18 Eylül 2014

Güneşi batırdık, blush'ı açtık, yıldızlara daldık ve o gece İstanbul'dan temelli kaçmak istedik.

Eylül geldiğinde içime hep bir hüzün çöker. Çünkü eylül, haftasonluk deniz kaçamaklarının, bronz tenin, üstüne bir elbise geçirip evden çıkabilme özgürlüğünün son demleridir.

Bu yüzden de eylül bitmeden güneş ve denizle vücudumu doya doya kavuşturmak konusunda kararlıydım. Babama "Haftasonu Teos'a geliyorum."dedim. "Ben  İstanbul'a arabayla geldim. Kesin geleceksen, seni bekleyeyim, cuma akşam birlikte arabayla gidelim."dedi.

Bir anda, aklıma harika bir fikir geldi: Ne zamandır, birlikte bir haftasonu bir yerlere kaçma planı yaptığım kız arkadaşlarıma whatsuptan yazdım. Ne de olsa arabada iki kişilik daha boş yer olacaktı. Hep birlikte arabayla yazlığa gider, bol bol dedikodu yapar, keyif çatar, pazar akşam da uçakla dönerdik. Babam da bıcır bıcır kızları her zaman sever, ona da etrafında üç çıtır kafa değişikliği olurdu hem.

İlkokuldan beri çok yakın arkadaşım olan Ayşe ile work&travel macerasına atılırken vize başvurusunda tanıştığım, sonra da birlikte çok tatlı maceralar yaşadığım Gizem, sorgusuz sualsiz "Tamam" dediler.

Cuma akşam iş çıkışında Beşiktaş İskelesi'nde buluştuk, babam bizi metro çıkışından kaptı ve yola koyulduk. İlk durağımız Balıkesir- Bursa yolundaki NGS Tatlı oldu.

"Kemalpaşa tatlısı" bana pek bir anlam ifade etmez, on yıl yemesem "Olsa da yesek!" diyeceğim bir tatlı da değil. Ama buradaki, kelimenin tam anlamıyla, kaymaklı, cevizli, tahinli bir lezzet bombası. Yiye içe, mola vere vere gidenlerdenseniz, burası aklınızın bir kenarında bulunsun.



Tatlıyı yiyip, çaylarımızı ve sigaralarımızı içip, bacaklarımızı esnetip tekrar arabaya doluştuk ve yola koyulduk. Sabaha karşı Teos'a vardık. Marinadaki pidecide de erken bir kahvaltı yaptıktan sonra, güneşin doğuşunu izlesek mi sevdasına kapıldıysak da, vücudumuz ve enerjimiz bizimle aynı arzuyu paylaşmadığından, kendimizi uykuya teslim ettik.


Ertesi sabah, çok az uyumuş olmamıza rağmen, deniz ve güneş bizi beklediği için çok zinde ve keyifli uyandık.


Uzun zamandır, yalnız iş çıkışı ile eve gidip yapılması gereken işler arasında ayak üstü sayılabilecek bir iki saati geçmeyen sürelerle görüyorduk birbirimizi. Bütün bu sürelerin acısını çıkartırcasına, biraz güneşlendikten sonra, biralarımızı kaptık, denizin ortasındaki dubaya kadar elimizde biralarla yüzdük. Dubanın üstüne yayıla yayıla, saatimiz olmadan ve hatta saat umurumuzda olmadan, güneşlendik ve lafladık. Bütün bir günü sohbet ederek, kitap okuyarak, mayışarak, yüzüp canlanarak geçirdik.





Güneş yavaş yavaş batmaya başlarken, hızlı bir duş alıp, sözleşmişçesine beyaz elbiselerimizi giydik. Kırmızı tenimiz, beyaz elbiselerimiz ve neşemizle gerçekten Sığacık'ın tanıtım yüzü olmaya adaydık :))


İstikametimiz Teos Marina'daki balıkçılardan Alem Balıkevi oldu. Babamın sabah biz uyanmadan balık mezatından aldığı balıklara, leziz kalamar ile ilk defa bu yörede tanıştığım cimcim denilen minik karidesler ve elbette roka salatası eşlik etti.




Ve karnımızı doyurduktan sonra, güneş batışını izlemek üzere, terasa kurulduk. Güneşi batırdık, blush'ı açtık, yıldızlara daldık ve o gece İstanbul'dan temelli kaçmak istedik.

Balık yerken aldığımız sayısala sadece 7,45TL isabet ettiğinden, dileklerimizi, kayan yıldızlara havale ettik.



1 yorum:

Adsız dedi ki...

Çok çok çok ÇOK güzel!

Pinterest'im

Instagram'ım