15 Temmuz 2014

Varşova: Coctail Bar Max, Kocan Kadar Konuş, Beirut Hummus ve Nova Swiat


Cuma günü ayak bastığımız Berlin'de üç günü devirdikten sonra, pazartesi günü istikametimiz Varşova! Opener Festival reklamı ile giydirilmiş tren ile Almanya'yı terk edip, Polonya'ya doğru yola koyuluyoruz.

Varşova'ya ulaştığımızda değişen iki temel şey var: Para birimi ve iklim. Euro'nun yerini zloty alırken, güneş yerine de yağmur karşılıyor bizi.

Airbnb aracılığı ile ayarladığımız evin anahtarını almak için ev sahibimiz ile buluşmaya gidiyoruz. O kadar çok yağmur yağıyor ki, biraz buralarda takılıp yağmurun dinmesini bekleyelim diyoruz. Ev sahibimiz de bize Coctail Bar Max'i öneriyor. Otel yerine airbnb ile konaklamanın en harika tarafı bu, New York'ta ev sahibim sayesinde daha ilk gecemde kendimi harika bir partide bulduğum gibi, Varşova'ya ayak bastığım gibi kendimi elimde şimdiye kadar tuttuğum en havalı kokteyl bardağını tutarken buluyorum.

Varşova'ya yolunuz düşerse burada bir kokteyl içmeyi sakın atlamayın, çok şık, çok lezzetliler.



Sonra bakıyoruz yağmurun dineceği yok, yoldan bir taksi çevirip kendimizi eve atıyoruz. Biraz şehir rehberi üzerinde çalışıyorum ve gidilecek noktaları işaretliyorum; ama hava turistik gezi yapılamayacak kadar kötü. O yüzden yolluk olarak yanıma aldığım kitabımı bitirmeye karar veriyorum: Kocan Kadar Konuş.


Yazın şezlongunuzda yatarken okumalık veya toplu taşıma seyahatlerinize eşlikçi bir kitap arıyorsanız, bu kitap aklınızda bulunsun. Gerçekten çok matrak.

Bir kadının başarısını, evlenmek -daha doğrusu varlıklı bir adamla evlenmek- olarak gören bir ailede, evlilik umurunda olmayan ve başarısız ilişkiler yaşayan bir başkahramanımız var. Anneanne "Erken kalkan yol alır, erken evlenen döl alır." derken, bizim kız "Ben çorabımın tekini bulamıyorken, nereden bulayım şimdi küremin diğer yarısını?" diye isyanlarda.

Bir potansiyel sevgili adayı tarafından Beşiktaş Çarşı'ya Beşiktaş maçı izlemeye götürülünce, tepesi atıyor ve yanlış yolda olduğuna karar veriyor. Bunun üzerine, anne, kuzen ve kızkardeşinin tavsiyelerinin kucağına bırakıyor kendisini, başka bir deyişle koca avına...

Okuyan herkesin kitap hakkında söylediği ortak bir cümle vardı: "Okurken bazen kahkaha attığım için insanların garip bakışlarına maruz kalıyorum." Abarttıklarını düşünmüştüm, haklılarmış, hava limanında sabah kahvemi içerken önümdeki kitaba bakıp kahkaha atan bir deliye dönüşmeme neden oldu bu kitap.

Kitaptan bayıldığım bir paragrafı paylaşmadan duramayacağım:

"Bu mudur yani ideal tablo: Eğitimim sırasında özellikle mühendislik bölümünde okuyan ve gelecek vaad eden burslulara konsantre oluyorum. Ne de olsa okulun en güzel kızı ve en yakışıklı erkeğinden ileride bir cacık olmayacak, burslular en üst kademelerde yöneticilik yapacaklar, değil mi? Okul bittikten sonra koca bulmak için işe giriyorum. Kazandığım tüm parayı kendime yatırım yapmak adı altında henüz hayatıma girmemiş kocam için harcıyorum. Koca bulabilmek için makyaj yapıyorum, saçıma her gün fön çektiriyorum, yemek kursuna gidiyorum, aman kocamın eli sıkı popoya değsin diye manyak gibi spor yapıyorum.

Haydi kocayı buldum diyelim, geçmişime beyaz bir perde gibi çekeceğim dapdaracık straplez gelinliğimin içinde nefes alamadığım, dünyalar prensesi bir geline dönüşüyorum. Düğünü takiben yurt dışında egzotik bir adaya tatile gidiyoruz. Tatil esnasında Facebook, Twitter ve Instagram'a yeterli sayıda egzotik ada, ananaslı kokteyl ve denizin önünde uzanırken sadece ayaklarımızın göründüğü fotoğrafları yüklüyorum. E tabii, maksat o fotoğrafları evlenen-evlenemeyen kız arkadaşlarımın, eski sevgililerimin, eski sevgililerimin sevgililerinin ve benim hoşlandığım ama bana yüz vermeyen tüm adamların görmesi. Hem zaten kimsenin gözüne sokamayacaksam neden evlendim ki?

İlişkimizdeki heyecanı korumak adına işten gelen kocamı aydınlık bir gülümsemeyle bir gün hemşire, bir gün tavşan kız olarak kapıda karşılıyorum. Çok zengin bir koca bulduğum için sadece avokado ile beslenerek, hamileliğim öncesinde, sırasında ve sonrasında kiloma ve bakımıma dikkat ediyorum. (...) Bilmem fark ettiniz mi, bahsettiğim senaryoda evlendiğim adamla ortak olan tek özelliğimiz aynı gün evlenmiş olmamız."

Harika değil mi? Hadi gelin dürüst olalım, bu abartı gibi gelen anlatım, etrafımızdaki şu an olup biten evliliklerden kesitler, anne beklentilerinden kırıntılar barındırıyor. Tam bir yaz ve kız kitabı.

(Kocan Kadar Konuş, Şebnem Burcuoğlu, 214 sayfa)


Kitap bittiğinde yağmur da diniyor, harita elimizde kendimizi sokağa vuruyoruz. İlk durağımız Beirut Hummus & Music Bar. Burası ikiye bölünmüş bir mekan, tıklım tıklım dolu, oturacak yer bulmak için dakikalarca diğer bekleyenlerle birlikte sandalye kapmaca oynamanız gerekiyor. Bir tarafı Lübnan işi mezeler yapıyor, bir tarafı deniz ürünleri. Beyaz şarap soslu karides de, acılı ahtapot da mükemmel; "killer seafood" olarak anılmayı sonuna kadar hak ediyor.



Yemekten sonra Nova Swiat'a gidiyoruz. Sokağın adının tercümesi "yeni dünya". Bir zamanlar tarihi bir merkezken, 1944 yılında Polonyalıların Nazi Almanyası'na başkaldırışı olan Varşova İsyanı (Warsaw Uprising) ile tamamen yerle bir oluyor ve ikinci dünya savaşının sonunda sıfırdan yapılandırılıyor. Bu gün mağazaları ve barları ile aynen Nişantaşı havasında bir sokak.

Karaktersitik bir fark olarak, bu sokakta pembe şemsiye taşıyarak dikkatinizi çekip sizi strip cluba çağıran kızlar dolaşıyor ortalıkta.




Haftaiçi olduğundan mekanların bazıları kapalı, biz tercihimizi Cava'dan yana yapıyoruz. Menü ve duvarları Szymon Brodziak'ın seksi fotoğrafları ile kaplı olan bu cafe bar'da leziz kokteyller yuvarlıyoruz.



Polonya'nın başkenti olan Varşova, 2. Dünya Savaşı sırasında büyük ölçüde yerle bir oluyor ve savaştan sonra yeniden inşaa edilmeye başlanıyor. Bu var olma, kendini ispatlama çabası şehrin her yerinde.

Şehri metropole dönüştürme arzusu içindeler, her türlü sergide savaştan bu güne kadar ne kadar fazla yol kat ettikleri, yakında Berlin'e, Londra'ya kafa tutma umudu işleniyor. Hatta şehrin ne kadar metropol olduğunu göstermek için, büyük alışveriş merkezlerinin sayısı ve boyutu ile övünüyorlar. İstanbul'da her yerin alışveriş merkezine dönüşmesinden baygınlık geçirdiğimden, inşaatlardan duyulan bu gurur ve çaba bana karaktersiz ve yapay geliyor. "Alışveriş merkezi inşaa etmekle olmuyor bu işler dostum, gel bize İstinye Park, Kanyon, Zorlu yıkılıyor, ama Berlin ruhu yok, onu inşaa edemiyorsun. Özgürlük, özgünlük lazım." demek istiyorum.

Varşova'da ilk günümü, neon ve inşaat aşkı nedeniyle şehre kanım kaynamamış, ama güzel kokteyller yuvarlamış olarak kapatıyorum.

1 yorum:

Gökkuşağı Dosyası dedi ki...

Uzun zamandır blog okuyamamış ve burada da oldukça fazla yazı biriktirmiş olarak, şu anda bu seyahat yazılarını büyük bir iştahla ve keyifle okumaya başladım!... Birkaç saattir saydırmaktan gözlerim yoruldu ama değdi, yine her zamanki gibi süperler! :)

Pinterest'im

Instagram'ım