın ,(kadınları anlatan şeyler yazman) blogunu zevkle takıp ediyorumdur :)
Yorum Gönder