12 Nisan 2014

Not Defterim: Fırında Mücver, Beymen Zorlu, Büyük Budapeşte Oteli, True Detective


Sürekli hava değişikliğinin bünyemde yarattığı sersemlik, dopdolu bir ajanda ile birleşince olan Mushaboom8'e oldu; yazamaz oldum. 

Bu aralar okuduğum Osho kitabı diyor ki, 


"Aktivite bir uyuşturucudur, kendini unutursun ve kendini unuttuğun zaman hiçbir endişen tasan ya da kaygın kalmaz. O yüzden sürekli aktif olma ihtiyacındasın; bir şey ya da başka bir şey yapıyorsun, ancak hiçbir zaman bir şey yapmama çiçeğinin içinde açmasına izin vermiyorsun."


Gerçekten hayatımın temel ihtiyaçlarını erteleyecek kadar büyük bir aktivite bağımlısıyım ben. Kitaptan çok etkilenirsem "hiç bir şey yapmama çiçeğini açtırmaya" niyetlenebilirim, ama şimdilik aktivitelerimle buradayım:


1) Zeytin Dallım ve Çatlak Döner:


Akatlar civarında çalışanlar bilir, öğle yemeğinde gidilebilecek yerler oldukça kısıtlıdır. Aslında etrafta onlarca seçenek vardır, ama hepsi taksicinin kısa mesafe diyeceği kadar yakın, ama bir saatlik öğle molasında yürüyerek gidip yemek yiyip dönülemeyecek kadar uzaktır. Gerçekten yakın üç beş seçeneğin de (Sosa, Cookshop, Maria'nın Bahçesi, Tribeca...) artık menüsü ezberlenmiş haldedir. 


"Öğle yemeğinde ne yesek?" beyin fırtınalarımız ile bu civarda iki harika keşfimiz oldu.



Biri Zeytin Dallım. Leziz ev yemekleri yapıyor. Seçenek bol, sunum güzel, fiyatlar uygun. Sadece yoğun talep yüzünden, masayı çok hızlı boşaltmanız bekleniyor, tabağınıza odaklanmayıp sağınıza solunuza bakmaya başlarsanız, bir bakıyorsunuz ki garson tabağınızı alıp götürmüş bile! Orada yediğim fırında mücver, görüntüsü pek çaktırmasa da bu hafta yediğim en güzel şeydi, bir yerlerde denk gelirseniz atlamayın. 




Aynı bölgedeki bir paket servis harikası da Çatlak Döner. Sade döneri de oldukça lezzetli; ama bizim ofiste asıl rağbeti mantarlı cheddarlı ile beğendili versiyonları görüyor. Çok başarılı, aklınızda bulunsun.


2) Beymen Zorlu:


Alışveriş merkezi konseptinden çok hoşlanmasam da, Zorlu'daki Beymen'i gerçekten beğeniyorum. Diğer Beymenlerin aksine lüks havasını yok etmeden, o kasıntı havayı kırılarak rahat bir ortam yaratılmış burada. Üstelik de her bütçeye göre bir şeyler bulmak mümkün. Kırtasiye bölümünü henüz gezmediyseniz, sırf o esprili parçalar için bile gidebilirsiniz. 


Bu cuma iş çıkışında, mastercard'ın ile Nars'ın işbirliğindeki makyaj etkinliği için, yogitamı da kaparak, Beymen Zorlu'nun yolunu tuttum. Monocle Dergisi'nin  "Best New Beauty Hall" sıralaması arasında saydığı bu kozmetik departmanında, bir saat boyunca bir makyaj uzmanı ürünleri yüzüme uygulayıp, sorduğumuz her soruyu sabırla cevapladı. 





Elmacık kemikleri nasıl belirgin hale getirilir, burun nasıl kaldırılır, eyeliner nasıl çekilir gibi makyaja ilişkin öğrendiğim püf noktaları kendim uygulamayı başardığımda sizinle paylaşacağım, böyle güzel ve bir kısmı da ücretsiz etkinliklere katılmak isterseniz ve bir mastercard sahibiyseniz Priceless'ı takipte kalın.

3) Büyük Budapeşte Oteli:


İstanbul 32. Film Festivali kapsamında ilk izlediğim film Büyük Budapeşte Oteli oldu. 

Kremalı pasta gibi bir film bu, izliyorsunuz ve mutlu oluyorsunuz.



Film artık eski şaşalı dönemini geride bırakmış Büyük Budapeşte Oteli'nin sezon dışı yalnız ve garip müşterileri ile başlıyor. Bir gün bu yalnız ve garip müşterilerin arasına katılan yeni kişinin kim olduğunun merakına düşen yazarımız, o kişinin otelin sahibi Mustafa olduğunu öğreniyor. Kendisine "Bu oteli nasıl aldınız?" diye soruyor. O da "Almadım" diye cevap verip, bir akşam yemeğinde 1932'den itibaren hikayeyi anlatmaya başlıyor.





Biz hikayeyi masal kitabı gibi bölüm başlıkları ile izliyoruz. Her bir sahne o kadar simetrik ve o kadar kusursuz bir fotoğraf karesi ki, filmin  her dakikasından mükemmel posterler yapılabilir. Oyuncu kadrosu inanılmaz başarılı. Ben bunu araştırmadan filmi izlemeye gittiğimden her bir sahnede sürpriz bir isim karşıladı beni: "Aaa Edward Norton!", "Ahaha Adrian Brody'e bak!"...







Filmde aşk var, Naziler var, aksiyon var, sınıf ayrımcılığı var, cinayet var... Ama bütün bunlar o kadar absürd ve o kadar masalsı bir bütünlük içinde birbirini tamamlıyor ki...




Sadece film festivali kapsamında da gösterilmiyor, vizyona da girdi bildiğim kadarıyla. Bu haftasonu bitmeden izleyin, mutlu olun!



THE GRAND BUDAPEST HOTEL OFFICIAL TRAILER from total:spec on Vimeo.


4) True Detective: 

Uzun zamandır dizi izlemiyordum ki, Mr. Feelgood "Sana bir dizi izletmek istiyorum, inanılmaz" diye tutturdu. Polisiye olduğunu öğrenince burun kıvırdım; ama bugüne kadar romantik komedilerin prensi olup bir anda hem Dallas Buyers Club hem de The Wolf of Wall Street'te harikalar yaratmış Matthew Mcconaugney'in hatırına izlemeye başladım.


İlk oturuşta iki bölüm, ikinci oturuşta üç bölümü ardı ardına devirdim. Ertesi günler iş günü olmasaydı, muhtelen şimdiye kadar bitirmiş olurdum. ("Ben, ben" diye buradan artistlik yapmama bakmayın, izlerken o kadar korkup geriliyorum ki, "ben" kadar yalnız bir halimle izleyemiyorum. :) ) 

 True Detective'e dizi demek haksızlık olur, pekala film kıvamında izleyebilirsiniz. Dizide dram, aksiyon, aşk, hayat her şey tam dozunda, senaryo, oyunculuk, kurgu her şey on numara beş yıldız. IMDb puanı da şu an 9,4 diyerek ne kadar iyi olduğunu kısa yoldan ifade edebilirim sanırım. 


HBO's True Detective - Main Title Sequence from Patrick Clair on Vimeo.

1 yorum:

Deniz Evin dedi ki...

Canım senin makyaja mı ihtiyacın var sanki :* Tam da bu aralar dizi arayışı içerisindeyken bu tavsiye harika oldu, öperim çok Sezeenn :)

Pinterest'im

Instagram'ım