05 Aralık 2013

Kadından Don Kişot olmaz çünkü erkekler savaşıp kahraman olurken birilerinin evde şehriye çorbası pişirmesi ve çocukları büyütmesi gerek.

Hukuk Fakültesinin ilk senesinde yepyeni bir dünyaya girmenin heyecanıyla, her gün sabah erkenden kalkıp okula gidip, derslere girdikten ve 3.30 gibi bizim okul için efsane sayılabilecek bir not ortalaması tutturduktan sonra, ikinci senede o freshman heyecanını üzerimden atıp kaşarlanmıştım. Okulda devam mecburiyeti olmamasını sonuna kadar kullanıp, sadece ders anlatışını çok sevdiğim hocaların derslerine gitmeye başlamıştım.

Günde bir iki saat derse girip, bir iki saat havuzlu bahçede arkadaşlarımla sohbet ettikten sonra, hala önümde upuzun ve bomboş bir gün oluyordu. Arkadaşlarımla sosyalleşme anlayışımız daha çok geceleri Mojo'ya, Roxy'ye, Etiler'deki canlı müzik yapan yerlere gitmek olduğundan, gündüzleri yalnızdım.




Cihangir'deki evde pencereden gelen güneşin altında, rüzgarın hafifçe dalgalandırdığı perdelere karşı koltukta yayılıp saatlerce kitap okurdum. Bir de Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'ı misali sokaklarda bir başıma gezerdim. Taksim'in o zaman ıssız olan Şişhane, Asmalımescit, Galata gibi kısımlarında yürürdüm, kitapçılarda uzun uzun rafları kurcalardım, Alkazar Sineması'nda filmler izler, sahaflara gidip o güne kadar okumadığım klasikleri alırdım, Cihangir kahvelerinde takılırdım, o zamanlar güvenlik sebebiyle Conrad Oteli'ne taşınmış olan ve İngilizce kursuna gittiğim British Counsel'ın nefis manzaralı kantininde takılır, hatta bazen nereye gittiğini bilmediğim İETT otobüslerine binip öylesine şehirde turlardım. 

İstanbul'da çok yeni olduğum gibi, ailemden bağımsız bir hayatta da yeniydim. Her şeyi benim yerime düşünen birileri yoktu artık, kararlarımı kendim almalıydım. Kendimi tanımaya çalışıyor, hayattan ne beklediğimi sorguluyordum. Ve açıkçası düşünmek, hayal kurmak ve plan yapmak için yeterince zamanım vardı. Hatta daha doğrusu boş zamandan fazla bir şeyim yoktu.

Para kazanma derdim de yoktu. Kira ödemiyordum, ailemin verdiği ve şimdi ne kadar olduğunu hatırlamadığım harçlıkla geçiniyordum. Devlet üniversitesi öğrenci standartlarından daha rahattaydım onu hatırlıyorum. Ama öyle har vurup harman savurabileceğim bir harçlığım da yoktu. Karnım doyuyordu, kitaplar alabiliyordum, sinemalara gidebiliyor, faturalarımı ödeyebiliyor, gece dışarı çıkabiliyordum; ama çok fazla konsere gidersem ay sonunu göremeden bitiyordu harçlığım. Şimdiki gibi aklıma estiğinde, canım istediğinde seyahate çıkmam kendi harçlığımla zaten mümkün değildi. O yüzden ay sonlarında oldukça züğürt günler geçirirdim. Aslında düşünüyorum da, aileme param bitti, desem anında yollarlardı, hatta muhtemelen bana verecekleri para da onlara koymazdı; ama sınıfımda benim bir aylık harçlığımla aylarca geçinen, bir de para biriktirip bilgisayar filan alan arkadaşlarım olduğu için, çok zorda kalmadıkça ailemden fazladan para istemeye utanırdım. 


Sonraki yıllarda,elimde imkanım varken, kullanmamanın saçma olduğuna karar verip, kirası şimdiki maaşıma yakın olan bir eve tek başıma taşındım, interrail, work&travel, Cambridge'te exchange gibi bir sürü icat çıkarıp, pervasızca istedim ailemden para, hatta çok para harcadığımı düşündüklerinde çirkin ve şımarık tavırlar takındığım dönemler de oldu. 

Ama 2005 bunlardan önceydi, farklıydı.

Paramın sınırlı, zamanımın sınırsız olduğu ve bütün zamanımı gelecekte ne olacağımı, nasıl bir hayat süreceğimi düşünerek geçirdiğim yıldı benim kişisel tarihimde. Yetinmeyi, sahip olamamayı, düşünmeyi, sorgulamayı deneyimlediğim, aidiyet hissimi kaybettiğim bir yıl...




Aradan yedi yıl geçmişken, o zamanlar hayalini kurduğum kadına yakın bir şekilde yaşarken, toplu taşımada zaman geçirmek için "Kadından Don Kişot Olmaz" romanını okumaya başladım. Ve elimden bırakamadım, bir günde bitirdim. 

Başkahraman Seher'in, evlenip boşandıktan, çok pervasızca para harcayıp ekonomik kriz nedeniyle yokluğa düştükten sonra, çaresizce iş aramak için İstanbul'a geldiği bir haftayı anlatıyordu kitap. Zamanı çok, parası az ortayaşlı bir kadın... 

Aile yapımız bambaşka olmasına rağmen, bana 19 yaşında olduğum 2005 senesini hatırlattı. 

Sahi, ben yıllardır unutmuştum, hayatta insanın başına ne geleceği belli olmayacağını... Son birkaç yıldır istediğim her şeyi alabilmenin ve yapabilmenin rahatlığı ile pervasızca para harcıyordum, o yüzden çok dokundu bana onun o çaresizliği, tutunamamışlığı... 

Seher, moda deyişle tam bir tutamayan. İnsanları seviyor; ama o kadar hırçın ki sürekli kavga ediyor. Çok zeki ve çok çalışkan; ama iş hayatında bir türlü bir yere gelemiyor. Özgür, yalnız, kırık kalpli ve cebi delik bir kadın.

İstanbul'a yaptığı yolculukta eski tanıdıkları ile karşılaşıyor ve buluşuyor. Ortayaşlı geçim derdinde ve yalnız kadınlar... Hayatlarının geride kalan yirmi senesinde ya bir adama kapılıp kariyeri unutmuşlar, ya da işe kendilerini gereğinden fazla kaptırıp yapayalnız kalmışlar. 

Çok hüzünlü ve çok gerçekçi. Gerçek hayatı insanın yüzüne şaap diye vuruyor. "Şimdi gençsin, ilgi çekicisin, gelecek kaygın da yok; ama zaman hızla geçiyor."u çok güzel bir kurguda hatırlatıyor.

Tam bir kış kitabı, yeni yıl için yepyeni kararlar aldırabilir insana ve bence her kadının mutlaka okuması gerekiyor.




Kitaptan sevdiğim cümleler:

Bu şehirde kimse kimseyi tanımıyordu, anlamıştım. Kimse kimseyi gerçekten sevmiyordu. Yalnızlar şehriydi İstanbul. Kaçıklar şehriydi.

İstanbul hain bir şehirdi. Paran varsa sana gülüyordu, lüküs hayat operetindeki gibi yaşardın, sabah çayda, öğlen yemekte, akşam baloda. Ama yoksulsan ancak etek uçlarına tutunursun şehrin. Hiçbir güzelliğini koklatmazdı o zaman alçak karı sana. 

Bohem hayat iyidir ama bilirsiniz, her bohem hayatın acı bir sonu vardır ve o acı son cart diye bir anda gelir. Bir bakmışsınız alkolik olmuşsunuz, ya da orospu, pezevenk, otçu, manyak... Seç beğen al.

Oysa hayat çok tuhaftır. Bir an, öteki ana benzemez. Hiçbir şey göründüğü gibi değildir be hayat sürprizleri ile ünlüdür. 

Kalem yazar, gönlün gözü açılır. Dünyayı unutmuştum sanki. Ne parasızlık, ne yalnızlığım, hiçbiri umurumda değildi artık. Sonunda özgürdüm işte! Olmayacak yerlerde aradığım o mutluluğu, o özgürlüğü sonunda yazmakta bulmuştum. 

Öyle ya yazı yazmanın kutusuna sığınmak, o zevkli dünyada gezilere çıkmak ancak hali vakti yerinde olanlara mahsus bir eylem değil miydi? Benim gibi bir sefilin ne hakkı vardı öyle bir özgürlüğü yaşamaya! Ben gidip uysal bir eşek gibi çalışmalıydım. 

Bazı kadınlar daha başına buyruk, daha bencildirler. Hayatlarını yalnızca çocuklarına adayamazlar. Çünkü kendişeri çocuktur daha. Merak ettikleri, öğrenmek istedikleri, burunlarını sokmak istedikleri sürü sepet şey vardır. Annelik onlara göre kadınlığın binbir yüzünden sadece biridir. Tamamı değil. 

Dünyayı bilmem ama bu topraklarda aşk yok. Kadınların bozuk para gibi harcandığı yerde aşk olmaz, barbarlık olur.

5 yorum:

Handan dedi ki...

günaydın sezen; bu sabah bende bir kadının hayat mücadelesini anlatan romanını bitirdim, yetmedi hemen yazısını da yazdım;

http://handannkaleminden-handan.blogspot.com/2013/12/yasakl-apartman-huzun-yucel.html

ilgini çekerse. neslihan acu yazılarından -medya tavada yazıyordu bir ara- tanıdığım biri ancak tarzı bana çok kart kurt geliyor, sert değil yok, sert yazarları severim, böyle bir nasıl anlatsam olmamışlığın verdiği hamlıktan gelen kart kurt hal. fazla polemikçi fazla bağıran yazılar. romanı nasıldır bilmiyorum.

sabah sabah kadın ve şehir üzerine okumalar kesişince gülümsedim.

sevgiler.

Handan dedi ki...

evet,şimdi bir başka istanbul okuması yapmak üzere kitap çantamda geziyorum.


bir poşet istanbul toprağı // EMİN KEŞMER imzalı

okuyunca yazacağım...

Deniz Evin dedi ki...

Sezeenn şimdi çıkıp kitabı alıcam, ilgimi çektii meraktayım :) Öpüyorum çok çok

Sinem dedi ki...

çok merak ettim kitabı, altı çizili cümleler süper, çok teşekkürler.. blogunu yıllardır okuyorum ama ilk defa yorum yazıyorum sanırım :)
sevgiler,

zillosh dedi ki...

Handancım,

O halde "çok iyi" istanbul okumanı bulmuş olmanı diliyorum, yorumlarını bekliyorum :)

Denizcim,

Umarım seversin, umarım sana da "ona benzememek" azmini verir :)

Sinemcim,

Çok iyi anlıyorum, ben de yorum insanı değilim. Takip ettiklerimi sessiz sessiz okuyorum, hatta bazen beni çok mutlu eden yorumlara bile cevap yazmayı atlayaniliyorum.

Çok mutlu ettin beni, umarım beğenirsin kitabı.

Sevgiler

Pinterest'im

Instagram'ım