Lizbon sokakları o kadar keyifli ki, hiçbir şey araştırmadan gidip, yalnızca sokaklarında keyfinize göre dolanarak yürüseniz bile gerçekten harika bir vakit geçirebilirsiniz.
Daracık ve rengarenk sokaklarında gezinirken, kendinizi Avrupa'dan çok uzaklarda hissedeceğinizden, her bir mağazada yıllar öncesine ışınlanacağınızdan emin olabilirsiniz.
Yine de bilinçli bir şekilde gezeceğim, olmazsa olmazları atlamak istemiyorum derseniz, harika adreslerle kaldığım yerden devam ediyorum.
Alışveriş caddesi Rua do Carmo'da bulunan 1925 yılında açılmış Luvaria Ulisses çok kaliteli rengarenk deri eldivenler satan minicik bir dükkan.
Dükkandan içeri yalnızca tek bir müşteri girebiliyor, o kadar minik. O tek müşteri ile ilgileniliyor, eldivenleri deniyor, beğeniyor, alıyor, çıkıyor ancak sonra sıradaki giriyor. Buradan bir eldiven almak isterseniz, hızlı alışveriş alışkanlıklarınızdan vazgeçmeye hazır olun.
Figueira Meydanı'ndaki Hospital de Bonecas ise 1930'dan beri faaliyet gösteren bir oyuncak bebek hastanesi. Küçük bir çocuğun kırılan oyuncağını hastaneye götürme fikrine bayılmamın yanı sıra, burada satılan minyatür oyuncakların da hepsi almak isteyeceğim kadar güzel.
Hemen bu meydan ile kesişen sokaklar, çok güzel hatıralık eşyalar alabileceğiniz mağazalar olduğu gibi, benim her yurtdışı seyahatimin olmazsa olmazı haline gelen, her gittiğim yerde valizimi hem mutlu edici, hem işlevsel, hem de uygun fiyatlı bir sürü ıvır zıvırla doldurmama neden olan Tiger mağazası da burada.
Elimiz kolumuz Tiger poşetleri ve Lizbon'a özgü mantar ve seramikten yapılmış çeşit çeşit eşya ile dolduktan sonra, artık biraz çakırkeyif olma zamanımızın geldiğine karar veriyoruz.
Böylece ginjinha (vişne likörü) içmek için Rua Portas de Santo Antao 61 numarada bulunan Ginjinha Sem Rival'in yolunu tutuyoruz.
Lizbon'da pek çok yerde ginjinha bulabilirsiniz; ama buradaki kendi üretimleri olması ve 150 yıldır lokaller tarafından en iyi olarak anılması ile diğerlerinden ayrılıyor. Tek bir shot bile bütün havanızın değişmesine yetecek kadar kuvvetli.
Shotlarımızı atıp, diğer müşterilerle ayak üstü lafladıktan sonra yönümüzü Principle Real'e çeviriyoruz.
Lizbon ile özdeşleşmiş 28 numaralı tramvaya bir selam verdikten sonra, (Bu arada, sıcaktan ve yokuşlardan yakınmazsanız şehirde her yere yürüyerek gidebilirsiniz. Yürümekten çok hoşlanmıyorsanız ise, bu 28 numaralı tramvay, gezilmesi gereken her bölgeyi kapsar biçimde tur atıyor. Çok kalabalık olmadan binmek isterseniz de, hareket durağı yeşil metro hattının Martim Moniz durağının orada bulunuyor.) Elevator da Gloria'ya çıkıyoruz.
Burası şehre tepeden bakabileceğiniz pek çok noktadan biri. Kale manzarası sunması ve oldukça popüler mekanların bulunduğu Principle Real'in yakınlarında olması nedeniyle diğerlerine gitmeseniz bile en azından buradan şehre bir tepeden bakış atmayı unutmayın.
Biraz daha sokaklarda gezindikten sonra, artık keyif çatma zamanımızın geldiğine kadar veriyor ve Lost In Esplanada'nın yolunu tutuyoruz. Elimizdeki haritaya göre önüne geldiğimizde karşımızda bir bar değil, bir butik duruyor. "Lost In Esplanada neresi?" diye soruyoruz. "Burası, buradan buyurun." diyorlar.
Kendimizi Hint işi kıyafetler ve şallar satan bir mağazanın içinde gezinirken buluyoruz. Yanlış mı geldik endişesiyle kafamızı kaldırdığımızda, devam etmemizi söylüyorlar. Mağazanın odalarının sonuna gelip de terasa çıktığımızda "Wow!" diyoruz.
Hint işi kumaşlardan yapılmış şemsiyeler ve koltuklarla çok sıra dışı ve keyifli bir mekan karşımızda duruyor. Buketto'ya bir mojito, bana bir lokal bira siparişi veriyor ve Lizbon'daki ilk günümüzde, tastamam 12 adres gezmiş olmanın gururu ve daha akşam yemeği adreslerimize uğramamış olmanın heyecanıyla kadehlerimizi tokuşturuyoruz.
Karnımız acıkmaya başladığında istikametimiz Decadente oluyor. Şefi Nuno Bandeira bu restoranı, "guilt-free, self-indulgence, the hedonist way" biçiminde tanımlıyor.
Ahşap ağırlı dekore edilmiş, bembeyaz duvarlı, eğlenceli retro aksesuarlarla renklendirilmiş kocaman bir salonda buluyoruz kendimizi. İçerisi tıka basa dolu.
Rezervasyonumuz olmadığından, çeşit çeşit numaralar yaparak kapmayı başardığımız masayı 1,5 saat sonra boşaltmamız gerektiğini söylediklerinde, "Merak etmeyin." diyoruz. Çünkü o akşam iki ayrı yerde akşam yemeği yemeyi planlıyoruz.
Aperatif kokteylim inanılmaz lezzetli, başlangıç olarak aldığımız acılı karides de öyle. Ama Lizbon'a gitmişken mutlaka yapılacaklar listenize bu restoranın girme sebebi bunlar değil, "porteguel on a plate" olacak. Risotto ile paella arası, deniz ürünlü harika pirinçli bir yemek. Yerken gerçekten zevkten öldük, sırada bekleyen başka bir adresimiz olmasaydı, kesinlikle bir tabak daha sipariş ederdik.
Üstelik de fiyatlar oldukça uygun, aperatif kokteyl, karides ve bu bahsettiğim orgazmik yemek için yalnızca 30 euro ödemeniz yeterli.
Bu restoranın bulunduğu bina da aslında bir hostel: The Independente Hostel. Hayatımda hiç bu kadar havalı bir hostel görmemiştim daha önce. Lobisi şimdiye kadar gittiğim pek çok otelden daha havalı ve zevkli dekore edilmişti, bir hostelden ziyade çok posh bir butik otel tadındaydı. Lizbon konaklamanız için bu adresi de aklınızın bir kenarında tutabilirsiniz. Ben bir daha gidecek olursam, muhtemelen burada kalırım.
İkinci durağımız şef Ljubomir Stanisic'in restoranı 100 Maneiras. Buraya gitmeye niyetlenirseniz dikkat etmeniz gereken iki şey var: Şehirde iki tane 100 Maneiras var. Biri yalnızca tadım menüsü sunuyor, diğerinde a la carte menüden seçim yapabiliyorsunuz. İkinci olarak da, rezervasyon yaparak gitmenizi öneririm, çünkü ikisi de tıka basa dolu oluyor.
Ben burada en çok şarap menüsünü sevdim. Bilirsiniz, restoranlarda genellikle en sıkıcı menü şarap menüsü olur. Genellikle yalnızca kırmızı, beyaz, pembe şarap şeklinde bir ayrım bulunur, biraz daha fazla seçenek sunuyorlarsa bölgelere göre de bir ayrım eklenir. Her halükarda, yalnızca şarap adının, üretim tarihinin, bölgesinin ve fiyatının yazdığı upuzun ve sıkıcı listelerden oluşur.
100 Maneiras'ta ise şarap menüsü hem çok eğlenceli, hem de oldukça bilgi verici ve yardımcı.
Ben bir steak yiyorum, hayatımda şimdiye kadar yediğim en kıvamında pişmiş, abartılı soslara bulanmamış, inanılmaz lezzetli bir et.
Kendinizi şımartmak isterseniz 100 Maneiras, Lizbon'da yiyebileceğiniz diğer bütün mekanlara kıyasla iki kat hesap ödeyeceğiniz gerçeği ile birlikte aklınızda bulunsun.
O geceki son istikametimiz Pharmacy Museum'un içindeki, adından da kolayca anlaşılabileceği üzere eczane konseptli "Pharmacia" oluyor. Bazı detayları bana Tel Aviv'de gittiğim Spicehous'u çağrıştırıyor. Müzenin içinde aynı konseptli bir restoran ve bar olması fikrine ise kesinlikle bayılıyorum.
Fiyatları 5-7 euro arasında değişen leziz kokteyllerin isimleri ise, yüzünüzde kocaman bir gülümsemeye neden olmak ve bütün kalp kırıklıklarınızı iyileştirmek için yeterli.
Kokteyl olarak birer 'Morfin' alıp, 20 kilometre kadar yürümüş bedenlerimizi otel odamızdaki yataklarımıza teslim ediyoruz.
Zevkten yorularak kalın!
1 yorum:
Lizbon...3 yıl önce gidip bayıldığım şehir...tekrar gitmek istediğim şehir...atmosferi başka, enerjisi başka...salaşlığı, kendine özgü havası, nefis yemekleri...yoldan geçerken birden acıktığımı hissedip içeri daldığım esnaf lokantasında 3 kuruşa yediğim nefis yemekleri de unutmadım...evet evet tekrar gitmek iştiyorum..
Yorum Gönder