"Ve kendi kendime hep aynı soruyu soruyorum: Ya o gece evde otursaydım? Ya beklenmedik bir iş nedeniyle kent dışına çıksaydım? Ama bir defa başlayınca, "ya şöyle olsaydı" oyununun sonu gelmez. Rastlantı sonucu tanıştığımızı bilmek keyif vereceğine batıl inançlara sürüklüyor. Kendimi bir felaketten sağ kurtulmuş gibi hissediyorum: Eğer seni tanımamış olsaydım hayatımın dönüşebileceği felaketten.
Birbiri için yaratılmış iki insanın karşılaşması o kadar güç ki! Dünya yanlış kişiye aşık olan, yalnız kalan, acı çeken, buruk gözyaşı döken mutsuz insanlarla dolu. İkimiz de çok şanslıyız. Çok küçük bir ayrıntı olayların değişmesine yetebilirdi."
Yeni yılın başlamasıyla birlikte, hayatımda bir anda çok fazla şey birden değişmişti: iş yerim, yaptığım iş, gündelik rutinlerim, günümün büyük bir kısmını geçirdiğim semt, sabahları uyanmam gereken saat, bana heyecan veren bir adamın hayatımdan çıkması, yıllık iznim olmadığı için long-weekend kaçamaklarımın yokluğu...
Hayatımdan fazla mesai kavramının çıkmasıyla birlikte, öncelikle hiç alışkın olmadığım bir boşluğun içine düşmüş ve hatta "Yoksa huzurlu ve dümdüz bir kadına mı dönüşüyorum ben?!" paniklerine kapılmıştım.
Zaman içinde, ben özel bir çaba harcamadan, taşların arasındaki boşluklara kum tanecikleri serpiştirilmesine benzer biçimde, bütün parçalar kendi yerini buldu, bütün boşluklar doldu. Şimdi çalıştığım iş yerinde yıllardır çalışıyormuş gibi hissediyorum, daha önce yapmaya fırsat bulamadığım pek çok şeyle ilgilenmeye başladım ve hatta ajandam eskisinden bile dolu bir hale geldi.
Ve bu aralar gündemimde fena halde yer kaplayan bir şey var: Aşk!
Hep kendini doğru ifade etmenin ve aynı kültürden gelmenin önemini savunan biri olarak, ana dilinin farklı olduğu birisiyle olmanın, her ana büyük kahkaha katan bir şey olabildiğini deneyimleyerek bütün tükürdüklerimi yalamam bir yana (nah çekmek bütün krizleri çözebilen bir anahtara dönüşebilirken, bir türlü onun öğretmeye çalıştığı kusursuzlukta "can't" diyememenin ayrı bir kriz yaratması veya "I won't habibi", "Şükran canikom." gibi çeşitli dilleri kapsayan diyalogların surata yaydığı gülümsemeler gibi onlarca örnek sıralayabilirim.), bir de her hafta 3 saat tantra dersi alıyorum.
Bugün akşamki tantra dersinde çok enteresan bir aydınlanma yaşadım. Hayatıma bu güne kadar girmiş bütün adamların bende bayıldığı ve bende nefret ettiği şeyin kaynağının aslında aynı olduğunu fark ettim. Şöyle ki,
Hayatıma geçmişte giren adamlarla paylaştığımız anlar, birlikte yaptığımız şeyler ne kadar farklı olursa olsun, hepsinin bende bayıldığı ve aradan zaman geçtikten sonra açık sözlülükle özlediklerini dile getirdikleri şey hep "enerjim" oldu. Bunu kimisi sesimdeki tınıda, kimisi gözümdeki pırıltıda, kimisi hiç bir zaman canımın sıkılmamasında, kimisi yürüyüşümdeki canlılıkta buldu; ama hep bunu "enerji" olarak dile getirdiler.
Bu tantra'da "ojas" olarak anılıyormuş. Cinsel enerjiyi de kapsayan bir yaşam enerjisi anlamına geliyor. Ojas'ı yüksek olan insanların, duyguları çok yoğun ve haliyle duygusal iniş çıkışları da çok yüksek oluyormuş. Ve hepsi benim "enerji"me bayılırken, ani sinirlenmelerimden, bir anda çekip gitme arzusuna kapılmalarımdan, ruh halimin inanılmaz hızlı biçimde yükselip alçalmasından hep rahatsız oldular. Ne kadar ironiktir ki, bu bende bayıldıkları ve uyuz oldukları şeyin sebebinin aslında tek bir şey olduğunu gösteriyor. Bayıldıkları şeye uyuz oldular, onları rahatsız eden şeye bayıldılar başka bir deyişle.
Bu gün bunu fark ettiğimde hayatıma bu güne kadar girmiş bütün adamlara mektup yazma arzusuna kapıldım. Sonra bu geçmişe dair şakalaşma arzumun yerin, geleceğe dair bir heyecan aldı: Belki de tantra bana bunu kontrol etmeyi ve dönüştürmeyi öğretecekti. Belki de ben, bir cuma akşamı oturmuş smoothie içerken yapılan sıradan bir sohbetin sebep olduğu zincirler sonucunda kendimi en ihtiyacım olan yerde bulmuştum.
Hayatta "tesadüf" diye bir şey olmadığına bir kere daha inancım arttı. Her şey olması gerektiği için oluyor belki de... Göremediğimiz güzellikte bir bütünlük söz konusu...
Yazının başındaki alıntı da Ferzan Özpetek'in "Sen Benim Hayatımsın" adlı romanından.
Ferzan Özpetek'in filmlerini izlemeyi sevenlerdenseniz, bu romanı şiddetle tavsiye ediyorum. Roma'daki hayatını anlatıyor, muhteşem ve upuzun bir aşk mektubu şeklinde. Okurken, hem bugüne kadar izlediğiniz filmlerdeki bazı karakterlere, gerçek hayatında kimlerin ilham olduğunu çözüyorsunuz, hem de henüz hiçbir filmine konu olmamış çok renkli karakterlerle dolu biçimdeki Roma hayatının içine sızıyorsunuz. Ve sevgilisine duyduğu aşk, hepimizin hayalini kurduğu aşk.
Kitaptan en sevdiğim cümleler her zamanki gibi burada:
Gözlerimi senden hiç ayırmadan, kararlı bir şekilde yanına gelmiş, öpmüştüm seni. Ansızın. Sanki o öpücükten önce söyleyeceğimiz her şeyi birbirimize söylemişiz gibi. O günden sonra hiç sarhoş olmadım. Buna ihtiyacım yok. Kim olduğumu biliyorum.
Kimi sevdiğimizin ne önemi var? Ben sevdim, bu da yeter. Siz seviyorsunuz, bu bizi eşit kılıyor. Aşkta birleşmişiz. Öptük, okşadık, sarıldık, avuttuk, sevdiğimizin bir 'evet'ini çılgınca bir mutlulukla bekledik. Çünkü paylaşılan aşk bizi daha iyi yapan güçtür. Solduğu zaman da, bizi bıraktığı zaman da, yokluğuyla yakan bir anı olduğu zaman da... Biz aşkla yaşarız.
Dış güzellik, basit bir kılıftan başka bir şey değildir; insanı dayanılmaz yapan enerjisi, bakışındaki büyü, gülümsemesindeki şakacılık, sıradan bir günü serüvene dönüştüren tılsımıdır.
Bütün bunlar cep telefonunun keşfinden önce oluyordu, yoksa bildik mesaj ve telefon görüşmeleri birbirini izler ve her şey rahatça çözülebilirdi. O zamanlar yapılan her eylem kesin sonuçlar doğururdu. Aşkta yer çekimi yasalarına meydan okuyarak akrobasi yapanların hareketlerini hafifletecek hiçbir ağ yoktu.
Seninle her gün yeniden doğuyorum: Bilinmeyen gezegenlere doğru yola çıkıyor, daha önce kimsenin girmediği patikalarda yürüyorum ve yolumu hiç kaybetmiyorum. Bana yeniden bir yol gösterecek olursan, gözüm kapalı gelirim peşinden; çünkü sen benim güneyim, kuzeyim, yönümü belirleyen pusulamsın.
Gerçek, çılgınlık olmadan aşkın olamayacağıdır.
(Sen Benim Hayatımsın, Can Yayınları, 237 sayfa)
Aşkla kalın!
Birbiri için yaratılmış iki insanın karşılaşması o kadar güç ki! Dünya yanlış kişiye aşık olan, yalnız kalan, acı çeken, buruk gözyaşı döken mutsuz insanlarla dolu. İkimiz de çok şanslıyız. Çok küçük bir ayrıntı olayların değişmesine yetebilirdi."
Yeni yılın başlamasıyla birlikte, hayatımda bir anda çok fazla şey birden değişmişti: iş yerim, yaptığım iş, gündelik rutinlerim, günümün büyük bir kısmını geçirdiğim semt, sabahları uyanmam gereken saat, bana heyecan veren bir adamın hayatımdan çıkması, yıllık iznim olmadığı için long-weekend kaçamaklarımın yokluğu...
Hayatımdan fazla mesai kavramının çıkmasıyla birlikte, öncelikle hiç alışkın olmadığım bir boşluğun içine düşmüş ve hatta "Yoksa huzurlu ve dümdüz bir kadına mı dönüşüyorum ben?!" paniklerine kapılmıştım.
Zaman içinde, ben özel bir çaba harcamadan, taşların arasındaki boşluklara kum tanecikleri serpiştirilmesine benzer biçimde, bütün parçalar kendi yerini buldu, bütün boşluklar doldu. Şimdi çalıştığım iş yerinde yıllardır çalışıyormuş gibi hissediyorum, daha önce yapmaya fırsat bulamadığım pek çok şeyle ilgilenmeye başladım ve hatta ajandam eskisinden bile dolu bir hale geldi.
Ve bu aralar gündemimde fena halde yer kaplayan bir şey var: Aşk!
Hep kendini doğru ifade etmenin ve aynı kültürden gelmenin önemini savunan biri olarak, ana dilinin farklı olduğu birisiyle olmanın, her ana büyük kahkaha katan bir şey olabildiğini deneyimleyerek bütün tükürdüklerimi yalamam bir yana (nah çekmek bütün krizleri çözebilen bir anahtara dönüşebilirken, bir türlü onun öğretmeye çalıştığı kusursuzlukta "can't" diyememenin ayrı bir kriz yaratması veya "I won't habibi", "Şükran canikom." gibi çeşitli dilleri kapsayan diyalogların surata yaydığı gülümsemeler gibi onlarca örnek sıralayabilirim.), bir de her hafta 3 saat tantra dersi alıyorum.
Bugün akşamki tantra dersinde çok enteresan bir aydınlanma yaşadım. Hayatıma bu güne kadar girmiş bütün adamların bende bayıldığı ve bende nefret ettiği şeyin kaynağının aslında aynı olduğunu fark ettim. Şöyle ki,
Hayatıma geçmişte giren adamlarla paylaştığımız anlar, birlikte yaptığımız şeyler ne kadar farklı olursa olsun, hepsinin bende bayıldığı ve aradan zaman geçtikten sonra açık sözlülükle özlediklerini dile getirdikleri şey hep "enerjim" oldu. Bunu kimisi sesimdeki tınıda, kimisi gözümdeki pırıltıda, kimisi hiç bir zaman canımın sıkılmamasında, kimisi yürüyüşümdeki canlılıkta buldu; ama hep bunu "enerji" olarak dile getirdiler.
Bu tantra'da "ojas" olarak anılıyormuş. Cinsel enerjiyi de kapsayan bir yaşam enerjisi anlamına geliyor. Ojas'ı yüksek olan insanların, duyguları çok yoğun ve haliyle duygusal iniş çıkışları da çok yüksek oluyormuş. Ve hepsi benim "enerji"me bayılırken, ani sinirlenmelerimden, bir anda çekip gitme arzusuna kapılmalarımdan, ruh halimin inanılmaz hızlı biçimde yükselip alçalmasından hep rahatsız oldular. Ne kadar ironiktir ki, bu bende bayıldıkları ve uyuz oldukları şeyin sebebinin aslında tek bir şey olduğunu gösteriyor. Bayıldıkları şeye uyuz oldular, onları rahatsız eden şeye bayıldılar başka bir deyişle.
Bu gün bunu fark ettiğimde hayatıma bu güne kadar girmiş bütün adamlara mektup yazma arzusuna kapıldım. Sonra bu geçmişe dair şakalaşma arzumun yerin, geleceğe dair bir heyecan aldı: Belki de tantra bana bunu kontrol etmeyi ve dönüştürmeyi öğretecekti. Belki de ben, bir cuma akşamı oturmuş smoothie içerken yapılan sıradan bir sohbetin sebep olduğu zincirler sonucunda kendimi en ihtiyacım olan yerde bulmuştum.
Hayatta "tesadüf" diye bir şey olmadığına bir kere daha inancım arttı. Her şey olması gerektiği için oluyor belki de... Göremediğimiz güzellikte bir bütünlük söz konusu...
Yazının başındaki alıntı da Ferzan Özpetek'in "Sen Benim Hayatımsın" adlı romanından.
Ferzan Özpetek'in filmlerini izlemeyi sevenlerdenseniz, bu romanı şiddetle tavsiye ediyorum. Roma'daki hayatını anlatıyor, muhteşem ve upuzun bir aşk mektubu şeklinde. Okurken, hem bugüne kadar izlediğiniz filmlerdeki bazı karakterlere, gerçek hayatında kimlerin ilham olduğunu çözüyorsunuz, hem de henüz hiçbir filmine konu olmamış çok renkli karakterlerle dolu biçimdeki Roma hayatının içine sızıyorsunuz. Ve sevgilisine duyduğu aşk, hepimizin hayalini kurduğu aşk.
Kitaptan en sevdiğim cümleler her zamanki gibi burada:
Gözlerimi senden hiç ayırmadan, kararlı bir şekilde yanına gelmiş, öpmüştüm seni. Ansızın. Sanki o öpücükten önce söyleyeceğimiz her şeyi birbirimize söylemişiz gibi. O günden sonra hiç sarhoş olmadım. Buna ihtiyacım yok. Kim olduğumu biliyorum.
Kimi sevdiğimizin ne önemi var? Ben sevdim, bu da yeter. Siz seviyorsunuz, bu bizi eşit kılıyor. Aşkta birleşmişiz. Öptük, okşadık, sarıldık, avuttuk, sevdiğimizin bir 'evet'ini çılgınca bir mutlulukla bekledik. Çünkü paylaşılan aşk bizi daha iyi yapan güçtür. Solduğu zaman da, bizi bıraktığı zaman da, yokluğuyla yakan bir anı olduğu zaman da... Biz aşkla yaşarız.
Dış güzellik, basit bir kılıftan başka bir şey değildir; insanı dayanılmaz yapan enerjisi, bakışındaki büyü, gülümsemesindeki şakacılık, sıradan bir günü serüvene dönüştüren tılsımıdır.
Bütün bunlar cep telefonunun keşfinden önce oluyordu, yoksa bildik mesaj ve telefon görüşmeleri birbirini izler ve her şey rahatça çözülebilirdi. O zamanlar yapılan her eylem kesin sonuçlar doğururdu. Aşkta yer çekimi yasalarına meydan okuyarak akrobasi yapanların hareketlerini hafifletecek hiçbir ağ yoktu.
Seninle her gün yeniden doğuyorum: Bilinmeyen gezegenlere doğru yola çıkıyor, daha önce kimsenin girmediği patikalarda yürüyorum ve yolumu hiç kaybetmiyorum. Bana yeniden bir yol gösterecek olursan, gözüm kapalı gelirim peşinden; çünkü sen benim güneyim, kuzeyim, yönümü belirleyen pusulamsın.
Gerçek, çılgınlık olmadan aşkın olamayacağıdır.
(Sen Benim Hayatımsın, Can Yayınları, 237 sayfa)
Aşkla kalın!
2 yorum:
nefis bi kitaptı evet sezen! hiç bitmesin istediğim kitaplardandı..
ve evet onun deyimiyle; "herşeyin boka sardığı bu dünyada tutulacak tek dal AŞK"
sevgiyle ve aşkla kal sezen..
Hayranım sana Sezen herkes aşka hasretken sen aşksız kalmıyorsun. Bunun bir formülü var mı söyle lütfen :)
Yorum Gönder