Bir deniz kıyısında karaya vurmuş insanların yorgunluğuyla yan yana uzandık. Bitkinliğin bağışladığı bir ayıklık hali gelmişti üzerimize; ikimiz de az önce birbiriyle tutkuyla sevişen, birbirimizin teninde tüten insanlar değildik artık. Deniz bitmiş, dalgalar dinmiş, köpükler sönmüştü. Az önce birbirimize arzu ve tutkuyla sarılırken, öperken, arada bir durup bakışırken seviştiğimiz kişi her kimdiyse şimdi yanımızda uzanmış duran o değildi. Pencereden vuran kirli ışıkta birbirimizde göz ucuyla gördüğümüz, yeniden düzene girmesini istediğimiz soluğumuza yetişmeye çalışan göğüslerimizin hızla inip kalkmasıydı yalnızca. Musluktan damlayan su, saatin tiktakları...
Yukarıdaki satırlar Murathan Mungan'dan.
Kibrit Çöpleri, tek sayfayı geçmeyen, birbirinden farklı kişilerin ağzından yazılmış gibi onlarca anı anlatan yaklaşık 100 sayfalık bir Murathan Mungan kitabı.
Kelimeleri bu kadar iyi kullanan, duyguları bu kadar okuyanın içine işleten başka bir yazar ben henüz keşfedemedim. Yalnız bir yazarı okuma şansım olsaydı ve bir seçim yapmam gerekseydi Murathan Mungan'dan yana tercih yapabilirdim.
Tek sayfada, olduğunuz yerden ışınlanıp bambaşka duygulara, bambaşka hayatlara, bambaşka anlara gitmek isterseniz, bu kitabı atlamayın derim.
Kitaptan çok sevdiğim bir kaç cümleyi de her zamanki gibi paylaşacağım tabii ki:
"Yaralarımızı birbirimize gösterecek kadar soyunamıyorduk henüz birbirimizin yanında. Ördüğümüz duvarların yorgunluğuyla arkasına sinip çöktüğümüz kendi güvenli bölgemizde, ötekinin atlayıp buraya gelmesini ya da çekip gitmesini bekliyorduk."
"Sabaha karşı karşına çıkan bir yabancıya güven; o yabancı belki seni kalbinin yerlisi yapar."
"Çok fazla uğraşma, en iyi şeyler beklenmedik zamanlarda olur."
"Sinema neden aşk haline geliyor biliyor musun? Çünkü o da tıpkı aşk gibi, insan gözünün bir aldanışı üzerine kurulmuştur. Hayal olduğunu bildiğin perdeye inanırsın bütün kalbinle... İnsan öncelikle bir aldanışa aşık olur, sonra o aldanıştan bir hakikat yapmaya çalışır hayatına... Bazı filmler çabuk biter."
Gerek Ibiza'da bu ayki maaşımın tamamını harcayıp İstanbul'a geri dönmem, gerek ortalık karışık olduğu için sokakların tatsızlığı derken, geçtiğimiz haftalarda hiç olmadığı kadar çok evde oturdum.
Asıl amacım bol bol uyuyup, ayların yorgunluğunu üzerimden atmaktı. Bir iki günün neredeyse yarısından çoğunu uykuda geçirmiş olmamı saymazsak, uyku ile o kadar çok zaman kaybetmeye dayanamadım. Çok kitap okudum, çok temizlik yaptım, çok yemek pişirdim, çok film izledim, çok fazla internette keşif yaptım. O kadar iyi geldi ki, önümüzdeki günlerde evde daha fazla zaman geçirmek konusunda kendime söz verdim.
İzlediğim filmlerden birinden tanesinden özellikle bahsetmek istiyorum: The Lobster.
Yalnız olmanın yasak olduğunu ve yalnız olanların bir otele götürüldüklerini, orada 45 gün içinde uyumlu çift olacakları bir partner bulamazlarsa, tercih ettikleri bir hayvana dönüştürüldüklerini düşünün. Bir de bu çift olma baskısına dayanamayıp, otelden kaçarak ormanda yaşayan yalnızlar olsun. Bu yalnızlar arasında da her türlü flört ve temas yasak olsun, bir şekilde yakınlaşanlar cezalandırılsın.
Çok absürd gibi gelen bu senaryo, aslında günümüz hayatına muhteşem gönderiler ve eleştiriler içeriyor. Çiftler problem yaşamaya başladıklarında, yanlarına çocuk verilmesi, "Bu genellikle işe yarıyor." denilmesi; yalnızların bölgesinde "Biz sadece yalnız dans ederiz. Bu nedenle yalnızca elektronik müzik çalarız." açıklamasının yapılması gibi.
Hala izlemediyseniz, bence en kısa zamanda izlemek üzere bir kenara not edin.
Daha eğlenceli, iyi hissettirici bir film izlemek isterseniz de Sing Street, çok naif ve çok umut dolu. 1980'lerde Dublin'de ekonomik kriz yaşanırken, bir lise öğrencisinin, bir modeli tavlayabilmek için bir müzik grubu kurmasını; kendi hayallerinden aile baskısıyla vazgeçmek zorunda kalan abisinin, vazgeçtiği hayallerinin kardeşinin gerçekleştirmesine desteğini anlatan, müzik ve umut dolu çok keyifli bir film.
Mutfakta neler yaptığıma gelirsek;
Fırında Kabak Mücver:
5 adet kabak: Soyduktan sonra, rendeleyip, suyunu sıkıyorsunuz.
3-5 adet taze soğan: Yıkadıktan sonra, ince ince doğruyorsunuz.
Yarımşar demet maydonoz ve dereotu: İnce ince kıyıyorsunuz.
100 gr. beyaz peynir ufalıyorsunuz.
4 adet yumurtayı derin bir kapta güzelce çırptıktan sonra, yukarıdakilerin hepsini içine ekliyorsunuz.
Bu karışımın içine ayrıca, yarım su bardağı zeytinyağı, 1 su bardağı un, biraz tuz ve kırmızı biber ekliyorsunuz.
Güzelce karıştırdıktan sonra, fırına girecek bir kabı yağlıyor ve bu karışımı içine döküyorsunuz.
Üstüne de çörekotu serptikten sonra, 180 dereceye ısıtmış olduğunuz fırında 20-25 dakika kadar pişiriyorsunuz.
Ta-dam: Çok sağlıklı ve lezzetli yemeğiniz hazır. Yoğurt da çok yakışıyor yanına, benden söylemesi.
Votkalı şeftalili popsicle:
İki adet şeftaliyi, ne kadar 'çarpıcı' olmasını istediğinize bağlı miktarda votka ile (ben 3/4 bardak koydum) birlikte smoothie hazırlar gibi blender'dan geçiriyorsunuz. Sonra hazırladığınız bu karışımı, kalıba döküp buzluğa atıyorsunuz. Donmasını beklemeniz yeterli. Yazın yapacağınız ev partilerinde büyük sükse yaratabilirsiniz bu pek pratik tarifle.
Maş Fasülyesi Salatası:
Yarım su bardağı maş fasülyesini üzerini birazcık geçecek suyla haşlıyorsunuz. Daha sonra içine buz atmanız veya buz gibi soğuk sudan geçirmeniz rengini korumasını sağlıyor.
Kırmızı biber ile yeşil zeytini ince ince doğruyorsunuz.
Ceviz ici ile beyaz peynir ufalıyorsunuz.
Hepsini birbirine karıştırdıktan sonra, biraz kuş üzümü, zeytinyağı ve tuz ekliyorsunuz.
Ben İspanya'dan aldığım Jerez sirkesini de ekledim çok yakıştı. Benim gibi dünyanın dört bir yanındaki marketleri evinize taşımıyorsanız normal sirke de kullanabilirsiniz. :)
Bu süre içinde, Lizbon yazılarının da hepsini yazdım. Her anı tekrar hatırlayarak, keyifle fotoğraflara bakarak, çok özleyerek... Hepsine şuradan ulaşabilirsiniz.
Tabii ki, sonrada bu evcil günlerimde biriktirdiğim enerjinin tamamını bir haftasonunda harcayıverdim.
Cumartesi öğleden sonra Gizem ile falcıya gittikten sonra (dadadamm, evet!), Beşiktaş'ta NOD isimli çok tatlı bir yer keşfettik. Burası aslında bir butik, içeride de oldukça güzel parçalar satılıyor. Arka tarafında ise, gizli bir bahçe var. Soğuk kahvemizi içip, kahkahalar eşliğinde sohbet etmek için harika bir alan sağladı bize. Yolunuzu düşürmenizi tavsiye ederim.
Akşam da, ne zamandır görüşemediğim, hayata bakışını, tespit ve çözümlemelerini çok sevdiğim Tuğçe ile Soho House'ta Dj kabininde Aksak'ın olduğu havuz başı Sunset Session'a katıldık. Gün battıktan sonra, bizim sohbetimiz hala bitmediği için içeride barda keyfimize devam ettik.
Gecesinde de Suma Beach'teydik. Benim kuşağımı elektronik müzik ile tanıştıran ilk isimlerden olan Swayzak DJ kabinindeyken, bir kere daha Suma Beach'in İstanbul'dan fiziken çok uzaklaşmadan, kafa olarak ne kadar uzaklaştırabileceğini deneyimlemiş oldum.
Gün doğduğunda biz hala dans pistindeydik ve yanımızda gerçekten bir Biscolata erkeği vardı.
Ben sevdiğim insanlarla, güzel mekanlarda sonu gelmez sohbetlere dalmayı, sabahlara kadar dans etmeyi gerçekten çok seviyorum. Bana iyi geliyor, sonrasında aynaya baktığımda bütün yorgun görüntüme rağmen, ışıldayan gözlerimle karşılaşıyorum.
Ama tabii ki vücudumun dinlenmeye, bakıma ve uykuya da ihtiyacı var. Bu yüzden karar verdim, haftaiçleri spora gitmek dışında dışarıda hiç bir plan yapmayacağım. Haftasonları ise her türlü plana ve maceraya açık kalmaya aynen devam.
Şimdilik öpüyorum, bu hafta sonu da Belgrad'dayım. Yine...
Tavsiyeleriniz varsa, sabırsızlıkla bekliyorum.
Dengeyle kalın!
Yukarıdaki satırlar Murathan Mungan'dan.
Kibrit Çöpleri, tek sayfayı geçmeyen, birbirinden farklı kişilerin ağzından yazılmış gibi onlarca anı anlatan yaklaşık 100 sayfalık bir Murathan Mungan kitabı.
Kelimeleri bu kadar iyi kullanan, duyguları bu kadar okuyanın içine işleten başka bir yazar ben henüz keşfedemedim. Yalnız bir yazarı okuma şansım olsaydı ve bir seçim yapmam gerekseydi Murathan Mungan'dan yana tercih yapabilirdim.
Tek sayfada, olduğunuz yerden ışınlanıp bambaşka duygulara, bambaşka hayatlara, bambaşka anlara gitmek isterseniz, bu kitabı atlamayın derim.
Kitaptan çok sevdiğim bir kaç cümleyi de her zamanki gibi paylaşacağım tabii ki:
"Yaralarımızı birbirimize gösterecek kadar soyunamıyorduk henüz birbirimizin yanında. Ördüğümüz duvarların yorgunluğuyla arkasına sinip çöktüğümüz kendi güvenli bölgemizde, ötekinin atlayıp buraya gelmesini ya da çekip gitmesini bekliyorduk."
"Sabaha karşı karşına çıkan bir yabancıya güven; o yabancı belki seni kalbinin yerlisi yapar."
"Çok fazla uğraşma, en iyi şeyler beklenmedik zamanlarda olur."
"Sinema neden aşk haline geliyor biliyor musun? Çünkü o da tıpkı aşk gibi, insan gözünün bir aldanışı üzerine kurulmuştur. Hayal olduğunu bildiğin perdeye inanırsın bütün kalbinle... İnsan öncelikle bir aldanışa aşık olur, sonra o aldanıştan bir hakikat yapmaya çalışır hayatına... Bazı filmler çabuk biter."
Gerek Ibiza'da bu ayki maaşımın tamamını harcayıp İstanbul'a geri dönmem, gerek ortalık karışık olduğu için sokakların tatsızlığı derken, geçtiğimiz haftalarda hiç olmadığı kadar çok evde oturdum.
Asıl amacım bol bol uyuyup, ayların yorgunluğunu üzerimden atmaktı. Bir iki günün neredeyse yarısından çoğunu uykuda geçirmiş olmamı saymazsak, uyku ile o kadar çok zaman kaybetmeye dayanamadım. Çok kitap okudum, çok temizlik yaptım, çok yemek pişirdim, çok film izledim, çok fazla internette keşif yaptım. O kadar iyi geldi ki, önümüzdeki günlerde evde daha fazla zaman geçirmek konusunda kendime söz verdim.
İzlediğim filmlerden birinden tanesinden özellikle bahsetmek istiyorum: The Lobster.
Yalnız olmanın yasak olduğunu ve yalnız olanların bir otele götürüldüklerini, orada 45 gün içinde uyumlu çift olacakları bir partner bulamazlarsa, tercih ettikleri bir hayvana dönüştürüldüklerini düşünün. Bir de bu çift olma baskısına dayanamayıp, otelden kaçarak ormanda yaşayan yalnızlar olsun. Bu yalnızlar arasında da her türlü flört ve temas yasak olsun, bir şekilde yakınlaşanlar cezalandırılsın.
Çok absürd gibi gelen bu senaryo, aslında günümüz hayatına muhteşem gönderiler ve eleştiriler içeriyor. Çiftler problem yaşamaya başladıklarında, yanlarına çocuk verilmesi, "Bu genellikle işe yarıyor." denilmesi; yalnızların bölgesinde "Biz sadece yalnız dans ederiz. Bu nedenle yalnızca elektronik müzik çalarız." açıklamasının yapılması gibi.
Hala izlemediyseniz, bence en kısa zamanda izlemek üzere bir kenara not edin.
Daha eğlenceli, iyi hissettirici bir film izlemek isterseniz de Sing Street, çok naif ve çok umut dolu. 1980'lerde Dublin'de ekonomik kriz yaşanırken, bir lise öğrencisinin, bir modeli tavlayabilmek için bir müzik grubu kurmasını; kendi hayallerinden aile baskısıyla vazgeçmek zorunda kalan abisinin, vazgeçtiği hayallerinin kardeşinin gerçekleştirmesine desteğini anlatan, müzik ve umut dolu çok keyifli bir film.
Mutfakta neler yaptığıma gelirsek;
Fırında Kabak Mücver:
5 adet kabak: Soyduktan sonra, rendeleyip, suyunu sıkıyorsunuz.
3-5 adet taze soğan: Yıkadıktan sonra, ince ince doğruyorsunuz.
Yarımşar demet maydonoz ve dereotu: İnce ince kıyıyorsunuz.
100 gr. beyaz peynir ufalıyorsunuz.
4 adet yumurtayı derin bir kapta güzelce çırptıktan sonra, yukarıdakilerin hepsini içine ekliyorsunuz.
Bu karışımın içine ayrıca, yarım su bardağı zeytinyağı, 1 su bardağı un, biraz tuz ve kırmızı biber ekliyorsunuz.
Güzelce karıştırdıktan sonra, fırına girecek bir kabı yağlıyor ve bu karışımı içine döküyorsunuz.
Üstüne de çörekotu serptikten sonra, 180 dereceye ısıtmış olduğunuz fırında 20-25 dakika kadar pişiriyorsunuz.
Ta-dam: Çok sağlıklı ve lezzetli yemeğiniz hazır. Yoğurt da çok yakışıyor yanına, benden söylemesi.
Votkalı şeftalili popsicle:
İki adet şeftaliyi, ne kadar 'çarpıcı' olmasını istediğinize bağlı miktarda votka ile (ben 3/4 bardak koydum) birlikte smoothie hazırlar gibi blender'dan geçiriyorsunuz. Sonra hazırladığınız bu karışımı, kalıba döküp buzluğa atıyorsunuz. Donmasını beklemeniz yeterli. Yazın yapacağınız ev partilerinde büyük sükse yaratabilirsiniz bu pek pratik tarifle.
Maş Fasülyesi Salatası:
Yarım su bardağı maş fasülyesini üzerini birazcık geçecek suyla haşlıyorsunuz. Daha sonra içine buz atmanız veya buz gibi soğuk sudan geçirmeniz rengini korumasını sağlıyor.
Kırmızı biber ile yeşil zeytini ince ince doğruyorsunuz.
Ceviz ici ile beyaz peynir ufalıyorsunuz.
Hepsini birbirine karıştırdıktan sonra, biraz kuş üzümü, zeytinyağı ve tuz ekliyorsunuz.
Ben İspanya'dan aldığım Jerez sirkesini de ekledim çok yakıştı. Benim gibi dünyanın dört bir yanındaki marketleri evinize taşımıyorsanız normal sirke de kullanabilirsiniz. :)
Tabii ki, sonrada bu evcil günlerimde biriktirdiğim enerjinin tamamını bir haftasonunda harcayıverdim.
Cumartesi öğleden sonra Gizem ile falcıya gittikten sonra (dadadamm, evet!), Beşiktaş'ta NOD isimli çok tatlı bir yer keşfettik. Burası aslında bir butik, içeride de oldukça güzel parçalar satılıyor. Arka tarafında ise, gizli bir bahçe var. Soğuk kahvemizi içip, kahkahalar eşliğinde sohbet etmek için harika bir alan sağladı bize. Yolunuzu düşürmenizi tavsiye ederim.
Akşam da, ne zamandır görüşemediğim, hayata bakışını, tespit ve çözümlemelerini çok sevdiğim Tuğçe ile Soho House'ta Dj kabininde Aksak'ın olduğu havuz başı Sunset Session'a katıldık. Gün battıktan sonra, bizim sohbetimiz hala bitmediği için içeride barda keyfimize devam ettik.
Gecesinde de Suma Beach'teydik. Benim kuşağımı elektronik müzik ile tanıştıran ilk isimlerden olan Swayzak DJ kabinindeyken, bir kere daha Suma Beach'in İstanbul'dan fiziken çok uzaklaşmadan, kafa olarak ne kadar uzaklaştırabileceğini deneyimlemiş oldum.
Gün doğduğunda biz hala dans pistindeydik ve yanımızda gerçekten bir Biscolata erkeği vardı.
Ben sevdiğim insanlarla, güzel mekanlarda sonu gelmez sohbetlere dalmayı, sabahlara kadar dans etmeyi gerçekten çok seviyorum. Bana iyi geliyor, sonrasında aynaya baktığımda bütün yorgun görüntüme rağmen, ışıldayan gözlerimle karşılaşıyorum.
Ama tabii ki vücudumun dinlenmeye, bakıma ve uykuya da ihtiyacı var. Bu yüzden karar verdim, haftaiçleri spora gitmek dışında dışarıda hiç bir plan yapmayacağım. Haftasonları ise her türlü plana ve maceraya açık kalmaya aynen devam.
Şimdilik öpüyorum, bu hafta sonu da Belgrad'dayım. Yine...
Tavsiyeleriniz varsa, sabırsızlıkla bekliyorum.
Dengeyle kalın!
1 yorum:
İyi günler ben Josef Lewis. Saygın, meşru ve akredite bir borç veren. Her türlü krediyi çok hızlı ve kolay bir şekilde veriyoruz, Kişisel Kredi, Araç Kredisi, Ev Kredisi, Öğrenci Kredisi, İşletme Kredisi, Mucit kredisi, Borç Konsolidasyonu. vb
Bugün bir iş veya kişisel krediler için onay alın ve aynı hafta içinde para alın. Bu kişisel krediler krediniz ne olursa olsun onaylanabilir ve bu iddiayı destekleyecek çok sayıda mutlu müşteri vardır. Ancak sadece ihtiyacınız olan kişisel krediyi elde edemezsiniz; en ucuz olanı alacaksın. Bu bizim sözümüzdür: Ücretsiz teminat faydaları olan tüm krediler için en düşük oranı garanti ediyoruz.
Müşterilerimin beklentilerini, yaptığım her şeyde aşarak olumlu bir izlenim bırakmaya çalışıyoruz. Amacımız, sizlere en kaliteli hizmeti zamanında sunarken, saygınlık ve saygıyla davranmaktır. Sosyal güvenlik yok Gerekli sayı ve kredi kontrolü gerekli değil,% 100 Garantili. Bir kredi ile ilgileniyorsanız ve dolandırıcılıktan arınmışsanız aşağıdaki detayları kullanarak derhal yanıt veriniz ..
Email: progresiveloan@yahoo.com
Çağrı / WhatsApp: +16626183756
Web sitesi: https://progresivefunding.wordpress.com
Yorum Gönder