10 Kasım 2013

Floransa: Dante'ye komşu konaklama için Sani Torist House, bira ezberlerini bozmak için King Grizzly

Roma'dan Floransa'ya gidişimizin bizi yoracağını, uzun süreceğini, sorun sayılabilecek süprizlerle karşılaşabileceğimizi  hesaba kattığımızdan ve galiba tatil ruh hali ile biraz da heyecan peşinde olduğumuzdan, yalnızca bir kaç saat sonra, -hızlı tren sağolsun- enerjimizden hiç bir şey eksilmeden ve kalacağımız yeri bulma sıkıntısı bile yaşamadan Sani Tourist House'un önünde duruyor olmamızı kabul edemiyoruz.




Bu kadar kolay olamaz. Benim online rezervasyon maceralarımda sorunsuz check-in yaptığım hiç olmadığından, otelsiz kalma ihtimalimizi bile göze almışız. Annem, bir sorun varsa, valizleri hiç boşuna yukarı taşımayalım diye, sokakta valizlerle bekliyor, ben The Guardian'ın Floransa'da kalınabilecek en iyi yerler isimli yazısından bulduğum Sani Tourist House'a çıkıyorum.


Çok şeker bir orta yaşlı bir adam karşılıyor bizi. Hiç bir sıkıntı yaşamadan, Dante'nin evinin hemen yanındaki tarihi bir apartmanda, saat kulelerine bakan odamıza yerleşiyoruz. 



Bize tane tane Floransa'da neler görmemiz gerektiğini anlatıyor, operaların, turların, günü birlik etkinlerin katologlarını uzun açıklamalarla elimize tutuşturuyor. 

Bizim derdimiz başka, "Turistik etkinlikleri bir kenara bırakalım, siz nerelerde ne yiyorsunuz?" diyerek haritayı önüne koyuyoruz. Başlıyor işaretlemeye ve yine detaylı detaylı sakince anlatmaya. 

Sonraki günlerde onun haritamıza koyduğu işaretleri takip ederken, "Bizimki de ağzının tadını biliyormuş valla" diye defalarca onun kulaklarını çınlatacağımızı o sıralar bilmiyoruz.

Kaldığımız odayı, evimiz gibi benimseyeceğimizi ve ayrılırken içimizin burulacağını da bilmiyoruz.

Abartıyormuşum gibi olacak; ama Floransa'ya on kere daha gitsem, her seferinde burada kalırım. Lokasyonu inanılmaz iyi. Meşhur Duomo bir sokak paralelinizde, bütün gece mekanları yalnız 100 metre uzağınızda ve gerçekten otelden şehrin her tarafına, kanalın diğer tarafı dahil yürümeniz pekala mümkün. O yüzden, eğer beş yıldızlı otel peşinde değilseniz, şehir merkezinde temiz pak ve karakteristik bir yerde kalmak arzusu içindeyseniz Sani Tourist House'u bir kenara not edin derim ben. 

Valizlerimizi odaya bırakıp, duşumuzu aldıktan sonra Floransa'ya merhaba demek için sokağa atıyoruz kendimizi ve o an şehre aşık oluyoruz. Floransa, şimdiye kadar gördüğüm en klas İtalya şehri... Neden 'klas', diğer şehirlerde olmayan nesi var derseniz, açıkçası cevabını bilmiyorum; ama böyle hissettiriyor insana.

Haritamızda işaretli lezzet duraklarını arayamayacak kadar açız, o yüzden Piazza De Cimatori'de sokakta oturma kısmı olan birbirine çapraz iki restorandan Antiquus'u seçip yerleşiyoruz. İtalya'da öğrendiğimiz şey şu ki, güneyin lezzeti pizza, kuzeye çıktıkça yerini makarnaya bırakıyor. Ortalarda yer alan Floransa, aynı zamanda eti ve işkembesi ile meşhur. 




Makarnadan yana tercih yapınca ve yarım litre şarabın yanında trüflü ve sebzeli makarnalarımız masamıza konuyor. Oturduğumuz sokak bıcır bıcır, makarnamız ve şarabımız çok lezzetli, Floransa'da olmak harika! 





Seyahatimizin şimdiye kadar olan kısmını anarak, karşılaştırmalar yaparak yemeğimizi yiyoruz ve sonra hemen yan tarafındaki tıklım tıklım dolu bara geçiyoruz.


Niyetimiz şarap ile başladık diye şaraptan devam etmek; ama bara oturduğumuz anda buranın konseptinin şarap değil bira olduğunu anlıyoruz. Üstelik de bizim bildiğimiz gibi "Dostum ver bir bira" burada işlemiyor. Biraya ulaşmak için, "Nasıl bira seversin?", "Kaç bira içmeyi düşünüyorsun?", "Buraya gelmeden önce neler içtin?" gibi soruları cevaplaman lazım. "Noluyor ya, altı üstü bir bira içeceğim, ne biran var?" diye soruyorum. O sırada yan taraftaki bira dizili rafı görüyorum, çok bira var; ama içlerinden sadece bir tanesini biliyorum: Duvel! 



O zaman sipariş vermeyi erteleyip, etrafımı izlemeye başlıyorum. Burada değişik, bilmediğim bir konsept var! İnsanlar bara geliyor, kaç bira içmek istediklerini söylüyorlar ve bardaki adam onlara değişik biralardan oluşan kombinasyonlar yapıp, hangisinden başlayıp, hangisine doğru içeceklerini anlatıyor.

Birayı bardağa bol köpüklü olarak dolduruyorlar, ardından bir bıcakla köpüklü kısmını atıyorlar, bardağı suya sokup çıkarıp önünüze koyuyorlar. 


Bunca yıldır bira içiyorum, böyle bir şey görmedim. Bardaki adamın başı boşalınca, sarıyorum ona. 

Çok bilmiş bilmiş, "Öyle bıcakla köpüğü atıp, sonra bir de bulaşan birayı temizlemek için suya sokacağına, bardağı eğip niye doldurmuyorsun?" diye soruyorum. Gülüyor, öyle yaparsam, birkaç bira sonra ya şişersin, ya da şu tuvalete gidip durmak zorunda kalırsın, diyor. 

Gerçekten de biz bugüne kadar birayı hep şişe şişe, işeye işeye içtik.

"Ama köpüklü doldurunca biranın tadı kaçmıyor mu?" diye soruyorum bu kez, tam ikna olmamış vaziyette. "Marketten aldığın bira için geçerli olabilir o, ama bunlar design biralar" diyor. "Nereden buldunuz peki bu design biraları?" diye soruyorum yine. O da yine gülüyor, yıllarca dünyanın dört bir yanından toplandılar, diye yanıtlıyor. 


Merakla inceliyorum şişeleri, ne içmem gerektiği hakkında hala hiçbir fikrim yok. Bugüne kadar benim için "sadece bira" kadar basit olan bir şey, bir anda bütün anlamını değiştiriveriyor.

"Peki neden kaç tane içmeyi düşündüklerini soruyorsun? O kombinasyon gibi şeyler ne?" diye soruyorum bu kez. İkna olana kadar adamı rahat bırakmaya hiç niyetim yok. Bana Guiness'e benzeyen koyu renkli bir bira dolduruyor, önüme koyuyor, sonra yanıma geliyor. "Nasıl?" diye soruyor. Güzel, gerçekten çok güzel.


"Şimdi güzel, ama sana aynı biradan bir bardak daha versem bu kadar güzel gelmez. O yüzden her seferinde başka bir bira içmen lazım. Şarap gibi düşün, nasıl kırmızı şarabın üzerine beyaz şarap içilmezse, tam tersi sırayı izlemen gerekiyorsa, bira da öyle. Keyifle bira içmen için, biranı doğru birayla değiştirerek içmeye devam etmen gerekir." diyor.

O gece seçimlerimi ona teslim ediyorum, gerçekten belki de hayatımda hiç içmediğim kadar keyifle, şişmeden ve sıkılmadan içiyorum biralarımı.

Yüz metre uzaktaki otelimize kafalarımız güzel dönerken aynı cümle çıkıyor ağzımızdan: "Biz bugüne kadar boşa bira içmişiz!" 

O yüzden, İtalya'nın konsepti her ne kadar şarap olsa da, King Grizzly aklınızın bir kenarında bulunsun. Üstelik de müdavimlerinin tamamı Floransalılar olduğundan, şehir için harika tavsiyeler kapmak için de güzel bir adres burası. 

3 yorum:

sebuş dedi ki...

Roma İtalya Floransa anlatadururken e hayatta devam ediyor gündem kaçıyor ne olacak şimdi:) şaka bi yana nefis bir yazı olmuş yine,, meğer bende boşa bira içip içip işeyenlerdenmişim:)
öperim,

zillosh dedi ki...

:)) kaçar mı hiç sebuşcummm "kızlı erkekli" aynen devam! yoksa şişe işeye içilen biraların yerini mevsim dolayısıyla şarap almışken, bu adresleri, sokakları unutmadan kayıt altına alayım istiyorum. :)

Eyvaaah, aynı yorumda hem kızlı erkekli hem şarap filan oldu! :))

Şaka bir yana, süpersonik bir hafta dilerim!

sebuş dedi ki...

haha kızlı erkekli mutlu musmutlu haftalar dilerim bende,,

Pinterest'im

Instagram'ım