Mosaic by Maceo gecesi bitip Ibıza Pacha'nın kapısından dışarı çıkıyoruz. Havanın ne kadar aydınlık olduğuna inanamıyorum. Bütün gece kafamın üstünde taşıdığım güneş gözlüğümü takarken, saate bakıyorum. "Sabaha karşı filan değil, düpedüz sabah olmuş." diyorum şaşkınlıkla.
Dans etmekten baştan aşağı ter içindeyim. Sabahın erken saatlerindeki esinti içime işliyor, üşüyorum.
Ayıklığından şüphe ettiğin anlardaki "Sadece ben mi?" şüphesi vardır ya, reflekssel olarak bizim kızlara bakıyorum, herkesi üşüyor görünce rahatlıyorum.
Diğer yandan açlık, üçümüz için de üşümekten daha baskın. Çünkü en son 12 saat kadar önce bir kaç çeşit tapas atıştırmıştık ve o saatten beri aralıksız dans ediyoruz. Beş dakika yürüme mesafesindeki Prince Bakery'e gidiyoruz. İçimizden biri bira içmeye devam ediyor, diğerleri için kahve zamanı. Bunlara bir kaç çeşit taze hamur işi eşlik ediyor kahvaltı niyetine.
Pacha'dan çıkanlarla, derin bir uyku üzerine henüz uyanıp kahvaltıya gelenleri, yalnızca kılık kıyafetlerine bakarak ilk bakışta ayırt etmek mümkün. Etrafı gözlemlemek ve yorumlamak çok eğlenceli olabilir o sırada; ama algımız kısıtlı, enerjimiz dipte.
Karnımızı biraz doyurduktan sonra, kaldığımız otele gidiyoruz. Plaj çantalarımızı hazırlıyor, bikinilerimizi giyiyor, çıkıyoruz.
O gün için planımız, Isla de Espalmador'a gitmek. Sakin, huzurlu, rahat rahat uyuyacağımız güzel bir denize ihtiyacımız var.
Bunun için öncelikle Ibıza'dan, hemen karşısındaki ada Formentera'ya geçmemiz gerekiyor.
Formentera feribotları Old Town'dan kalkıyor, üç ayrı firmaya soruyoruz, üçünün de fiyatı ayrı. Tabii ki en ucuzundan yana (30 euro gidiş-dönüş) tercih yapıp, en yakındaki cafede kahve içip gözlerimizi açmaya çalışarak feribot saatimizi bekliyoruz.
Formentera'dan da bembeyaz boyanmış ahşap minik bir tekneye biniyoruz. (Bu da gidiş dönüş 22,5 euro) Denizin ortasında püfür püfür bir esintiyle giderek, harika yatları ve gittikçe daha berrak bir maviye dönüşen denizi izlemek acayip keyifli.
Sonunda Isla de Espalmador'a varıyoruz. Burası hayatımda gördüğüm en beyaz uçsuz bucaksız kum. En sakin sahil. En berrak su. En harika deniz. Gerçek olamayacak kadar güzel. Kumun üzerindeki pembe tuz parçaları da ortama daha masalsı bir hava veriyor.
Kendimizi suya bırakıyoruz, onlarca fotoğraf çekiliyoruz, yüzüyoruz, dalıyoruz, çıkıyoruz.
Bu su keyfimiz sona erdiğinde fark ediyoruz ki, etrafta şezlong ve şemsiye kiralayabileceğimiz tek bir tesis bile yok. Çantamızdan havlularımızı çıkarıp, güneşin altında, bembeyaz ve incecik kumun üstüne seriyoruz. Mis kokulu yağlarımıza bulanıp, güneşlenmeye başlıyoruz.
Zaman geçtikçe susuyoruz, acıkıyoruz. "Hadi" diyoruz, "hem sahil boyu bir yürüyelim, hem de sahilin sonunda restoran gibi bir yerler var, onları keşfedelim." Upuzun sahili yürüyüp, uzaktan restoran olduğunu varsaydığımız binaların yakınlarına geldiğimizde, hepsinin özel mülk ve ev olduğu gerçeği ile yüzleşiyoruz.
"Bunlar evse, market nerde?" diye meraklanıyoruz. Sahilde güneşlenen, oralı oldukları belli teyzelerin yanına gidip soruyoruz. "Restoran veya market nerede bulabiliriz?"
Aldığımız cevaba inanamıyoruz. Restoran da yok adada, market de yok.
Durumun o anda farkına varıyorum: Suyumuz yok. Yiyeceğimiz yok. Gölge yok. Market yok. Formentera'ya dönen ilk tekne de saat 16:00'da, yani dört saat sonra!!
Neyse ki deniz harika, en kötüsü olası bir kriz durumunda, açıkta demirlenmiş lüks teknelere yüzer yardım isteriz, diye şakalaşıyoruz. Deniz ile kumsal arasında mekik dokuyarak harika ortamın tadını çıkartırken, tek eksiğimiz gerçekten soğuk bir bira.
Biraz sonra, Bahar, bizim adaya geldiğimiz tekneyi işaret ediyor: "İyi de bu adamlar da burada saat 16:00'ya kadar bekliyorlarsa, mutlaka bir şeyler aldıkları bir yer olmalı." Bir anda gözümün önüne, teknede asılı fiyat listeleri geliyor. Bira, su, cips... Aynı anda, aydınlanıyoruz: "Eee, bizim tekne orada olduğuna göre, onlardan satın alabiliriz." Evreka evreka! Tekneye bir koşuşumuz ve soğuk bira ile cips bulmanın mutluluğu ile bir dönüşümüz var ki, ıssız çölde vaha bulmuş gibiyiz.
Bira ile cipse kavuştuktan sonra keyfimiz tabii ki artıyor. Ben orada güneşin altında uyuyakalıyorum. Uyandığımda saate bakıyorum: 16:15. Panikle kalkıyorum, bizim kızlar da derin bir sohbete dalmış. Yattığımız yerden doğrulup bir bakıyoruz ki, bizi Formentera'ya götürecek tekne çoktan açılmış gidiyor.
Tekneyi kaçırıyor, cennette kalıyoruz! Neyse ki bir saat sonra son bir sefer daha var.
Yakınlardaki bir çamur banyosundan söz ediliyordu. Teknenin gelmesini bekleyeceğimiz bu bir saatte onu bulmaya karar veriyoruz. Sahilden çalılıkların arasına girdiğimizden yalnız birkaç dakika içinde, yemyeşil bir botanik bahçesinin içindeyiz. Bu kadar kısa mesafede, mavinin yerini, yeşile bırakması o kadar büyüleyici ki!
Çamur banyosu denilen göl, aşırı derecede sülfür kokuyor. Kesinlikle alıp da vücuda sürülecek gibi görünmüyor. Yine de o yeşilliğin arasında yürümek bile bize acayip keyif veriyor.
Sahile geri döndüğümüzde, son Formentera teknesi de hareket etmek üzere. Aceleyle sahilde neyimiz varsa, çantalarımıza sokuşturup, koşarak tekneyi yakalıyoruz.
Formentera'da marinaya yakın bir yerde karnımızı doyurmak için hoşumuza gidecek bir yer ararken, El Marino'yu çok beğeniyoruz. Oturup, bütün gün yalnızca bir bira ve bir cips ile idare etmiş olmanın göz açlığı ile kıtlıktan çıkmışçasına donatıyoruz masayı. Keyiften ölebiliriz.
Karnımız doyduktan sonra Ibiza'ya geri dönüyoruz. Akşam balkonda, bütün vücudumuzu after-sun losyonlarına bulamış olarak, cin tonik ve sigaralarımızı içip, dedikodu yaparak ojelerimizi tazeliyoruz.
Orada otururken farkına varıyorum; daha önce seyahat ettiğim hiç bir yer bana bir gün içinde bu kadar farklı ruh hallerini bir arada yaşatmamıştı.
24 saat içinde, Dalt Villa'da minik bir tapasçıda diz dize oturup tarihi kaleyi izleyerek sangria kadehlerini tokuşturabiliyor; gecenin ilerleyen saatlerinde kendini minik bir salonda yalnız 10-20 kişi ile DJ setinin önünde delicesine dans ederken bulabiliyor; dışarı çıkınca güneş gözlüklerini takıp minik bir tekne ile muazzam denizi olan bir adaya gidebiliyor; duş niyetine bu harika denize girebiliyorsun. Lüks, salaşlık, sabaha kadar eğlence, el değmemiş kumsallar bir arada!
"Bu gece artık sakin bir gece geçirmeye ihtiyacım var." diyorum. Bir önceki gece hiç yatağa girmemiş olduğumu hatırlayarak.
Giyindikten sonra, bakkaldan elimize birer bira alıp, keyfimize göre yürümeye başlıyoruz. Biramız bittikçe yolun üstündeki bir markete girip yenisini alıyoruz. Eş zamanlı olarak, anahtarlık, çakmak, havlu gibi Ibiza hatıralıkları da satın alıp çantalarımıza tıkıştırıyoruz.
Bora Bora'dan başlayan yürüyüşümüz Paseo de Figueretas'ta sona eriyor. Little Ibiza'da oturuyoruz. Sokağın ortasında kağıt fenerler ve renkli kumaşlardan şemsiyeleri ile çok güzel bir ortam sunuyor Little Ibiza. Kokteylleri inanılmaz lezzetli ve kuvvetli. Birer kokteyl bizi harika yapmaya yetiyor.
Little Ibıza'dan kalktığımızda saat 3:00. "En sakin gecemizin 3:00'te bitmesi!" diyerek gülüyoruz. İstanbul'a selam yolluyoruz: Bebeğim, I chill harder than you party!
Dans etmekten baştan aşağı ter içindeyim. Sabahın erken saatlerindeki esinti içime işliyor, üşüyorum.
Ayıklığından şüphe ettiğin anlardaki "Sadece ben mi?" şüphesi vardır ya, reflekssel olarak bizim kızlara bakıyorum, herkesi üşüyor görünce rahatlıyorum.
Diğer yandan açlık, üçümüz için de üşümekten daha baskın. Çünkü en son 12 saat kadar önce bir kaç çeşit tapas atıştırmıştık ve o saatten beri aralıksız dans ediyoruz. Beş dakika yürüme mesafesindeki Prince Bakery'e gidiyoruz. İçimizden biri bira içmeye devam ediyor, diğerleri için kahve zamanı. Bunlara bir kaç çeşit taze hamur işi eşlik ediyor kahvaltı niyetine.
Pacha'dan çıkanlarla, derin bir uyku üzerine henüz uyanıp kahvaltıya gelenleri, yalnızca kılık kıyafetlerine bakarak ilk bakışta ayırt etmek mümkün. Etrafı gözlemlemek ve yorumlamak çok eğlenceli olabilir o sırada; ama algımız kısıtlı, enerjimiz dipte.
Karnımızı biraz doyurduktan sonra, kaldığımız otele gidiyoruz. Plaj çantalarımızı hazırlıyor, bikinilerimizi giyiyor, çıkıyoruz.
O gün için planımız, Isla de Espalmador'a gitmek. Sakin, huzurlu, rahat rahat uyuyacağımız güzel bir denize ihtiyacımız var.
Bunun için öncelikle Ibıza'dan, hemen karşısındaki ada Formentera'ya geçmemiz gerekiyor.
Formentera feribotları Old Town'dan kalkıyor, üç ayrı firmaya soruyoruz, üçünün de fiyatı ayrı. Tabii ki en ucuzundan yana (30 euro gidiş-dönüş) tercih yapıp, en yakındaki cafede kahve içip gözlerimizi açmaya çalışarak feribot saatimizi bekliyoruz.
Formentera'dan da bembeyaz boyanmış ahşap minik bir tekneye biniyoruz. (Bu da gidiş dönüş 22,5 euro) Denizin ortasında püfür püfür bir esintiyle giderek, harika yatları ve gittikçe daha berrak bir maviye dönüşen denizi izlemek acayip keyifli.
Sonunda Isla de Espalmador'a varıyoruz. Burası hayatımda gördüğüm en beyaz uçsuz bucaksız kum. En sakin sahil. En berrak su. En harika deniz. Gerçek olamayacak kadar güzel. Kumun üzerindeki pembe tuz parçaları da ortama daha masalsı bir hava veriyor.
Kendimizi suya bırakıyoruz, onlarca fotoğraf çekiliyoruz, yüzüyoruz, dalıyoruz, çıkıyoruz.
Zaman geçtikçe susuyoruz, acıkıyoruz. "Hadi" diyoruz, "hem sahil boyu bir yürüyelim, hem de sahilin sonunda restoran gibi bir yerler var, onları keşfedelim." Upuzun sahili yürüyüp, uzaktan restoran olduğunu varsaydığımız binaların yakınlarına geldiğimizde, hepsinin özel mülk ve ev olduğu gerçeği ile yüzleşiyoruz.
"Bunlar evse, market nerde?" diye meraklanıyoruz. Sahilde güneşlenen, oralı oldukları belli teyzelerin yanına gidip soruyoruz. "Restoran veya market nerede bulabiliriz?"
Aldığımız cevaba inanamıyoruz. Restoran da yok adada, market de yok.
Durumun o anda farkına varıyorum: Suyumuz yok. Yiyeceğimiz yok. Gölge yok. Market yok. Formentera'ya dönen ilk tekne de saat 16:00'da, yani dört saat sonra!!
Neyse ki deniz harika, en kötüsü olası bir kriz durumunda, açıkta demirlenmiş lüks teknelere yüzer yardım isteriz, diye şakalaşıyoruz. Deniz ile kumsal arasında mekik dokuyarak harika ortamın tadını çıkartırken, tek eksiğimiz gerçekten soğuk bir bira.
Biraz sonra, Bahar, bizim adaya geldiğimiz tekneyi işaret ediyor: "İyi de bu adamlar da burada saat 16:00'ya kadar bekliyorlarsa, mutlaka bir şeyler aldıkları bir yer olmalı." Bir anda gözümün önüne, teknede asılı fiyat listeleri geliyor. Bira, su, cips... Aynı anda, aydınlanıyoruz: "Eee, bizim tekne orada olduğuna göre, onlardan satın alabiliriz." Evreka evreka! Tekneye bir koşuşumuz ve soğuk bira ile cips bulmanın mutluluğu ile bir dönüşümüz var ki, ıssız çölde vaha bulmuş gibiyiz.
Bira ile cipse kavuştuktan sonra keyfimiz tabii ki artıyor. Ben orada güneşin altında uyuyakalıyorum. Uyandığımda saate bakıyorum: 16:15. Panikle kalkıyorum, bizim kızlar da derin bir sohbete dalmış. Yattığımız yerden doğrulup bir bakıyoruz ki, bizi Formentera'ya götürecek tekne çoktan açılmış gidiyor.
Tekneyi kaçırıyor, cennette kalıyoruz! Neyse ki bir saat sonra son bir sefer daha var.
Yakınlardaki bir çamur banyosundan söz ediliyordu. Teknenin gelmesini bekleyeceğimiz bu bir saatte onu bulmaya karar veriyoruz. Sahilden çalılıkların arasına girdiğimizden yalnız birkaç dakika içinde, yemyeşil bir botanik bahçesinin içindeyiz. Bu kadar kısa mesafede, mavinin yerini, yeşile bırakması o kadar büyüleyici ki!
Çamur banyosu denilen göl, aşırı derecede sülfür kokuyor. Kesinlikle alıp da vücuda sürülecek gibi görünmüyor. Yine de o yeşilliğin arasında yürümek bile bize acayip keyif veriyor.
Sahile geri döndüğümüzde, son Formentera teknesi de hareket etmek üzere. Aceleyle sahilde neyimiz varsa, çantalarımıza sokuşturup, koşarak tekneyi yakalıyoruz.
Formentera'da marinaya yakın bir yerde karnımızı doyurmak için hoşumuza gidecek bir yer ararken, El Marino'yu çok beğeniyoruz. Oturup, bütün gün yalnızca bir bira ve bir cips ile idare etmiş olmanın göz açlığı ile kıtlıktan çıkmışçasına donatıyoruz masayı. Keyiften ölebiliriz.
Karnımız doyduktan sonra Ibiza'ya geri dönüyoruz. Akşam balkonda, bütün vücudumuzu after-sun losyonlarına bulamış olarak, cin tonik ve sigaralarımızı içip, dedikodu yaparak ojelerimizi tazeliyoruz.
Orada otururken farkına varıyorum; daha önce seyahat ettiğim hiç bir yer bana bir gün içinde bu kadar farklı ruh hallerini bir arada yaşatmamıştı.
24 saat içinde, Dalt Villa'da minik bir tapasçıda diz dize oturup tarihi kaleyi izleyerek sangria kadehlerini tokuşturabiliyor; gecenin ilerleyen saatlerinde kendini minik bir salonda yalnız 10-20 kişi ile DJ setinin önünde delicesine dans ederken bulabiliyor; dışarı çıkınca güneş gözlüklerini takıp minik bir tekne ile muazzam denizi olan bir adaya gidebiliyor; duş niyetine bu harika denize girebiliyorsun. Lüks, salaşlık, sabaha kadar eğlence, el değmemiş kumsallar bir arada!
"Bu gece artık sakin bir gece geçirmeye ihtiyacım var." diyorum. Bir önceki gece hiç yatağa girmemiş olduğumu hatırlayarak.
Giyindikten sonra, bakkaldan elimize birer bira alıp, keyfimize göre yürümeye başlıyoruz. Biramız bittikçe yolun üstündeki bir markete girip yenisini alıyoruz. Eş zamanlı olarak, anahtarlık, çakmak, havlu gibi Ibiza hatıralıkları da satın alıp çantalarımıza tıkıştırıyoruz.
Bora Bora'dan başlayan yürüyüşümüz Paseo de Figueretas'ta sona eriyor. Little Ibiza'da oturuyoruz. Sokağın ortasında kağıt fenerler ve renkli kumaşlardan şemsiyeleri ile çok güzel bir ortam sunuyor Little Ibiza. Kokteylleri inanılmaz lezzetli ve kuvvetli. Birer kokteyl bizi harika yapmaya yetiyor.
Little Ibıza'dan kalktığımızda saat 3:00. "En sakin gecemizin 3:00'te bitmesi!" diyerek gülüyoruz. İstanbul'a selam yolluyoruz: Bebeğim, I chill harder than you party!
2 yorum:
Play microtouch solo titanium games today - iTanium-arts
Play microtouch solo Titanium games titanium exhaust tips today. Microtouch is a game about making 2020 ford edge titanium for sale your gold titanium alloy own pocket westcott scissors titanium with your free titanium iv chloride online games.
mp423 xn--marcjacobswinkelsbelgi-79b,marc jacobs italia,aku schoenen nederland,maui jim sunglasses,marc jacobs soma,mauijimnorgesalg,aku čizme,mauijimportugalsale,zapatillas aerosoles qb365
Yorum Gönder