26 Şubat 2013

Evlilik Falı!

"Şimdi bu olayı çözmek için çocukluğunuza inelim." 

Psikologların bu meşhur yaklaşımı malum hepimizin çeşitli esprilerinin konusu. Çocukluğa inme mevzusunu günlük hayatımızda çok ciddiye aldığımız söylenemez. 

Annem her akşam yaptığımız telefon konuşması için akşam beni aradığında da hiç çocukluğuma inme niyetim yoktu. Doğal olarak. 

Annemle her akşam konuşuruz, bazen ne var ne yok ile kısıtlı on saniyelik konuşmalar olur bunlar. Bazen iş havadisleri, ortak tanıdık dedikoduları, yaşanan komik veya sıkıntılı olaylar derken saatleri bulur. 

Bu akşam "Tam senlik bir eğitim vardı bu akşam eczacı odasında." diye açtı telefonu. "Evlilik Falı" diye ekledi.

"Fala inanma, falsız kalma"nın bir adım ötesindeyim ben. Sürekli fal baktıran, fal için dünya kadar para harcayan, baktırdığı hiçbir falı unutmayanlardan değilim; ama severim falcı muhabbetini. 

Bir nevi sıkıntılardan arınma ve güzel umutlarla dolma seansı gibi gelir, söylenenler tamamen palavra bile olsa. Özellikle de yaşadığım ilişkide veya çalıştığım işte sorunlar yaşıyorsam, ihtiyaç duyarım bir fal baktırmaya. Hatta öğle molasında, ofisten kızlarla koşa koşa falcı yolu tutup, fal çıkışında koşa koşa geri dönmek gibi maceralarımız bile var böyle "ihtiyaç" (!) anlarında. 

Gerçekten de "Evlenecek miyim? Evleneceksem nasıl bir adamla evleneceğim?" sorusuna saracak olsam, kapısını çalacağım ilk kişi arkadaşlarımın "Valla her şeyi biliyor." dediği bir falcı olur. 

İyi de annem eczacı odası diyordu, eğitim diyordu. Bir de evlilik falı diyordu. Bu işte bir çelişki yok muydu? Bilimsel bir kurumun fal bakma eğitimi verecek hali yoktu ya.

Meğerse Doktor Levent Soylu'nun gayet bilimsel verilerden yola çıkarak, gelecekte yapacağımız evlilik hakkında bilgi sahibi olmamızı veya hali hazırda yapmış olduğumuz evliliği anlamlandırmamızı sağlayan eğitiminin adıymış Evlilik Falı.

Levent Soylu, nasıl bir eş seçeceğimize yaklaşık altı yaşındayken karar verdiğimizi iddia ediyormuş.

"Peh saçmalık. Yine 'çocukluğumuza inelim'ler başladı." oldu ilk tepkim.




Sonra annem, Levent Soylu'nun verdiği bir kaç örneği aktarmaya başladı. 

Doğduğumuz andan itibaren annemizle babamızın ilişkisini izlemeye başlarmışız. En anlamıyor veya aslında başka şeyle ilgileniyormuş gibi göründüğümüz zamanlarda bile aslında bilinç altımıza bu ilişki ve ilişkinin iki tarafının tavrı kaydolurmuş. İçten içe birini haklı bulurken, diğerine öyle davrandığı için kızarmışız. Haklı bulduğumuz kişi bizim rol modelimiz haline gelir ve ironik bir biçimde tam da kızdığımız kişiye benzer karakterde biriyle evlenirmişiz.

Örneğin çocukluğunda eve sarhoş gelen bir baba ve o sarhoş babanın kötü tavrına maruz kalan bir anne ile büyüyen bir çocuk, bu ilişkide anneyi rol model olarak seçer, babaya kızarmış. Daha sonra o çocuk, çok büyük bir ihtimalle bilinçaltının yönlendirmesi olarak, alkol problemi olan biriyle evlenirmiş. Zamanında düzeltemediği babasının yerine, başka bir insanı düzeltme arzusuyla... "Ben onun ilgisini kazanacağım, içimdeki çaresiz çocuğu kurtaracağım." gayesiyle.

Birkaç sorudan oluşan evlilik falı ile, bir insanı neden eş olarak seçtiğinizi anlayabiliyor ve onunla yaşayacağınız sorunları öngörebiliyormuşsunuz.

İlgimi çekmişti çekmesine de, taşlar yerine oturmamıştı. Annem, ailemizden birkaç örnek vererek, bu aşk falını destekleyici örnekler ortaya koysa da, ben ikna olmamıştım. Çünkü benim geçmiş dönem hafızamda doğrudan annem ile babamın ilişkisine dair bir hatıra bulamadım.




O yaşlara dair hatırladığım anıları yokladığımda, annem de vardı, babam da vardı, hatta dedem, babaannem ve anneannem de vardı. Ama annemle babamın ikili ilişkisine dair bir hatıraya ne kadar zorlarsam zorlayayım ulaşamadım.

Anneannemin İstanbul'dan gelirken, bana o dönemlerde Adana'da bulunmayan Kinder Suprize getirmesini ve o yüzden onu havaalanında heyecanla beklediğimi, 

Babamın geceleri bana legolarımdan, devasa ve cam kapı pencere her detayı olan havalı evler tasarlamasını,

Annemin beni mutfak tezgahına oturtup, birlikte yumurta boyamamızı veya renkli hamur yapmamızı,

Oldukça heybetli bir cüssesi olan dedemin bacak bacak üstüne atarak bana yarattığı balkonda oturmamı,

Babaannem ile Amerikan Pazarı'na bana Barbie parfümü almaya gitmelerimizi hatırlıyordum.

Hatırladığım bütün hatıralar, etrafımdaki insanların doğrudan benimle ilgilendiği, bana zaman ayırdığı, benimle oynadığı anlardı. Muhtemelen sülalenin ilk torunu olmanın ayrıcalığı ile ilk altı yaşımı herkesin bana odaklı olması şeklinde geçirmiştim, beni kapsamayan bir ikili ilişki yoktu etrafımda.

Annemin eğitimde öğrendiği soruları cevapladıktan sonra, annemden şöyle bir çözümleme geldi: "Hmmm sen muhtemelen karşındaki insandan normal dışı bir ilgi bekliyorsun. Senin birlikte olacağın insanın sana zaman ayırması, sana sevgisini sürekli göstermesi, seninle birlikte bir aktivitelere girmesi, jestler yapması, bir tane olduğunu hissettirmesi gerekiyor. Ve hatta büyük ihtimalle yaşayacağın sorun, farklı farklı kişilerden sürekli aralıksız ilgi görmüş olman sebebiyle, bir kişinin sana göstereceği ilgi ve sevgiyi az ve yetersiz bulmak olacak" dedi. 

Yok artık! 

Belki başka bir gün annemle bu diyaloğu yapmış olsak, bir kulağımdan girip diğer kulağımdan çıkabilirdi. Üzerinde durmayabilirdim.

Ama...

Bugün Mr. Feelgood ile kapışma sebebimiz tam olarak da buydu. Sevgisini az ve öz göstermeyi seven, sürekli sevgi gösterileri yapmayı yapmacık bulan bir adam olan Mr. Feelgood'a daha bugün ben "Beni sevdiğini ve özlediğini hissedemiyorum" diye kıyameti koparmıştım.

Sonra da kendi kendime aslında sevgisiz büyümüş veya özgüvensiz bir insan değilim, nedir peki bendeki bu sevgi açlığı, sürekli ve daima sevildiğini hissetme ihtiyacı diye kafa patlatmıştım. Oysa ki bilinçaltıma yerleşmiş olan aşırı ilgiydi sebebi!

Taşlar yerli yerine oturdu. Belki de gerçekten onun "az göstermesi" değildi sorun, benim ihtiyacımın ve beklentimin "normalden fazla" oluşuydu.

Baktım bir kitabı var mı diye Levent Soylu'nun bulamadım. Ama yine de oturun bir düşünün çocukluğunuzu, annenizin babanızın ilişkisini. Belki de üzerinde çok düşündüğünüz ama bir türlü bulamadığınız bir sorunun cevabını da böylelikle bulacaksınız.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Bu "fazla ilgi" isteme konusuna pek katılmıyorum. Açıkçası büyk şehirde, hele ki İstanbul gibi zamanı sömüren bir şehirde, meslek sahibi iki yetişkinin ilişkisinde fazla ilgi istemek gibi bir durumun olabileceğine inanmıyorum. İşten, yolda geçen saatlerden arta kalam zamanlar o kadar az ki gösterilen ilginin, sevginin yetmemesi kadar doğal bir durum olamaz. Birlikte geçirilen sürenin tamamı kaliteli zaman denen şey değil çünkü. İnsanın sevildiğini hissetmesi için tarafların birlikte olduğu süre boyunca dikkatlerinin birbiri üzerinde olması gerekir. Yani nebileyim, uyunan, arkadaş gruplarıyla birlikte geçirilen zaman ayrı bence. 24 saatinizi birlikte geçirmiyorsanız sizde sorun yoktur, kendinizi sakın suçlamayın. İlişkilerden beklentilerinizi de düşürmeyin bence.

Adsız dedi ki...

Oha bu yazıyı çok sevdim keşke Levent Soylu'yu dinleme şansım olsaydı


Canan

Pinterest'im

Instagram'ım