26 Haziran 2016

#dahaiyiben 2. hafta: “Siz hayatı neden çamaşır makinesi programlamak gibi bir şey sanıyorsunuz ki?“*

"Bundan beş yıl sonra kendini nerede görüyorsun?" gibi soruları soranlara da, bu sorulara kendinden emin cevap verenlere de hep şaşkınlık içinde bakmışımdır.

Çok beylik laflar edebilecek bir yaşta değilim; ama her şeye meraklı ve biraz gözü kara olmamın sonucu mudur, şansım mıdır bilmiyorum; hayatımın son on senesinde hep çok farklı insanlarla yolum kesişti, hep birbirinden farklı iş ortamlarında çalıştım ve birbiri ile ortak hiçbir noktası olmayan ilişkiler yaşadım. Hayata ilişkin sohbet etmeyi ve bu konularda gözlem yapıp kafa patlatmayı hep çok sevdim.

Ne gariptir ki, bu süreçte aklımda bir şeyler netleşmedi veya hayat hakkında temel bazı doğruları ve kuralları keşfetmedim. Aksine hiçbir şeyin net olmadığını, tesadüfen tanıştığın bir insanla yaptığın kısacık bir sohbetin hayata bakışını değiştirebileceğini; tanıştığın bir adam için o güne kadar uğraştığın her şeyi gözünü kırpmadan yakabileceğini ve bir iş değişikliğinin bütün hayat düzenini baştan aşağı etkileyebileceğini öğrendim.

Bütün bunlardan çıkardığım bir ders varsa o da şu oldu: "Yalnızca sınırlarını ve olmazsa olmazlarını belirle. Geri kalanını hayatın akışına bırak. Gözünü açık ve enerjini yüksek tut ve bak bakalım hayat sana neler sunuyor?"

Çünkü ne zaman hiçbir beklentim olmaksızın kendimi bütün güzel hislerimle hayatın akışına teslim etmeyi başardıysam karşıma hep harika şeyler çıktı. Her seferinde şaşırdım; hayatın benim tasarladıklarıma kıyasla ne kadar harika şeyler sunabildiğine...



Üniversiteden mezun olmuş, "Ay avukatlık çok sıkıcı bir meslek, şu anda daha eğlenceli işler yapmak istiyorum." derken ve bundan gayet eminken, çalıştığım reklam ajansının olduğu plazadaki bir hukuk bürosuna beklentimin çok üzerinde çalışma şartları ile geçiş yapmam, o hukuk bürosunun ortaklarından biriyle Starbucks'ta bir kahve içmem sonucunda gerçekleşmişti.

Aradan yıllar geçtikten sonra, geçen senenin sonlarında, hayatımın bundan sonraki kısmında avukatlık yapacağımdan oldukça eminken ve hatta uzun yıllar, o sırada çalıştığım hukuk bürosunda çalışmaya devam edeceğimi düşünürken, birkaç ay sonra bambaşka bir yoldaydım.

Sadece iş bakımından da değil, ne zaman "Hayatımda bir ilişki filan istemiyorum. Çok yoruldum." dediysem, karşıma  bütün beylik laflarımı bana yutturup ayaklarımı yerden kesecek bir adam çıktı ve kendimi, o güne kadar başkaları yaptığında eleştirdiğim şeyleri yaparken buldum.

Aynı şekilde, ne zaman hayatım hakkında çok şey bildiğimi, istediklerimi netleştirdiğimi düşündüysem ve kendime sayfalarca yıl yıl planlamalar yaptıysam, bir cafe'de, bir uçakta, bir sahilde tesadüfen ayaküstü sohbet ettiğim birisi bana yepyeni bir pencere açtı, yanıldığımı ve bir şeyleri gözden kaçırdığımı fark ettim.

"Ben avukatlık dışında başka iş yapmam." diye keskin bir çizgi çizmiş olsaydım, şu anda muhtemelen bir hukuk bürosunda çalışıyor, daha önceki dört sene boyunca yaptığım işleri biraz daha fazla yapıyor olacaktım. Şimdi çalıştığım işyerinde tanıdığım insanları tanımayacak, öğrendiklerimi öğrenmeyecek, kendimin bambaşka eksiklik ve yeteneklerini keşfetmeyecektim.

Bu yüzden ben bilmiyorum; değil beş sene sonra, bundan bir sene sonra hangi şehirde, ne iş yaparak, nasıl bir hayat süreceğimi... Keskin çizgiler koyarak, kendimi sınırlandırmak da istemiyorum.

Diğer yandan bugünkü ben ile bundan üç yıl sonraki benim hayattan aynı şeyleri bekliyor olup olmayacağımızı da bilemiyorum. Hatta aynı şeyi bekliyor olmanın, hiç gelişmemiş ve değişmemiş olmak anlamına geldiğini düşünüyorum.

En sevdiğim yazarlardan Murathan Mungan'ın bambaşka kitaplarından iki cümlesi de benim bu bakış açımı inanılmaz güzel özetliyor:

“Siz hayatı neden çamaşır makinesi programlamak gibi bir şey sanıyorsunuz ki?“

"Gelecekteki sen adına nasıl söz verebilirsin, o başka biri, şimdiki senin tanımadığı biri."

Bu nedenlerle, ben uzun vadeli ve detaylı planlar yapmaktan özenle kaçınıyorum. Diğer yandan da insanın hep bir amacı olması gerektiğine inanıyorum. Başkalarına komik ve önemsiz gelecek bir amaç bile olabilir; ama bir amacın olması enerji verir, sabah yataktan daha şevkli kalkmanı sağlar, somut bir ilerleme gördükçe de hayata karşı daha büyük bir tutku duyarsın, daha çok şey yapmak istersin.


Bu yüzden aslında gayet güzel bir hayatım varken -her şeyini kendi zevkime göre dekore ettiğim kendime ait evde yaşarken, bir işim varken ve para kazanırken, harika şekilde gezip tozup güzel zamanlar geçirirken, ailem ile ilişkilerim harikayken- her günüm, bir önceki günümle aynı olmasın diye kendi kendime #dahaiyiben projesi icat ettim.

Bundan ilham alıp, gaza gelip, ben tökezlerken, başlayıp başlayıp bırakırken, benim ortaya atıp verdiğim bir gaz ile benden iyi sonuçlar alıp, kendi olumlu gelişimini paylaşanlar oluyor, buna bayılıyorum. Diğer yandan, daha realist yaklaşıp, "Peki #dahaiyiben nasıl olacak?", "Kaç senelik bir planlama?", "Varmak istediğin nokta ne?" diye soranlar oluyor.

Farklı bakış açıları hep güzeldir ve düşünmeye sevk eder ya; bu sorular (eleştiriler de diyebiliriz) sonucunda ben de oturdum düşündüm. Yukarıda anlattığım sebeplerle, uzun vadeli net sınırlar çizmekten özenle kaçındım. Sonunda bu hafta aklımda bir şeyler netleşti ve vardığım sonuç şu oldu: Arınmak istiyorum. Fazla her şeyden arınmak. 

Her ne kadar geçen sene itibarıyla "Forever 29" doğum günlerimi başlattıysam ve bundan sonraki her sene "29. yaş" kutlaması yapacak olsam da :)), bu sene 10 Ekim'de resmen 30 yaşında olacağım. Hayatımda somut bir değişim yaratır mı emin olmasam da, sonuç olarak kağıt üzerinde bir dönüm noktası.

Bu tarihe kadar  (Önümüzde yaklaşık 15 hafta var) hedeflerim şöyle:

- Dolabımdaki kıyafetleri 50, çantaları 5, takıları 20 parçaya kadar düşürmek
- Evde varlığı beni mutlu etmeyen ve aslında her zaman yeniden alınabilir olmasına rağmen "Ya bir gün lazım olursa" diye sakladığım her şeyden kurtulmak. Eşya sayısını mümkün olduğunca azaltmak.
- Sürekli dergilerden koparttığım veya kağıtların üzerine notlar alarak oluşturduğum kağıt hazinesini ayıklamak, yapılacakları yapmak, blog yazısına dönüşecekleri yazmak, atılacakları atmak
- Her anın, her şeyin fotoğrafını çeken biri olarak bu fotoğrafları ayıklamak, arşivlemek, azaltmak
- Fotoğraf konusunda kendimi geliştirmek, Photoshop öğrenmek, iPhone yerine DSLR kameramı kullanmak
- Düzenli spor yaparak, 30 yaşıma şimdiye kadar sahip olduğum en iyi vücutla başlamak
- Saçma sapan beslenme alışkanlıklarımdan, yapay her türlü gıdadan ve şekerden arınmak
- İstanbul'da turist gibi yaşamak, aynı yerlerde aynı şeyleri yapmak yerine, keşfedebileceğim kadar çok şey keşfetmek
- Evdeki okumak istediğim kitapların tamamını okuyarak, hepsini hediye etmek veya satmak


"Bu hafta #dahaiyiben için neler yaptım?" raporuna gelirsek, uzun zamandır ilk defa evde bu kadar çok zaman geçirdim.

Mushaboom Dükkan'a yeni ürünler yükledim, evi toparlamaya başladım. Aylardır yaptığım seyahatlerden kalan ve henüz boşaltılmamış valizlerin hepsini boşalttım. (Bu ev arındırma süreçlerini başarıyla tamamladığımda detaylı olarak ayrıca bahsedeceğim. Ama süreci merak edenler, daha önce yazdığım "Yalnızca güzel anılar ve işlevsel eşyalarla dolu bir yatak odası" ve "Bekar Metropol Kadınına Küçük Evde Yaşama Rehberi-1 Mutfak" yazılarına göz atabilirler.) Daha önce nedense aldığım ve İstanbul'da veya Çeşme'de giymek için fazla transparan, fazla dekolteli, fazla iddialı olduğu için hiç giyemediğim ne kadar kıyafet varsa, hepsini dolabımın derinliklerinden çıkartıp, İbiza valizine konulmak üzere hazırladım.


İstanbul'da daha önce yapmadığım iki şey yaptım: Bir akşam Antalya'dan henüz şehrimize transfer olan bir arkadaşımla Boğaziçi'ne kaçak içki sokarak, harika manzaraya karşı derin sohbetler ettik. Cumartesi günü de sevgili Gülay'ın doğum günü vesilesiyle, burnumun dibinde ve hep aklımda olmasına rağmen, bir türlü fırsat bulamadığım bir şeyi yaparak, kızlarla Maçka Parkı'na pikniğe gittik. Üstelik de konsept belirledik ve herkes 50'liler havasında giyindi. Püfür püfür esintide, çok neşeli plastik kadehlerimizde salatalık votka kokteyllerimizi yudumlayarak, her zaman gittiğimiz yerlerde yapabileceğimizden çok daha keyifli bir doğum günü kutlaması yaptık.










50'liler havasında giyinmişken, elimizden akıllı telefonlarımızın düşmemesi; zeytinyağlı sarma yerken, Cucumber Basil Vodka Gimlet yudumlamak en sevdiğim ironiler!



Ve bu hafta da aksatmadan iki kere spora gittim ve canım çıkana kadar personel trainer'ıma koşulsuz itaat ettim. Kaytarmadım, pes etmedim. Yalan söyleyemem; hala "spor yapmadığımda kendimi eksik hissediyorum." aşamasına gelmedim. Hala işten çıkıp eve geldiğimde spora gitmek kesinlikle yapmak istediğim son şeylerden biri oluyor. Kilo vermedim veya incelmedim de. Diğer yandan, bundan üç hafta önce yapmakta inanılmaz zorlandığım hareketleri kolaylıkla yapabiliyor olmak ve antrenörümün bile gururla fotoğrafını çekmek isteyeceği kaslarımın oluşması gittikçe daha çok motive ediyor.


Bir de, herkesin motivasyonu farklı olabilir; ama ben spora gidiyorum diye evdeki tipi kaymış tshirtlar yerine gerçekten bayıldığım renk ve modellerdeki spor kıyafetleri giymenin beni motive ettiğini fark ettim. Aynı şekilde neşeli çorapların da...

Bu haftanın sağlıklı pratik tarifleri de, avokado ve mihaliç peynirli açık sandiviç ve muzlu smoothie.


Yumuşak bir avokadoyu ikiye kesip kabuğunun içinde dilimleyip sonra bir kaşık yardımı ile çıkartıyorsunuz. (Avokado dilimlenin en pratik yolu bu evet) Kızartmış olduğunuz ekmeklerin üzerine bu dilimleri yerleştiriyorsunuz. Salatalık filan soymak için olan soyma aparatları ile mihaliç peynirinden kesiyorsunuz. (Bu da annemin yöntemi, havalı peynir kesme aparatlarına ihtiyacınız yok, pazardan bile alabilirsiniz bu soyma aletlerini. Hatta annem, parmesan yerine makarnalara filan da mihaliç peyniri kullanıyor, çok yakışıyor.) Avokadoların üzerine, incecik peynirlerinizi koyduktan sonra, üzerinde zeytinyağı gezdiriyor ve kırmızı pul biber serpiyorsunuz. (Pul biber, çörek otu ve keten tohumu tozundan birini yaptığınız her şeye karıştırın, metabolizmanızı hızlandırın.) Kahvaltınız hazır!


Muzlu smoothie içinse, badem sütünü bir süre buzlukta bekletiyorsunuz. (Evde badem sütü yapmayı en kısa zamanda deneyeceğim, şimdilik Alpro kullanıyorum.) Bir muz, 100ml buz gibi badem sütü, keten tohumu tozu ve birkaç yemek kaşığı yulaf ezmesini blenderdan geçiriyorsunuz. Köpük köpük, lezzetli ve sağlıklı smoothie hazır!

Daha iyi kalın!


2 yorum:

Adsız dedi ki...

hey, ben buradaki tüm hayatımı bırakıp gidiyorum. istifamı verdim, arabamı satışa evimi emlakçıya verdim. bu ülkeden gidiyorum. neden biliyor musun? bir seyahatimin dönüşünde o şehirde yaşamaya karar verdim ve çok spontan tanıştığım bir kadın neden denemiyorsun dedi? dedim nasıl? mba yap. ahahah ve yapmaya gidiyorum. çünkü neden olmasın?

S dedi ki...

şu bir üstteki yorumu yapan insana sarılmak istedim ^^

çünkü o ne güzel bir karar ve yorumdur ve çünkü neden olmasın <3

Pinterest'im

Instagram'ım