lEğer bir gün insanlık yeniden kurulacaksa, yeni bir hukuk inşa edilecek ise eğer, insanlığın yeni mevzuatında “kalbi cürümlere” de yer verilmeli mutlaka. Selamı alınmayınca kendini enayi gibi hisseden birinin dava açma hakkı olmalı. Söz verip de gelmeyenler, sevip de en olmayacak anda çekip gidenler, iş yerindeki entrikalar, dostluklarda yenen kazıklar; her birinin cezası olmalı mutlaka. Ezik hissettiğin anda tazminat hakkın doğmalı ezik hissettirenlere karşı.
Yeni insanlığın yeni okullarında gençlere rüzgarlı havalarda kibritle sigara yakma temrinleri yaptırılmalı. Eğer hala kadınlar ve erkekler için ayrı müfredatlar uygulanacaksa, oğlan çocuklarına kadınların kafa karışıklığından, kız çocuklarına da erkeklerin onları nasıl anlamayabileceğinden söz edilmeli. Müzik derslerinde, bazı şarkılardan, o şarkıların yarattığı aptal cesaretinden korunmayı, o cesaretle edilen yanlış telefonları etmemeyi öğretmeliler. İçince pişman olacağın şeyler yapmamayı, yapsan da ertesi gün pişman olmamayı uygulamalı derslerde ele almalı öğretmenler.
İşten nasıl kırılır onu anlatmalılar üniversitelerde. Öfkelendiğinde boğazında düğüm olan cümle nasıl söylenir, ağlama gelip de böğrüne oturduğunda sesin titremeden nasıl konuşulur, iş yerinde birine aşık olunursa durum çamurlaşmadan nasıl halledilir… Bu gibi işlere bakmalı yeni üniversiteler.
Master programları olmalı daha karmaşık konular için. “Bir adam en az acıtarak nasıl terk edilir?”, “Daha az sevdikçe daha çok seviyormuş gibi yapmak nasıl becerilir?”, “İnsan kendi var oluş enerjisini kaybettiğinde kendi gücüyle buluşmak için ne yapmalıdır?” , “Kalbin tamirinde nerelerden faydalanılabilir?” gibi başlıkları olmalı akademik tezlerin.
Kendilerini geliştirmeye meraklı olanlar, artık dil kurslarına, tenis kurslarına falan değil de başka türlü kurslara gitmeliler. Tartışma grupları kurulmalı, Rita Hayworth’ın o filmde “put the blame on mame” şarkısını söylerken neden aniden striptiz yapmaya başladığını tartışmalı insanlar. Böyle bir ruh halinin Can Yücel’in “Sidikli Kontes” şiiriyle ilgi olup olmadığını. Merlene Dietrich’in nasıl olup da diğer kadınlardan daha güzel görünebildiğini konuşmalı genç kadınlar; böylece belki güzel kadın olmaktan ziyade “atmosfer mimarı bir kadın” olmanın daha kıymetli olduğunu anlarlar. Humphrey Bogard’ın neden Casablanca’nın son sahnesinde Ingrid Bergman ile gitmediğini anlamalı insanlar ve bu kadar klas davranabilecek hale gelmek için ne yaralar kazındığını etine. Ya da “Vesikalık Yarim” filminde İzzet Günay ile Türkan Şoray’ın raflara beraber konserve dizdikleri sahnenin üzerine gidilmeli. Birbirinden çok başka iki insanın birbirlerine, beraber konserveler bozuluncaya kadar beraber yaşama sözü vermesinin ne dehşet verici bir cesaret gerektirdiğini anlamalı herkes.
Bugün bir yerde bir çocuk ölüm kalım savaşı verir gibi kesirleri ezberlemeye çalışıyor mutlaka. Onun korku dolu yüzünü, o yüzün yıllar sonra başına gelecekleri düşündükçe…
İnsanlık artık yeni çocuklar, yeni hukuklar yapmalı.
Ece Temelkuran- Milliyet Gazetesi “Kıyıdan” köşe yazılarından…
Arada sırada donup donup okudugum yazılardan...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder