10 Haziran 2014

Urfa - Adıyaman yolunda: Lost Highway

Sevgiliyle tatil denildiğinde insanın aklına hep romantik ve sakin kareler gelir değil mi? Ben ve Mr. Feelgood da tatillerimize hep arabada sevdiğimiz şarkıları dinleyerek, oh ne güzel koşturmamız gereken hiçbir yer olmadan bir sürü zamanımız olacak diyerek, huzurlu ve sakin bir ruh halinde başlıyoruz.

Ben genel olarak miskinliğe çok uzun süre katlanamıyorum, iki saat hiçbir şey yapmadan dursam, bütün hayatımı boşa harcamışım gibi panik ataklar geçirmeye başlıyorum ve pişmanlık krizlerine giriyorum. "Şuraya mı gitsek? Şunu mu yapsak?" Tekliflerim beklediğim ilgiyi göremezse de, cadılık yapmaya başlıyorum: "Biz hiçbir şey yapmayan, kırk yıldır evli gibi takılan sevgililerden mi olacağız?!!"...

Neyse ki Mr. Feelgood da öyle koyduğun köşede saatlerce duran adamlardan değil, uyumlu, hareketli ve spontane planlara açık. Geçen sene Adrasan'da sahilde güneşlenirken, huzurun popomuzu tırmaladığı dakikalarda, Gelidonya Feneri'ne tırmanmaya karar vermemize ve sonra oradan geri dönerkenki halimize bir senedir gülüyoruz. Benim elimdeki kocaman ve içinde işe yarar hiçbir şey olmayan çantam da o günden bugüne büyük espri konusu. 

Ve sanıyorduk ki, o Gelidonya Feneri günü, hayatımız boyunca anacağımız en büyük maceramız olacak. Değilmiş!


Hava şartları nedeniyle iptal olan uçaklar, doğudaki havalimanlarının pek çoğuna uçan tek bir havayolu şirketi olması ve günde tek sefer düzenlenmesi gibi pek çok sebeple İstanbul'a dönüş bileti bulamıyorum. Hayatımda o güne kadar olmayan bir kavram: uçak bileti bulamamak. Gittiğim her yerden İstanbul'a son dakikada dönmeyi başarmış bir insanım; ama Mardin'den dönemiyorum. Business bile uçarım diyorum, "Uçak da bilet de yok hanımefendi!" cevabı alıyorum.

Mardin'den İstanbul otobüsüne biniyoruz. Arka koltukta düşünceler içindeyiz, İstanbul'a kadar gitsek bile ben pazartesi sabahı ofiste olmayı başaramayacağım. Otobüs öğlene doğru İstanbul'a varacak, otogardan eve git, duş al, iş kıyafetlerini giy, ofise git derken zaten mesai saati bitecek. 

İkinci bir seçenek olarak, Adıyaman'dan İstanbul'a Ankara aktarmalı bilet var. "Otobüsten Gaziantep'te inelim, gece Adıyaman'a geçelim, Nemrut'a çıkalım, sonra İstanbul'a dönelim o zaman. Zaten yaklaşık aynı saatlerde İstanbul'da oluruz otobüsle gitsek de." diyoruz. Kulağa gelişi şahane. Gelgelelim gün boyu Gaziantep'ten Adıyaman'a saat başı minibüs kalkıyor, ama gece yok. Onlarca telefon konuşması yapıyorum, sonra aklımıza daha Mardin'e gelmeden önce, tur opsiyonlarını düşünürken konuştuğumuz bir adam geliyor. Bizi Gaziantep'ten alıp Nemrut'a çıkarır mı diye sormak için arıyoruz. "Gaziantep uzak, siz Antep Urfa yol ayrımında inin, ben şöförü yollar, sizi oradan aldırırım." diyor. 

Sürekli yanımıza gelip bizimle muhabbet kurmaya çalışan muavine söylüyoruz, telefonu alıp şoföre götürüyor. İkisi konuşup anlaşıyorlar. Daha doğrusu biz konuşup anlaştıklarını sanıyoruz. Muavin bize "Hadi toparlanın, sizin ineceğiniz yere geldik. Köprüden aşağı inin, sizi orada bekleyecekler." diyor. İtirazsız iniyoruz. İndiğimiz anda da başımızdan aşağı kaynar sular dökülüyor. Bir otobüsten inilmesi gereken en son yerdeyiz: Otoyol üst geçidindeyiz!! Köprüden aşağı inin dediğinde, ben metrobüs üst geçidi gibi bir şey canlandırmıştım gözümün önünde merdivenli filan. Yok! Bildiğimiz otoyol üst geçidi, yanındaki sarp yamaçtan yuvarlanmayı bile göze alsak, inebileceğimiz yer otoyol. Bir de çook uzaklarda bir petrolün ışıkları görünüyor.

Mr. Feelgood ve ben sırt çantalarımız ile nerede olduğumuzu bile bilmediğimiz bir otoyolun kenarında gecenin bir vaktinde kalakalıyoruz. Sarı saçlarımla yanlış anlaşılmalara neden olmamak için, Süryani şalımdan kendime bir türban yapıveriyorum. Bizi alacak olan şoförü arıyoruz, "Ben konuştuğumuz yerde bekliyorum sizi, dörtlüleri yaktım, görüyor musunuz beni?" diye soruyor. Görmüyoruz. "Neredesiniz, etrafınızda ne var?" diye soruyor. Adıyaman, Mardin, Urfa tabelası dışında hiçbir şey yok.

Otoyol kenarında kalakalmış halde, muavine küfrederek, ardı ardına sigaralar yakarak, bizi alacak adama görebildiğimiz bütün tabelaları okuyoruz. Tarife yarar hiçbir şey yok etrafımızda, adamın bizi bulabileceğinden umudu kesip polisi aramaya karar veriyoruz. O sırada önümüzde bir araba duruyor, yıllarca otobüs şoförlüğü yapmış, Murat Abi, otobüs istikametini takip ederek bizi buluyor. O anda yeryüzünde en çok sevdiğimiz insan o, arabaya kurulduğumuz anda keyifleniyoruz: Kurtulduk!

Biraz gittikten sonra, Murat Abi, "Yok vallaha billaha dönüş yok bu yolda. Böyle gidersek Antep'e kadar gideriz." diyerek, otoyolda bir U dönüşü yapıyor. Mr. Feelgood ile şaşkınlıkla birbirimize bakıyoruz ve o sırada otoyolda ters yönde selektör yapa yapa gitmeye başlıyoruz. Biz put gibi arka koltukta kalmışken, Murat Abi telefonda "Yok şimdi iki tane misafiri aldım, otobanda ters yöne gidiyoruz. Sen ne yapıyorsun?" diye konuşurken, biz içinde bulunduğumuz durumu kavramaya çalışıyoruz.

20 kilometre kadar otoyolda ters yöne gittikten sonra, doğru yöne dönünce yaşadığımız rahatlamayı kelimelerle ifade etmeme imkan ve ihtimal yok. Gerçekten! Önce Adıyaman'a, sonra Kahta'ya varıyoruz. Birkaç saat sonra Nemrut'a doğru yola çıkmak için uyanmamız gerekecek, ama o an bizim için hiçbir şey dert olamaz. Kahkahalar ile gülmeye başlıyoruz. 




Nemrut yolunda o kadar baygın uyuyoruz ki, şoför abi arkadaşlarına espriler yapıyor: "Yaktım benim cigaralardan iki tane, bayıldı şehirliler, Nemrut'a kadar gözlerini açamadılar." diye. Nemrut'a güneşin doğuşunu izlemeye çıkıyoruz, ama otoyolda kalma ve otobanda ters yöne gitme maceralarından sonra sabahın körü demeden bir şişe kırmızı şarap alıyoruz yanımıza. Ve başlıyoruz tırmanmaya...













Bu benim Nemrut'a ilk çıkışım değil, yıllar önce bir kere daha çıkmıştım  ve umarım daha defalarca yolum düşer. Onlarca fotoğraf paylaşsam ve sayfalarca yazsam dahi orada güneşin doğuşunu izlerkenki anı tarif etmemin mümkün olduğunu sanmıyorum. Aklınızın içinde oradan oraya koşan bütün düşünceler yok oluyor, kimsiniz, ne iş yapıyorsunuz, neler yapmanız lazım hiçbirinin anlamı kalmıyor. Gerçekten o an, "o an"dan başka bir şey düşünmüyor insan. 







Her yazımda şunu yapın, bunu tavsiye ediyorum diyip durduğumun farklındayım; ama Nemrut bambaşka. Eğer henüz Nemrut'a çıkıp da gün doğumunu izlemediyseniz hayatınızda gerçekten bir eksik var. Yapmanız gereken tek şey yazın ortasında bile olsa olsanız kazak ve montunuzu çantanıza koyup, gidiş dönüş bir Adıyaman bileti almak. Sizi havalimanından alacak, otelinde konaklatacak, sabaha karşı uyandırıp Nemrut'a çıkaracak kişi de İrfan Abi. Kendisi bizzat yapmıyor, ama süper karakteristik lokallerden oluşan bir ekibi var. Azra Akın'dan bizim okulun profesorlerine kadar herkes onun ekibiyle geziyor Anadolu'yu... Turunuzun kapsamına nelerin dahil olacağı tamamen sizin keyfinize bağlı. Siz aklınızdaki planı söylüyorsunuz, o size fiyatı, anlaşırsanız, geri kalan her şeyi hallediyor.  "Aman terör, aman gidilmez, aman çok tehlikeli!" denilen her bölgede de vızır vızır turistleri gezdiriyor. Yalnızca yağmur yağmayacağına garanti veremiyor. Biz otoyoldan kurtarılma, otelde konaklama, Nemrut ve çevresi turu, havalimanına transfer için 200 TL ödedik. (İletişim bilgileri için bana e-mail ile ulaşabilirsiniz.)




Bu bölgede gezilecek yerlerin başını şüphesiz Nemrut çekiyor; ama gitmişken M.Ö 3. Yüzyıldan kalma Arsemia Ören Yeri'ni de pas geçmeyin. El toklaşma heykeli, el sıkışmanın ne kadar eski bir alışkanlık olduğunun kanıtı. Bir de bu heykelin yanında bir mağara var ki, hayatımda gördüğüm gerçekten en ürkütücü ve çekici mağara. Sonsuza kadar gidiyormuş gibi görünüyor ve feneriniz varsa gerçekten sonuna kadar inebilirsiniz.





Cendere ve Şeytan Köprüleri de gezilebilecek diğer tarihi yerler; ama Nemrut geziniz bittiğinde aklınızda kalacak olan tek şey muhtemelen sabah izlediğiniz güneşin doğuşu olacak...





Şimdilik Doğu yazılarının sonuna geldik. Yazın son demlerinde bir de Van gezisi ayarlamak fena halde aklımda, kalbimde... Yaşadığımız ülkede gezilecek çok yer, keşfedilecek çok lezzet, önyargıları yıkacak çok sohbet var. Kendinizi sınırlamayın, paket turları boşverin, gezin, macera yaşayın, yerel halkla kaynaşın, deneyimleyin, değişin.

Bu yazının sonuna da yolda en çok dinlediğimiz şarkıyı koymazsam olmaz tabii :)



2 yorum:

S dedi ki...

resmen aşırı keyifle okudum yazıyı. türk kahveme denk geldi yine. yaşadığınız macera beni mutlu etti. yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştirdi ^.^

sevgiler,
Sevgican

Unknown dedi ki...

Harika memleketimin.nemruduna da cikmissin kotu seyler olmus hep aksilik ama fotograflar sper

Pinterest'im

Instagram'ım