10 Eylül 2014

Şıklığın Resmi Tarihi: Olgunlaşma Enstitüleri

Tasarımcı, moda bloggerı gibi moda ile alakalı her iş bu aralar pek gözde. Bazı kişiler gerçekten yetenekli olmakla birlikte, büyük bir kesim malesef kopyalamanın ötesine geçemiyor. Ama yine de herkes çok prim yapıyor.

Diğer yandan bu alanda çalışan kişilere baktığım zaman bir ortak nokta görüyorum: Bu kişiler genellikle ekonomik yönden orta üstü durumdalar. Yani geçim dertleri yok. Evinin kirasını ödemek zorunda olan, faturaları ile kendi başıma mücadele etmek zorunda bulunan, ailesine bakma sorumluluğuna sahip olan birinin, ne kadar meraklı olursa olsun, böyle bir maceraya atılma lüksü yok. 

Ayrıca bu kişiler, hali hazırda bu sektöre girmeden önce, aileden veya çevreden belli bir zevki almışlar. Sadece daha profesyonel olmak için eğitim alıyorlar. Yoksa verilen eğitimler, giyim kuşam hakkında hiçbir fikri olmayan birine bu zevki aşılayacak nitelikte değil. 




En son okuduğum kitap ise, bir zamanlar Türkiye'de moda alanında daha kapsayıcı ve kapsamlı bir eğitim sunulduğunu öğrenmemi sağladı: Yümniye Akbulut'un hayatını anlatan "Şıklığın Resmi Tarihi". 


Bu kitap, Yünmiye Akbulut'un kız enstitüsü ve ardından olgunlaşma enstitüsündeki eğitimini ve burada müdürlüğe yükselen hayatını anlatıyor. 

Bu okullardaki atölyeler bir zamanlar, bütün bakanların, konsolosların eşlerinin ve saygın ailelerdeki hanımların davetlerde giydikleri kıyafetlerden, gündelik kıyafetlerine ve hatta gelinliklerine kadar her şeylerini dikerlermiş. Bu eğitim sayesinde, taşrada yaşayan bir memur ailenin kızı, nitelikli bir çevre edinebilir, düzenlenen defileler sayesinde sıradışı yurtdışı seyahatlerine çıkabilirmiş. 

1940 yılından bahsediyorum. Manisa ile Ankara arasının trenle 35 saat sürdüğü bu dönemde, atölyeler, L'officel, L'Art et la Mode, La Femma Chic, Vogue, Jour de France, Collection gibi tüm Fransız moda dergilerine aboneymiş. İnanılmaz bir vizyon, kız çocukları için inanılmaz bir imkan...

Kitaptan bir kesiti aynen aktarmak istiyorum:

Milli Eğitim Bakanı, eskiden beri yakını olan Erzurumlu bir aileyi Doğu'ya her gittiğinde ziyaret edermiş. Ancak bir süre yolu Erzurum'a düşmemiş, aradan birkaç sene geçmiş. Tekrar Erzurum'a gittiğinde misafir olduğu arkadaşına bir soru sormuş: "Kardeşim, ben Doğu'ya her gelişimde sen beni evinde misafir edersin. Ancak, bu gelişimde evin her şeyinde bir değişim gözlemledim. Evin, sofranın tanziminde, gördüğüm bilumum her yerde bir değişim var. Bunun sebebini öğrenebilir miyim?" Bakanın arkadaşı "Bizim küçük kızı, kız enstitüsüne gönderdik." diye cevaplamıştı. 




Mr. Feelgood ile en son yaptığımız Avrupa seyahatinde, "Avrupalı" olmayı tartışmış, Türkiye'nin Avrupa'dan eksik ve iyi olduğu noktalar çerçevesinde hararetli bir tartışma yapmıştık. Bence bizde genel olarak eksik olan şey "estetik"ti. Çirkin plastik sandalyeler, güzel ve temiz kıyafetlerin ancak bir yere giderken giyilmesi, evde beze dönüşmesi gereken kıyafetlerle dolaşma alışkanlıkları, hazırlanan yemeklerin özensiz servisi, evde çiçek bulundurma alışkanlığı olmaması, evlerin duvarlarının genellikle bomboş kalması gibi listeleye listeleye bitiremeyeceğim bir eksiklik var bizde. Ve bu kitap, bana aslında bundan elli sene önce, bunun değiştirilmesi oldukça güzel bir eğitim sistemi kurulmuş olduğunu öğretti. 



Kitap, roman gibi değil, belli bir kurgu ile de yazılmamış. O yüzden okuması çok kolay bir kitap olduğunu söyleyemem; ama içeriği oldukça ilginç. Atatürk ilkelerine sahip, üretken ve idelist bir kadın olan Yümniye Akbulut, tam bir anneanne diliyle zarifçe ve yer yer eski kelimeler kullanarak, bütün hayatını anlatıyor. Kitabı okurken, karşımda oturmuş da anılarını bana anlatıyormuş gibi hissettim. 

Kitaptan sevdiğim bazı cümleler:

Hani bazen deriz ya "Dünya ne kadar küçük!" diye, bu tesadüf de dünyanın ne kadar küçük olduğunu, eğer Tanrı bazı insanları birbirine göstermek ve tanıştırmak istiyorsa bunun önüne kimsenin geçemeyeceğini gösteren bir örnekti.

Paylaşma duygusu, insan olmanın, daha doğrusu hakiki bir insan olmanın tek özelliği sanıyorum. İnanın, beraber yenilen bir tost, beraber gidilen bir piknik ve dostlarla oturulan mütevazi bir ev, yalnız yenilen çok daha lezzetli bir yemekle, yalnız çıkılan harika bir seyahatle, tek başına oturulan müstesna konaklarla mukayese edilemeyecek kadar önemli ve özel paylaşımlardır.

İnsanların severek yaptığı şeylerin beğenilmesi ve takdir edilmesi, o işi yapana müthiş bir gurur ve mutluluk veren bir şey... Bütün mesele yaptığın işin en mükemmelini yapabilmek. Ben bunun hayatın tüm alanlarında geçerli olduğuna inanıyorum. İnsanların işi, mesleği ne olursa olsun, onu gerçekten iyi şekilde yaptığı zaman takdir edilmemesi, maddi manevi destek görmemesi, en azından bir teşekkür almaması olası değil.

Kardeşim hep "Kadın her şey olabilir. Her şey olmalıdır. Ama en sonunda anne olmak şartıyla." demiştir. 

Onlara, eşlerini eve çekebilmeleri için kendilerinin bakımlı, iyi giyinmiş, temiz kokan, güzel sofralar kuran, güzel yemekler hazırlayan eşler olmalarını, çocuklarını dikkatle takip edip okullara devam ettirmelerini dilimin döndüğü kadar anlatmaya çalıştım. 

2 yorum:

Kizlierkeklikedili dedi ki...

Benim halam olgunlaşma mezunudur ve hikayelerini ondan uzun uzun dinlerdim eskiden... Zerafetin, kültürün yeridir benim gözümde...

Adsız dedi ki...

Köy enstitüleri ve olgunlaşma enstitüleri artık yok, ne yazık...
Şimdilerde her yerde olan imam hatipler enstitüler kadar açık fikirli insanlar yetiştirebilecek mi bakalım, merakla bekliyorum ?

Pinterest'im

Instagram'ım