15 Temmuz 2016

Lizbon 1: Leziz peticoslar, natalar, tarihi dükkanlar, çatısı çökmüş görkemli manastır merhaba!

Lizbon'un daracık sokaklarında, dışı renkli seramiklerle kaplanmış binaların arasında, yokuşları ine çıka, haritamı cebime koyup kaybola kaybola bütün bir gün gezebilirim; ama vücudum benimle aynı fikirde değil: Çok açım.

Yemek yemek benim seyahatlerimin oldukça önemli bir parçası. Bu yüzden rastgele önüme çıkan bir yerde karnımı doyurup kendimi müze koridorlarına vurmak yerine, hatta tam aksine, sıra dışı ve özellikle merak ettiğim bir müze yoksa, onları pas geçip daha çok restoranların masalarında oturup mümkün olduğu kadar çok şey tadarak etrafı izlemeyi tercih ediyorum.



Geçen ay yaptığım New York seyahatinde ilk defa kullandığım Lonely Planet Pocket Guide'ın Lizbon versiyonunu İstanbul'da aylarca yana yakıla aramıştım. Çünkü içindeki her bir tavsiye gerçekten iyiydi ve bana tavsiye edilen her yer de o rehberde zaten vardı. Üstelik de ansiklopedi boyutunda yanında taşıması imkansız Lonely Planet rehberlerinden sonra, bu pocket versiyon, semt semt böldüğü haritaları ve aradığını bulması çok kolay listeleri ile minik portföy çantama sığan dev bir kahramana dönüşmüştü. Bundan sonra, seyahate çıkmadan önce onlarca kaynak arasında boğulmaktansa, yalnızca Lonely Planet Pocket alıp yollara düşmeye karar vermiştim.

Gelgelelim Lizbon versiyonunu İstanbul'da hiçbir yerde bulamadığım için, sonunda e-kitap versiyonuna razı olmuş, böylelikle Kobo isimli uygulamayla tanışmış, daha seyahate çıkmadan yeni bir şeyler keşfetmiştim. Semt haritalarını basarak, "mutlaka gitmek istediklerimi" listemiştim.

Seyahat arkadaşım Buketto, yeme içme konusunda aynen benim gibi, "mümkün olduğu kadar çok yere gidelim, ortaya bir şeyler söyleyelim, bölüşerek farklı lezzetler tadalım" yaklaşımında olduğu için bu seyahatin bol yemekli geçeceğinden şüphem olmayarak, upuzun bir restoran listesi çıkarmıştım.

Böylelikle Lizbon'daki ilk durağımız Grapes &Bites oldu. Şehrin en hareketli semtlerinden Bairro Alto'da Rua do Northe 81 numarada bulunan bu şarap evi, çok fazla çeşit Portekiz şarabı sunması  kadar Portekiz usulü tapas olarak tanımlayabileceğimiz 'peticos'ları ile de ünlü.



Yiyeceklerimizi hiç zorlanmadan seçtikten sonra, sıra şarap seçimine geldiğinde duraksadığımızda, garson bizimle içtenlikle ilgilenerek, nasıl şaraplar sevdiğimizi sordu. Kesinlikle her durumda kırmızı şarap tercih eden biri olarak, beğeneceğim bir beyaz şarap bulmanın oldukça zor olduğunu düşünerek, "Kesinlikle tatlı değil, fazla meyveli olmasın, dry" gibi bir şeyler gevedim. Ve tatmam için bardağıma konulan şarap gerçekten inanılmaz lezzetliydi.






Tapaslarımız porsiyonları ile karnımızı, hem de şık sunumları ile gözümüzü doyurdu. Orada otururken, lezzetle bir çatalıma bir kadehime uzanırken, Lizbon'u bu güne kadar nasıl atladığımı düşünüyordum.

("Hiç fiyat yazmıyorsun, ucuz mu pahalı mı?" diye soranlar oluyor. Bence İstanbul'dan sonra neredeyse her yer oldukça ucuz, ya da daha doğrusu ödediğiniz paranın karşılığını her zaman alıyorsunuz. Yine de bu seyahatte harcadığım her parayı not ettim, fikir vermesi için fiyatları da paylaşacağım. Bu üç tapas ve iki kadeh şarap için toplam 44 Euro ödedik.) 



Karnımız doyduktan sonra, Lizbon'a gelmişken olmazsa olmaz, buranın meşhur tatlısı 'pasteis de nata'dan yemek için Manteigaria'ya uğradık. 

Daha sonra farklı yerlerde de nata tatmış olarak şunu söyleyebilirim ki, en iyisi burada. Kapısındaki sıradan gözünüz korkmasın, oldukça hızlı ilerliyor. İçeri girdiğiniz anda burnunuza nefis bir hamur ve tarçın kokusu geliyor. Sıra size geldiğinde, elinize sıcacık bir nata tutuşturuyorlar. İncecik çıtır yuvarlak bir hamurun üzerinde, çok hafif bir krema, üstü krem karamel tadında hafifçe yanık. Camın ardında yeni nataların yapılmasını izlerken, bir tane daha, bir tane daha yememek için büyük bir irade göstermek zorunda kalabilirsiniz.



Buraya gelmişken, hemen yolun karşına geçip, Caza das Vellas Loreto'ya uğramayı da sakın atlamayın. Fransız devriminin olduğu gün açılan bu mağaza sadece mum üretiyor. İçeride çok sıradışı tasarımlı mumlar bulacağınız beklentisiyle giderseniz biraz hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz; ama Franz Liszt'in bile bestelerini yaparken ona eşlik eden mumları üretmiş mağazayı ziyaret etmemek olmaz.



Sizi yıllar öncesine ışınlayacak bir diğer adres de Rua Garrett 38 numarada bulunan Casa Pereira. Oldukça yaşlı amcaların, inanılmaz bir hamaratlık ve nezaketle çalıştığı, sanki yıllar öncesinde donup kalmış bir mağaza burası. Üstelik de hatıralık olarak metal kutular, kahve veya şarap almak isterseniz fiyatlar başka yerlere kıyasla oldukça uygun. 



Bu bölgede sokaklarda keyifle gezebilir, bir sürü özgün mağaza bulabilirsiniz. 

Gelgelelim bunlara dalıp atlamamanız gereken bir yer de Convento Do Carmo. 1389 yılında inşaa edilen bu bina, 1755 depreminde büyük zarar görüyor ve çatısı çöküyor. Restore edilmeye niyetlenilse de, bir türlü sonuçlandırılamıyor ve sonunda etnografya müzesi olarak faaliyet göstermeye başlıyor.



Çatısı çökmeden önce nasıldı elbette ki bilmiyorum; ama çatısız hali çok sıradışı ve görkemli bir avlu sunuyor. Lizbon'a gelmişken kesinlikle atlanmaması gereken bir adres olarak notunu alın derim.







Çıkışta hemen yanındaki binanın önünde duran askerler ile selfie'ler çekilerek eğlendikten sonra hala çok zaman olmasına bayılıyoruz. Çünkü Lizbon'da keşfedilecek çok şey var!





Eğlenerek kalın!

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım