28 Haziran 2016

İki biradan sonra herkes herkesi sever, sen beni kahvaltıda sev.

Bir sabah uyandınız, işiniz yok, yetişmeniz gereken hiçbir şey yok, arayıp soranınız yok. Bilgisayarınızı alıp sürekli gittiğiniz, pijamanızla bile sizi kabul edecek köşe başındaki cafe'ye gitmek hiç cazip gelmiyor. Diğer yandan hava çok şık giyinip, makyaj yapıp çıkmak için de çok sıcak. Yatakta döne döne ne yapacağınızı düşünüyorsunuz.

Veya daha iyisi, bir arkadaşınızla buluşacaksınız. Saatlerce kafa kafaya verip konuşmanızı gerektirecek 'acil bir durum' yok. Niyetiniz, kapısında "Rezervasyonunuz var mı?" diye soracak kimsenin olmadığı, oturmak için sıra beklemek zorunda olmayacağınız bir yerlere gitmek. Yeni bir yerler keşfetseniz de fena olmaz hani...

Avrupa yakasında bile ikamet ediyorsanız, üşenmeyin vapura atlayın martıları denizi izleyerek püfür püfür Kadıköy'e geçin. İstikametiniz Yeldeğirmeni olsun. Hala çok keşfedilmemişken... İşletmeler Karaköy'dekilerin ukalalığına henüz sahip değilken... Sokaklarda modern ile eskinin karmaşası hala sürereken... Tüpçünün yanında harika bir cafe; izbe bir sokaklarda bile harika muraller varken...


Yogitam ile yaptığımız Yeldeğirmeni keşfinden ve sürprizlerle dolu sokaklarında yürümenin ne kadar keyifli olduğundan daha önce bahsetmiştim. Burada keşfedebileceğiniz bir sürü cafe var; bu yazdıklarımı boşverip, tamamen spontane biçimde, içinizden gelen bir tanesinin kapısından içeri girebilirsiniz. Yine de garanticiyseniz, tavsiyesiz adım atmam derseniz, bizim keşfettiklerimiz karşınızda:

Bop! Breakfast of Pan

İşgal evinin biraz ilerisinde yer alan Bop! Breakfast of Pan, dışarıdan bakınca yalnızca bir masalık bir mekan gibi görünüyor. Ayağınızı korkak alıştırmayın, içeri girin, yiyeceklerin hazırlandığı barın sonunda çok şirin bir avluda daha fazla masa var.

Adından da anlaşıldığı üzere burası bir kahvaltıcı. Klasik sevenler için serpme kahvaltı tabakları da var, tuzlu katmer gibi başka yerlerde olmayan farklı kahvaltı alternatifleri de... Ekstradan istemeye gerek olmaksızın kahvaltı tabağı ile birlikte zahter gelmesi ve ekmeğe sürmelik spesiyalleri ile bizi tavladı.


"Porsiyonlarımız biraz ufak." diye uyarmışlardı, o yüzden biz gerçekten minicik tabaklar bekliyorduk; ama Teşvikiye porsiyonlarından sonra bize oldukça doyurucu geldi, hatta hiçbir şeyi tamamen bitiremedik.

Tamamen doğal ve sağlıklı sebze, meyve ve baharatlardan yapılan "morning shot" benim buradaki favorim oldu.


Garda Cafe 

Haydarpaşa garından esinlenerek dekore edildiğinden adı kendisine cuk oturmuş cafelerden. Yeldeğirmeni'nin en işlek caddelerinden birinin üstünde olmasından sanırım, diğer mekanlara kıyasla bir tık daha kalabalık. Giyim kuşam tarzından, yaş aralığına oldukça geniş yelpazede bir müdavim kitlesi var.


İç kısımda oturduğunuzda kendinizi gerçekten, garda treninizi bekliyorken, bir şeyler içiyormuş gibi hissedebilirsiniz.

Ben burada en çok mutfak kısmının üstündeki cümleyi ("İki biradan sonra herkes herkesi sever, sen beni kahvaltıda sev." ve dış kısmında Haydarpaşa Garı'nın tarihçesinin asılı olmasını ve kahve içerken şehrin tarihi hakkında bir şeyler öğrenebilmeyi sevdim.


Haydarpaşa Mythos

Yeldeğirmeni kahvaltı etmek ve kahve içmek için harika bir istikamet; ancak biz sokaklarında dolanırken yemek için bizi çok cezbeden bir adres bulamadığımız için, karnımız acıkınca, ne zamandır aklımızda olan Haydarpaşa Mythos'a yolumuzu düşürelim bu vesileyle dedik.

Nedense ben Mythos'u, püfür püfür deniz esintili, manzaralı, açık ve aydınlık bir yer olarak canlandırmıştım kafamda. O yüzden kapısından içeri girdikten sonra, "Biz yanlış yere geldik galiba" diyip geri çıktık. Garın etrafında turladık turladık, geri döndük.


İyi ki de dönmüşüz, leziz mezeler eşliğinde gündüz rakısı ile keşif günümüzü kapatmak gerçekten çok keyifli oldu.

Mezelerin hepsi gerçekten oldukça lezzetliydi. Maş fasülyeli mezemizin içinden kılçığa benzettiğimiz ancak ne olduğunu çözemediğimiz bir şey çıkınca, garsonumuzun ilgi alakası diğer işletmelere örnek olacak kadar iyiydi. Hatta "Şimdi siz onu yemek istemezsiniz diye ben size deniz börülcesi getirdim." diyerek, ince düşüncesi ile bizi şaşırttı.



Yolunuz buraya düşerse, avlusuna çıkıp, terk edilmiş trenlere bakmayı, bir zamanlar yolu buraya düşenlere ilişkin hayaller kurmayı, yalnızca hayali bile olsa kabarık eteklerinizle o trenlere binip, işlemeli mendilinizle göz yaşlarınızı kurulayarak, sevgililerinize el sallamayı unutmayın.




Bir de bahsetmeden geçemeyeceğim; ne zaman rakı içsem, içinden cümleler aklıma düşen bir yazı var. Benden çok uzaklarda olduğunda bile, hep yanımda hissettiğim, kendimi ne zaman azıcık kötü hissetsem içine doğmuşçasına harika kelimelerini bana dokunduran, her yazısından bir iki cümle mutlaka aklıma ve dilime takılan Ozan Önen'in bir yazısı. Pek çok yerde yayınlanmasından, çok daha seneler öncesinden beri dilimde: "Bilirsin ki rakı içen kadın, herkesle rakı içmez ve eğer seninle rakı içiyorsa, senin için kalbinde en az yüz elli metrekare daha yer vardır." Kendisini hala keşfetmediyseniz, buradan buyrun, bu yazıyı (hatta hiçbir yazısını) pas geçmeyin.

Keyfile, keşifle kalın!

1 yorum:

Murat Avcı dedi ki...

Güzel ve dolu bir yazı. Eline sağlık.

Pinterest'im

Instagram'ım