15 Aralık 2015

Berlin'de 1. gün: sosisler sıcak şaraplar için Alexanderplatz Weihnachtsmarkt, sushi için Dudu


Berlin'e öğleden sonra ayak basıyoruz. Uçağa binmeden önce Duty Free'den aldığımız minik şampanyalardan kafamız kıyak, çantamız yün çoraplar, bereler, kazaklarla dolu. Karnımız aç; ama kendimizi Weihnachtsmarkt'ta yiyeceğimiz curry wurst'a saklıyoruz.

İndiğimiz havalimanı Berlin Tegel, hemen danışmaya gidiyorum. Danışmadaki adam takır takır İngilizce konuşuyor; ama ben büyük bir keyifle uzun zamandır hiç kullanmaya fırsatım olmadığı için paslanan Almancayı beynimin derinliklerinden çıkarıyor ve otele nasıl ulaşım sağlayabileceğimizi soruyorum. Taksi ile 25 Euro tutuyor, iki kişiyiz, otobüse bin, in, metroya bin ile uğraşmaya değmeyeceğine karar veriyoruz.

Hotel 4 Youth'taki odamıza yerleşip,üstümüze daha kalın kıyafetler giydikten sonra hemen kendimizi sokağa atıyoruz. Otelin bulunduğu Bernauer Strasse, bir zamanlar Doğu ve Batı Almanya'yı ayıran duvarın geçtiği caddelerden biri. Burayı bir açık hava müzesine çevirmişler, geçmişten fotoğrafları ve videoları izleyerek, zamanında duvardan kaçmayı başaranların anısına kaçtıkları noktaya konulan işaretleri takip ederek yürüyoruz.


Alexanderplatz'daki meşhur Fernsehturm (Televizyon Kulesi) bulunduğumuz noktadan rahatlıkla görünebildiği için, beş dakikalık bir yürüyüşle Alexanderplatz'a ulaşacağımız yanılgısı içindeyiz. Bu yüzden sallana sallana yürüyor, bütün vitrinlerin başında oyalanıyor, artık Türkiye'de her şeye ulaşmanın kolaylığını, internet üzerinden alışverişin yurtdışına çıkınca yapılan alışveriş çılgınlığını büyük ölçüde azalttığını konuşuyoruz.


Brunnenstrasse'de çok keyifli tasarım ve vintage butikler var. Benim en favorim 26 numarada bulunan The Bright Side oluyor. Hayatımda gördüğüm en güzel abajurları ve lambaları satıyorlar. Bu Berlin seyahatimizin amacı, Weihnachtsmarktlar, alışveriş değil; ama bu mağazayı aklımın bir kenarına not ediyorum.


Yürüyoruz yürüyoruz Fernsehturm aynı mesafede kalıyor, bir türlü ulaşamıyoruz. Tam artık çok acıktık ve üşümeye başladık diye isyan edecekken, kocaman ve rengarenk bir dönme dolap görünüyor yüz metre kadar uzaklıkta. Hiç tereddüte gerek yok, aradığımız Alexanderplatz Weihnachtsmarkt'ı bulduk.


Kapıdan girer girmez, bütün ışıltılı lambaları, ahşap oyuncakları, hediyelik eşyaları pas geçiyor ve ilk sosis standına yanaşıyoruz. Küçük bir ekmeğin sağından solundan uzayan sosislerimizi kapıp, üzerine biraz hardalı sıktığımız anda, çok mutlu iki kadınız. Hiç konuşmadan birkaç lokmada sosisi mideye indiriyoruz. Birbirimize bakıyoruz, "Bir de ısınmak için Glühwein içersek her şey tamam olacak."



Sıcacık Glühwein'larımızı alıyor, buz pateni pistinin yanındaki bankalara oturuyoruz. Glühwein leziz, şekeri az, alkolü bol. Bir Glühwein daha içer miyiz, tabii içeriz. Derken... Noel şarkıları, ışıl ışıl ağaçlar, birbirine karışan sosis, vanilya ve tarçın kokuları, kahkahalar, dönme dolap... Ben yeni yıla giriyorum. Takvim umurumda değil, ruhum bundan daha iyi bir yeni yıl kutlaması olamayacağı fikrinde.


Berlin aslında currywurst ile meşhur. O yüzden onu yemezsek olmayacağına karar veriyoruz, bu sefer de bir currywurst standının önündeki sıraya giriyoruz. Az sonra leziz patates kızartmaları ile sosislerimiz köri sosunun içinde elimizde.




Canlı müzik yapanları dinliyor, kendimize ufak tefek bir şeyler alıyor, yiye içe pazarda saatlerce dolanıyoruz. Söylenebilecek tek bir şey var: Ne iyi yaptık da geldik!




Noel ruhunu içimize çektikten sonra, Berlinlilerin favori mekanlarından devam etmek için, daha önceden rezervasyon yaptırdığım Dudu'nun yolunu tutuyoruz. Berlin'deki yeni trend Vietnam mutfağı. Mitte'de adım başı bir tane Vietnam restoranı var ve hepsi gerçekten tıklım tıklım dolu. Biz tavsiye üzerine ve foursquare puanının yüksekliğine güvenerek, tercihimizi Dudu'dan yana yapmıştık. Torstrasse'nin üzerinde 134 numaradaki eski sabun fabrikasının içinde burası. Duvarları çok eğlenceli modern sanatlarla dolu. Önünde de şehrin göbeğinde olduğunuzu unutturan yemyeşil bir bahçesi var.

Mekan tıklım tıklım dolu. Rezervasyonları bir saatlik alıyorlar, bir saat sonra koltuğunuzun yeni sahipleri geliveriyor. Seafood bowl'dan beklentim çok yüksekti, ama büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Diğer yandan sushi konusunda çok ama çok iyi bir adres.





Dudu'dan çıkışta, canımız kahve içmek istiyor; ama o saatte Mitte'nin meşhur kahvecilerinin hepsi kapalı; o yüzden otelimizin yanındaki şarap evine oturuyoruz.

Türkiye'de çocuğun her şeyiyle ilgilenmesi zorunlu ve olağan olan ve sanki çocuk ile tek bağlantısı doğumuna vesile olmakmış gibi davranan babalardan sonra, Berlin'deki babaları takdir ve şaşkınlıkla izliyoruz. Çocukların bezlerini değiştirmeye tuvalete babalar iniyor, yemeklerini babalar yediriyor...

Oturduğumuz şarap evinde yan masamızda genç bir çift ve minicik bir bebekleri var, bir de annenin arkadaşı olduğu belli bir kadın onlara eşlik ediyor. Baba çocukla ilgileniyor, karısına bol miktarda sevgi gösterisi yapıyor. Kalkma zamanları geldiğinde, anne arkadaşı ile birlikte kapının önüne çıkıp laflıyor. Baba, kendi iş çantasını alıp omzuna takıyor, bebeğin çantasını alıyor, bebeği pusete yerleştiriyor ve mekandan çıkıyor. Hatta çıkarken kapıya sıkışıyor; ama ne küfrediyor, ne söyleniyor, ne de anneye bağırıyor. Türkiye'deki benzer sahneler geliyor aklımıza, muhtemelen o anda bütün o eşyalarla ve çocukla ilgilenmek annenin sorumluluğunda olacak, adam belki çantalardan birini almayı akıl edebilecekti. Berlin'e taşınıp, anne olmak istiyorum o an.

Gezerek, gözlemleyerek kalın!

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım