11 Mart 2015

Balık, köfte, rakı, manzara, rüzgar: Kıyıköy

Biz kızlar, bir araya geldiğimiz zaman erkekler hakkında konuşmaya bayılırız. İçimizden birinin hayatında yeni bir adam varsa, bu sohbetlerde o kişi gerçekten önemli bir gündem maddesi olur. O kadar ki, hayatımda görmediğim pek çok adam hakkında inanılmaz geniş bilgi sahibiyim bu sayede.

Ama öyle gündem işgal edecek yeni birisi yoksa bile, biz yine erkekler hakkında konuşuruz; ama bir kişi özelinde değil. Daha genel biçimde. Defalarca konuştuğumuz, tartıştığımız, akıl yürüttüğümüz konulardan bir tanesi de "Bir adamı değiştirmek mümkün mü?" olmuştur.

Huylu huyundan vazgeçmez örneklerinin çokluğu kadar, pek çok değişim hikayesine de tanık olduk. Net bir karara varamamış olsak da, bence bir insanın karakter özelliklerinin veya ilişkiyi nasıl konumlandırdığının değişmesi çok olası değil.

Örneğin, sinirli bir karakterin, her olay karşısında sakin ve mantıklı bir insana dönüşebileceğine veya kadının yalnızca kız arkadaşları ile görüşmesini kabul eden bir ortamda büyümüş bir adamın, kadının erkek arkadaşları ile çıkıp kokteyl devirerek sohbet etmesini çok doğal karşılayacak biri olabileceğine açıkçası ben inanmıyorum. Olsa olsa, yıllar içinde tepkilerini biraz dizginlemeyi öğrenebilir.

Diğer yandan, alışkanlıklar ve zevkler konusunda çiftlerin birbirini inanılmaz etkileyebileceğini ve değiştirebileceğini düşünüyorum. Çünkü hayatınızdaki adama/ kadına eşlik ederken, onun yaptıklarını deneyimliyorsunuz, bazılarından keyif almaya başlıyorsunuz ve bir bakıyorsunuz sizin de hayatınızın bir parçası olmuş.

Örneğin biz Mr. Feelgood ile iki yıl içinde, bu etkileşim sonucunda birbirimizin hayatında bir sürü değişikliğe neden olduk. Ben tam bir Avrupa yakası insanıyken, Anadolu Yakası'ndan hiç hoşlanmazken, o bana "Cihangir'e gidelim mi?" diye sorduğunda, "Moda'ya gitsek ya..." demeye başladım; onunla birlikte çocukluğumdan beri sürmediğim bisiklete tekrar alıştım, havalar güzelleşse de bisiklete binsek diye beklemeye başladım; blush veya beyaz şarabı tercih ederken tam bir kırmızı şarap tutkununa dönüştüm, artık her zaman her yerde tercihim kırmızı şarap; film ve müzik konusunda da bana çok katkısı oldu.

Diğer yandan, ilişkinin başlarında ben çılgın gibi sosyal medya kullanırken ve o benim kullandığım uygulamalara oldukça önyargılıyken, zaman içinde bazılarını benden çok daha efektif kullanır oldu; karidesi sevmeye ve hatta benden önce sipariş vermeye başladı, tiyatro gibi etkinliklerin müdavimi oldu. Beni asıl mutlu eden değişim ise, seyahat konusunda.

İlişkinin başlarında ben bir yerlere gitmek için yanıp tutuşurken, ondan sürekli "Bakarız." cevabını alıyordum. Kavga çıkarmadığım veya yılbaşı, doğum günü hediyesi olarak aylar sonrasına bilet alıp emrivaki yapmadığım sürece birlikte hiçbir yere gidemiyorduk. Derken derken bir kaç kere onu zorla bir yerlere sürükledikten sonra, o da bundan inanılmaz keyif almaya başladı.

Opener Festival'den sonra Krakow'da "Ben artık bittim, sen ne istiyorsan yap." diye isyan ettiğinde, kendimi sokaklara attığımda ilk işim Ausschwitz'i gezmek için ikimize tur ayarlamak olmuştu. "Yarın sabah, 7:00'de meydanda olmamız lazım." diye eve geri döndüğümde, sabahın köründe kalkmak istememiş, Ausschwitz'e gitmekle kesinlikle ilgilenmemiş ve beni gitmekten caydırmak için elinden geleni yapmıştı. Sonra o üç ülkeyi kapsayan seyahat içinde en çok Ausschwitz'ten etkilenmişti. : )

Şimdi, "Belgrad biletini al artık." diye beni bilet almak için sıkıştırıyor, hava yollarının kampanyalarını benden sıkı kovalayıp, "Şuraya mı gitsek?" teklifleri ile geliyor. Ve tabii ben buna bayılıyorum!

Yine Mr. Feelgood organizasyonunda bir haftasonu İstanbul'dan Kıyıköy'e doğru yola çıktık.


Kıyıköy, Trakya'nın Karadeniz sahilinde, Kırklareli'ne bağlı bir köy. İstanbul'dan Kıyıköy'e gitmek yaklaşık iki saat sürüyor ve giderken yolun bir kısmı çirkin kasabaların içinden geçtiğinden tatsız; ama Kıyıköy'e yaklaşırken, iki tarafı ağaçlarla çevrili çok keyifli bir yol halini alıyor.

Kıyıköy turistlerce daha çok deniz sezonunda tercih ediliyormuş, ama yazın tıklım tıklım olduğundan, restoran ve otellerde yer bulmak imkansız hale geliyormuş. Kafa dinleme kaçamağı yapmak için, kış aylarında İstanbul'a yakınlığı ile güzel bir istikamet olabilir.

Kıyıköy'de yapılacak şeylerden ilki Aya Nikola Manastırı'nı gezmek.



Burası, dünyanın en eski taştan oyulmuş manastırlarından biri. Zamanında zemin katı kilise, alt katı ise ayazma olarak faaliyet gösteriyormuş. Malesef hiç iyi korunmamış; ama bütün bakımsızlığına rağmen hala oldukça etkileyici.







Sonra Aya Nikola Manastrı'nın hemen önündeki köprüden derenin karşı tarafına geçebilir ve yeşilliklerin arasında yürüyüş yapabilirsiniz. Daha sıcak aylarda bu derede, deniz bisikletine binmek de mümkün.



Yalnız kış veya bahar aylarında gidecekseniz ve yürüyüş yapmaya meraklıysanız, trekking ayakkabıları götürmenizi ve kulaklarınızı rüzgardan koruyacak aksesuarlarınızın yanınızda olmasını şiddetle tavsiye ederim. Biz spor ayakkabılar ile gitme hatasına düştük ve gerçekten çamura battık.

Ama rüzgarın sesi ile karışan koyunların çıngırak sesleri, karşıda uçsuz bucaksızmış gibi görünen deniz manzarası eşliğinde yemyeşil alanda yürümek insana gerçekten çok iyi geliyor.


Bu bölgenin insanları biraz garip. Gülümsemiyorlar ve sürekli tersleyeceklermiş veya çok sinirlenmişler gibi bir etki bırakıyorlar. Biz yürüyüş yaparken, bir çoban da peşimizden geliyordu. Bize o kadar ters biçimde sesleniyordu ki, adamdan korkup sürekli adımlarımızı hızlandırıyorduk. Sonra anladık ki, ters yöne gidiyormuşuz ve oldukça iyi niyetli biçimde bize yol göstermeye çalışıyormuş. : )



Deniz kıyısındaki manzara muhteşem. Rüzgarı göze alıyorsanız, çantanıza bir şişe şarap atıp, tam tepedeki bankta keyif çatabilirsiniz.

Deniz kıyısından, bir sürü basamak çıkarak, köy meydanına ulaşabiliyorsunuz.



Yemek için biz iki ayrı restorana gittik. İkisinin de manzarası, servisi, lezzeti, fiyatı çok iyiydi. Canınız balık yemek istiyorsa istikametiniz Kıyıköy Köşk Restoran olsun, bir yamacın tepesine kurulmuş, her masasından deniz görünen sempatik bir balıkçı burası.

Eğer Trakya'ya gelmişken köftesiz olmaz diyenlerdenseniz, Marina Cafe Restoran'da yediğimiz köfte gerçekten inanılmaz lezzetliydi.


Akşam yemeğinde sakin sakin müzikler çalarken, bir anda müziğin değişmesine, masalarda oturanların restoranın ortasında göbek atmasına hazırlıklı olun. Romantik akşam yemeği yiyeceğiz derken, kendinizi bir düğün ortamında bulmanız oldukça yüksek ihtimal.



Konaklama önerisine gelince, biz tercihimizi puanı yüksek ve yorumları oldukça olumlu olan Kıyıköy Marina Konaklama'dan yana yaptık.


En üst katta minik bir şöminesi olan cafe kısmının oldukça güzel bir manzarası var. Otelin sahipleri genç bir çift. Adam espri yapmaya bayılıyor, eşini kız kardeşi olarak tanıştırıyor, bir anda eline gitarını alıp size bir şarkı armağan ediyor, fıkralar anlatıyor... Onlar genellikle burada takılıyorlar; otelde canınız sıkıldığında, buraya çıkıp onlarla vakit geçirebilirsiniz.

Kış aylarında yemek servisi yok; ama sabahları oldukça lezzetli bir kahvaltı sunuyorlar.

Tek dezavantajı, köy merkezine ve deniz kıyısına biraz uzak bir noktada bulunması. Ya iki kilometre yürümeyi göze almanız, ya da her seferinde arabayı tercih etmeniz gerekiyor.


Keşifle kalın!

3 yorum:

Unknown dedi ki...

memleketimin cool insanlarını nasıl yorumlamışsın öyle cıkcık :)) neyse ki her ortamı eğlenceli hale çevirmede üstüne tanınmadığından problem olmamış :)

Gamze Esra Ersöz dedi ki...

Belgrad kısmı dikkatimi çekti.2 sene evvel gitmiş ve çok beğenmiştim.Hatta blogumda da şehirle ilgili yazı yazmıştım.Bakmak isterseniz beklerim.
Bu arada eğer vaktiniz olursa Saraybosna'ya da geçmenizi tavsiye ederim.Belgrad Saraybosna arasında masal köyleri var :) Ama yol biraz meşakkatli :(

kıyıköy dedi ki...

Sevgili oda Aya Nikola sakinleri, minibardaki şarapların hepsini içip fark edilmesin diye içlerine su doldurmuşsunuz yeni fark ettik.
Ödeme için güncel banka bilgilerimizi web sitemizden alabilirsiniz :)

Sevgiler

Kaan&Füsun

Pinterest'im

Instagram'ım