Geçen senenin sonlarında Dedeağaç'a gittiğimde, lobide oturmuş, etraftaki dergileri ve turist rehberlerini kurcalarken, "Meteora" diye bir yerin fotoğraflarını görmüştüm.
Daha önce hiç duymadığım bu yer, o kadar güzel görünüyordu ki, hemen internetten araştırmaya başlamış, saatlerce hayranlıkla fotoğrafları incelemiştim. Seyahat etmeyi, keşfetmeyi seven ve çok garip istikametlere yollara düşen bir sürü kişi tanımama rağmen, Meteora'nın adını bile duymamış olmama şaşırmış, "Bu kadar harika bir yer neden pazarlanmıyor acaba?" diye sorgulamıştım.
Yunanistan'ın ortalarında olması nedeniyle, sağlam bir yolculuk gerektirdiğini hesaplamış, bir haftasonundan daha uzun bir boş vaktim olduğunda kesinlikle Meteora'ya gitmeyi kafama koymuştum.
Arada aylar geçti, ben zaman zaman Meteora fotoğraflarını ortaya çıkartıp, herkese "Yunanistan'da böyle bir yer var biliyor musunuz?" diye ilgi çekmeye çalıştım. Benim kadar hevesli kimseyi bulamadığım için Meteora, "gelecekte bir gün" yolu tutulacak istikametlerden biri olarak kalmaya devam etti.
Van seyahatinin yerine Selanik'i organize etmeye başladığımızda, Meteora'yı yeniden andım, "Acaba?" diyen iç sesimin etkisiyle bilgisayarın başına oturup Meteora ile Selanik arasının kaç kilometre olduğuna baktım. Çok yakın değildi; ama imkansız da değildi. Buket'e yazdım, "Acaba Meteora'ya da mı gitsek?"
Şans bu ya, Buket de en az benim kadar hevesli biçimde, orayı çok merak ettiğini açıkladı. Böylelikle biz Selanik'teki bir günümüzü Meteora'ya ayırmaya karar verdik. Yol 3 saat sürüyordu, sabah çok erken uyanırsak ve gidiş dönüş 6 saat yol yaparsak, pekala hem Meteora'yı gezebilir, hem de akşam İstanbul'a dönüş uçağımızı yakalayabilirdik.
Evdeki hesapların çarşıya uymayacağını göz ardı edebilecek kadar çok hevesliydik.
Ve bir önceki gece çok geç yatmış olmamıza rağmen sabah erkenden kalkıp, otelimizin önünden 8 numaralı belediye otobüsüne binip, otogarın yolunu tuttuk.
08:00'de otogardan hareket eden bir otobüs vardı ve onu kaçırırsak, bir sonraki otobüs oldukça geç bir saatte olduğu için Meteora'ya gitmekten vazgeçmek zorunda kalacaktık. Otogara 08:05'te girebildik, neyse ki otobüsümüz henüz kalkmamıştı. Otobüs bizi beklerken, biz hemen biletlerimizi alıp otobüse yetiştik ve hemen ikişer kişilik koltuk işgal ederek uyumaya başladık.
Benim hesaplarıma göre saat 12:00 gibi Meteora'da olacaktık. 4-5 saat Meteora'da takılıp, sonra direk havalimanına doğru dönüş yoluna geçebilecektik.
Gelgelelim saat 11:00 gibi vardığımız Kalambaka'da otobüs durdu, orada otobüs değiştirmemiz gerektiği söylendi. Biz indik, hangi otobüse bineceğimizi sorduk. Trikala otobüsüne binecekmişiz, ama o 13:15'te kalkacakmış. Hooppala! Planlarımız ilk darbesini böylelikle aldı.
Kendimizi Kalambaka diye bir şehrin otogarında oturmuş, Trikala otobüsü beklerken bulduk.
Daha da fenası, ben doğa harikalarının arasında manastır manzarasına karşı kahvaltı etme hayalleri içindeyken, Trikala'da açlıktan kıvranmaya başladım.
Önce otogardaki, hiç otogar konseptinde olmayan, inanılmaz şık bir cafe'de yemek servisi 15:00'te başlayacağı için, kahvaltı servisinden kalan kurabiyeleri tırtıklayarak bir frappe yuvarladım. Sonra daha otobüsün kalkmasına çok zaman olduğunu fark edip, biraya terfi ettim.
Haritada yerini bile bilmediğimiz Trikala'da saatler geçirdikten sonra, 13:15'te otobüsümüzün henüz gelmediği için fotoğraf çekilerek takılırken, başka bir perondaki otobüs motorunu çalıştırıp perondan çıkmaya başladı. "Bu bizim otobüsümüz olurmuş ve biz burada fotoğraf çekerken kaçırırmışız." diye şakalaştık.
Meğerse gerçekten o bizim otobüsümüzmüş ve biz neredeyse gerçekten fotoğraf çekileceğiz derken o otobüsü kaçırıp Trikala'da kalakalacakmışız.
Kalambaka'dan Trikala'ya 45 dakikalık ve Tirkala'dan Meteora'ya çıkan 15 dakikalık iki otobüs yolculuğu daha yaptıktan sonra sonunda Meteora'ya ulaştık.
Meteora'ya çıkan bu son otobüs yolculuğu da inanılmaz keyifliydi; çünkü sürekli yokuş yukarı çıkan yolda doğa sürekli daha güzel hale geliyor ve Meteora tepelerindeki tapınaklar harika manzaralar sunuyordu.
Meteora, "gökyüzünün ortasında" / "gökte asılı bir yerde" anlamına geliyormuş. Buraların bir zamanlar deniz olduğunu ve su çekildikten sonra tepeciklerin ortaya çıktığını savunulsa da, doğruluğu veya yanlışlığı henüz ispatlanamamış. Tartışmasız olan tek şey, çeşitli doğa olayları sonucunda oluşan bu kayaların inanılmaz büyüleyici bir manzara sunduğu.
Daha önce burada yirmiyi aşkın manastır olduğu düşünülmekte; ancak bombalama ve yağmalamalardan sonra şu anda şu anda, bu tepelerin üstünde, tam uçurumun kenarına kurulmuş altı tane heybetli manastır var ve bütün bölge UNESCO'nun Dünya Mirasları listesinde.
En tepeye çıkıp, uçurumların uçlarına yerleştirilmiş manastırların büyüleyici manzarasına bakarken, aslında İstanbul'a dönüş uçağımızı kaçırma riskini almaya başlamıştık; çünkü bir saat içinde tekrardan önce Trikala'ya, sonra Kalambaka'ya ulaşıp, 16:00'daki Selanik otobüsünü yakalamamız gerekiyordu. O otobüsü kaçırırsak, Selanik'ten İstanbul uçağımızı da kaçıracaktık.
Gelgelelim manzara o kadar harikaydı ki, bu riske kesinlikle değiyordu.
Bol bol fotoğraf, bol bol adrenalin sonucunda, 16:00 otobüsünü yakalamayı da, sonra oldukça yakışıklı bir taksiciyle keyifli bir sohbet ile vaktinde havalimanına varmayı da başardık.
Aylardır sayıkladığım Meteora'ya gitmek, bana inanılmaz bir yorgunluk ve çok zor geçen bir pazartesiye malolduysa da, kesinlikle değdi. Mutlaka yapılacaklar listenize öncelikle kendi ülkemizdeki benzer bir örnek olan ve nefes kesen Sümela Manastırı'nı, sonra komşudaki az bilinen harika Meteora'yı mutlaka ekleyin derim.
Otobüsle Selanik'ten gidiş dönüşün kişi başı maliyeti 70 euro civarında ve otobüs saatleri çok sık değil; o yüzden arabayla gitmek de iyi bir alternatif olabilir.
Tepeden çekilmiş, harika bir video paylaşarak bu yazıyı kapatıyorum. Dünyada keşfedilecek o kadar çok harika yer var ki, her seyahatimle daha fazlasını keşfetme heyecanına kapılıyorum.
Keşfederek kalın!
Daha önce hiç duymadığım bu yer, o kadar güzel görünüyordu ki, hemen internetten araştırmaya başlamış, saatlerce hayranlıkla fotoğrafları incelemiştim. Seyahat etmeyi, keşfetmeyi seven ve çok garip istikametlere yollara düşen bir sürü kişi tanımama rağmen, Meteora'nın adını bile duymamış olmama şaşırmış, "Bu kadar harika bir yer neden pazarlanmıyor acaba?" diye sorgulamıştım.
Yunanistan'ın ortalarında olması nedeniyle, sağlam bir yolculuk gerektirdiğini hesaplamış, bir haftasonundan daha uzun bir boş vaktim olduğunda kesinlikle Meteora'ya gitmeyi kafama koymuştum.
Arada aylar geçti, ben zaman zaman Meteora fotoğraflarını ortaya çıkartıp, herkese "Yunanistan'da böyle bir yer var biliyor musunuz?" diye ilgi çekmeye çalıştım. Benim kadar hevesli kimseyi bulamadığım için Meteora, "gelecekte bir gün" yolu tutulacak istikametlerden biri olarak kalmaya devam etti.
Van seyahatinin yerine Selanik'i organize etmeye başladığımızda, Meteora'yı yeniden andım, "Acaba?" diyen iç sesimin etkisiyle bilgisayarın başına oturup Meteora ile Selanik arasının kaç kilometre olduğuna baktım. Çok yakın değildi; ama imkansız da değildi. Buket'e yazdım, "Acaba Meteora'ya da mı gitsek?"
Şans bu ya, Buket de en az benim kadar hevesli biçimde, orayı çok merak ettiğini açıkladı. Böylelikle biz Selanik'teki bir günümüzü Meteora'ya ayırmaya karar verdik. Yol 3 saat sürüyordu, sabah çok erken uyanırsak ve gidiş dönüş 6 saat yol yaparsak, pekala hem Meteora'yı gezebilir, hem de akşam İstanbul'a dönüş uçağımızı yakalayabilirdik.
Evdeki hesapların çarşıya uymayacağını göz ardı edebilecek kadar çok hevesliydik.
Ve bir önceki gece çok geç yatmış olmamıza rağmen sabah erkenden kalkıp, otelimizin önünden 8 numaralı belediye otobüsüne binip, otogarın yolunu tuttuk.
08:00'de otogardan hareket eden bir otobüs vardı ve onu kaçırırsak, bir sonraki otobüs oldukça geç bir saatte olduğu için Meteora'ya gitmekten vazgeçmek zorunda kalacaktık. Otogara 08:05'te girebildik, neyse ki otobüsümüz henüz kalkmamıştı. Otobüs bizi beklerken, biz hemen biletlerimizi alıp otobüse yetiştik ve hemen ikişer kişilik koltuk işgal ederek uyumaya başladık.
Benim hesaplarıma göre saat 12:00 gibi Meteora'da olacaktık. 4-5 saat Meteora'da takılıp, sonra direk havalimanına doğru dönüş yoluna geçebilecektik.
Gelgelelim saat 11:00 gibi vardığımız Kalambaka'da otobüs durdu, orada otobüs değiştirmemiz gerektiği söylendi. Biz indik, hangi otobüse bineceğimizi sorduk. Trikala otobüsüne binecekmişiz, ama o 13:15'te kalkacakmış. Hooppala! Planlarımız ilk darbesini böylelikle aldı.
Kendimizi Kalambaka diye bir şehrin otogarında oturmuş, Trikala otobüsü beklerken bulduk.
Daha da fenası, ben doğa harikalarının arasında manastır manzarasına karşı kahvaltı etme hayalleri içindeyken, Trikala'da açlıktan kıvranmaya başladım.
Önce otogardaki, hiç otogar konseptinde olmayan, inanılmaz şık bir cafe'de yemek servisi 15:00'te başlayacağı için, kahvaltı servisinden kalan kurabiyeleri tırtıklayarak bir frappe yuvarladım. Sonra daha otobüsün kalkmasına çok zaman olduğunu fark edip, biraya terfi ettim.
Haritada yerini bile bilmediğimiz Trikala'da saatler geçirdikten sonra, 13:15'te otobüsümüzün henüz gelmediği için fotoğraf çekilerek takılırken, başka bir perondaki otobüs motorunu çalıştırıp perondan çıkmaya başladı. "Bu bizim otobüsümüz olurmuş ve biz burada fotoğraf çekerken kaçırırmışız." diye şakalaştık.
Meğerse gerçekten o bizim otobüsümüzmüş ve biz neredeyse gerçekten fotoğraf çekileceğiz derken o otobüsü kaçırıp Trikala'da kalakalacakmışız.
Kalambaka'dan Trikala'ya 45 dakikalık ve Tirkala'dan Meteora'ya çıkan 15 dakikalık iki otobüs yolculuğu daha yaptıktan sonra sonunda Meteora'ya ulaştık.
Meteora'ya çıkan bu son otobüs yolculuğu da inanılmaz keyifliydi; çünkü sürekli yokuş yukarı çıkan yolda doğa sürekli daha güzel hale geliyor ve Meteora tepelerindeki tapınaklar harika manzaralar sunuyordu.
Meteora, "gökyüzünün ortasında" / "gökte asılı bir yerde" anlamına geliyormuş. Buraların bir zamanlar deniz olduğunu ve su çekildikten sonra tepeciklerin ortaya çıktığını savunulsa da, doğruluğu veya yanlışlığı henüz ispatlanamamış. Tartışmasız olan tek şey, çeşitli doğa olayları sonucunda oluşan bu kayaların inanılmaz büyüleyici bir manzara sunduğu.
Daha önce burada yirmiyi aşkın manastır olduğu düşünülmekte; ancak bombalama ve yağmalamalardan sonra şu anda şu anda, bu tepelerin üstünde, tam uçurumun kenarına kurulmuş altı tane heybetli manastır var ve bütün bölge UNESCO'nun Dünya Mirasları listesinde.
En tepeye çıkıp, uçurumların uçlarına yerleştirilmiş manastırların büyüleyici manzarasına bakarken, aslında İstanbul'a dönüş uçağımızı kaçırma riskini almaya başlamıştık; çünkü bir saat içinde tekrardan önce Trikala'ya, sonra Kalambaka'ya ulaşıp, 16:00'daki Selanik otobüsünü yakalamamız gerekiyordu. O otobüsü kaçırırsak, Selanik'ten İstanbul uçağımızı da kaçıracaktık.
Gelgelelim manzara o kadar harikaydı ki, bu riske kesinlikle değiyordu.
Bol bol fotoğraf, bol bol adrenalin sonucunda, 16:00 otobüsünü yakalamayı da, sonra oldukça yakışıklı bir taksiciyle keyifli bir sohbet ile vaktinde havalimanına varmayı da başardık.
Aylardır sayıkladığım Meteora'ya gitmek, bana inanılmaz bir yorgunluk ve çok zor geçen bir pazartesiye malolduysa da, kesinlikle değdi. Mutlaka yapılacaklar listenize öncelikle kendi ülkemizdeki benzer bir örnek olan ve nefes kesen Sümela Manastırı'nı, sonra komşudaki az bilinen harika Meteora'yı mutlaka ekleyin derim.
Otobüsle Selanik'ten gidiş dönüşün kişi başı maliyeti 70 euro civarında ve otobüs saatleri çok sık değil; o yüzden arabayla gitmek de iyi bir alternatif olabilir.
Tepeden çekilmiş, harika bir video paylaşarak bu yazıyı kapatıyorum. Dünyada keşfedilecek o kadar çok harika yer var ki, her seyahatimle daha fazlasını keşfetme heyecanına kapılıyorum.
Keşfederek kalın!
3 yorum:
Çok yakında arabayla Selanik'e ve aklımızdaki birkaç yere daha gidelim diye düşünüyorduk. Meteora'yı öğrendiğim için acaip mutlu oldum şu an, böyle bir yer kaçmamalı! Yaşasın keşifler! ^^
Merhaba :))) Heeey, arabayla çok daha keyifli olur eminim, yorumlarını sabırsızlıkla bekliyor, çok keyifli anlartla dolu bir seyahat diliyorum. Kocaman sevgiler,
Hırvatistan'da Plitviçe doğal parkını görgünüz mü? Şimdiye kadar gördüğüm yerler arasında beni en çok etkileyen bir numaralı yer Meteora ise iki numara da Plitviçe'dir. Kesinlikle tavsiye ederim eğer görmediyseniz.
Yorum Gönder