Hala bayram yolculuğum sürüyor. Fotoğrafları eklemeden mekanlar hakkında yazı yazmaya hiç niyetim yoktu. Salı günü İstanbul'a döner dönmez Adana- Antakya hattından fotoğraflar eşliğinde havadisleri iletecektim. Ama dün gece yaşadığım bir olay yüzünden şu anda şu satırları yazmaktan kendimi alıkoyamıyorum.
Adana'nın her bir köşesinde leziz yemekler yiyip, harika servislerle ağırlandıktan sonra gece hayatına da bir göz atalım dedik. Yıllar öncesinde Ziyapaşa Bulvarı'nda canlı rock müzik çalan çok eğlenceli geceler geçirmiş olduğumuz Cazara'nın Turgut Özal'daki yeni şubesine gittik. Gitmez olaydık!! En modern olması gereken mekanda Adana'daki şu dört günlük tatilimde başka hiçbir yerde karşılaşmadığım bir "taşra zihniyeti" ile karşılaştım. "Adana aslında modern bir şehir gün geçtikçe kendisini aşıyor" tezim yerle bir oldu. İnsanların zihniyetinde en ufak bir değişiklik malesef yok.
Oldukça sık gece dışarı çıkan, İstanbul'da, Avrupa'da, Amerika'da yüzlerce bara girip çıkmış biri olarak barlar ve gece klüpleri hakkında öyle ya da böyle bir fikrim vardır. Adana'ya geldiğimde insanlar neden gece dışarı çıkmadığımı sorduklarında "Hakkaten gidilebilecek güzel bir yer söyleyin bana, gidelim" derdim. Ukalalık değil bu kesinlikle göl kıyısındaki nefis restoranlarda leziz yemekler yiyip güzel sohbetler etmek varken, hiçbir özelliği olmayan bir bara tıkışmak bana manasız geliyordu. Sonuçta North Shield'e düğüne gider gibi giyinip giden, Reina'daymış gibi şişe açtıran tek insanlar Adana'da yaşıyor!! "Heeey orası North Shileds gençler. Pub ne demek bilir misiniz??!!!" diye bağırma isteği uyandırıyorlar bende.
Neyse öyle ya da böyle kendimizi Cazara'nın kapısında bulduk. Kapıda Mehmet Parmaksız, Cenker Senturker ve Vatan Senturker isimli üç adam... Ne müşteriye nasıl hitab edilmesi gerektiği hakkında bir fikirleri var, ne de saygı kelimesinden haberdarlar!! "İçeri giremezsin. Bekle şurada. Her mekanın bir kapasitesi vardır kardeşim" diyerek karşıladılar bizi kapıda.
"Ben nereden sizin kardeşiniz oluyorum? Tanımadığınız insanlara siz diye hitab etmeniz gerekir." diye cazgırlaştım ben de. Bir mekanın müşterilere tavrına ve kurumsal kimliğine çok dikkat etmesi gerekir. Ama şimdilik şehirdeki tek gidilebilir mekan olmanın verdiği bir güç var ki, "taşra zihniyet"lerini "güç" sanıyorlar.
İstanbul'da hangi mekana giderseniz gidin içeri alınmanız mümkün değilse bile, size mutlaka kibar ve düzgünce açıklama yaparlar. Müşterinin kolundan tutup itmek, "defol git yahu şuradan" demek söz konusu olamaz!!
Bu sırada yanımdaki Belçikalı misafirim olayın ne olduğunu anlamadığı için dönüp ona İngilizce açıklama yaptım. Kim olduğu hakkında hiçbir fikrim olmayan beyfendi (!!!) "Aaa bir de İngilizce konuşup bize artistlik yapıyorlar." dedi. Şok oldum! Sen kimsin de ben sana artsitlik yapma ihtiyacı hissedeyim be adam?!?!? Üstelik de kıt ingilizcesiyle "They are acting so stupid." cümlesini de ne anladıysa, "Benim mekanıma nasıl saçma sapan dersin sen!! Almayın bunları içeri" diye buyurdu.
Hiç bir özelliği olmayan sıradan mekanında kendini gece hayatının imparatoru sanan insana kızar mısın acır mısın?! Yoksa kendini mi suçlarsın "Ne işim var yahu benim burada?" diye.
Özellikle de kapıdaki adam "Sen ne biçim bir kadınsın ya? Kadın dediğin erkek bir şey diyince cevap vermez!" dediğinde benim için olay bitti. Nasıl geri bir zihniyettir bu?!
Adana'daki nefis mekanları ve lezzetleri İstanbul'a döner dönmez fotoğraflar yükleyerek anlatacağım size. Ama bu bahsettiğim geceden önemli dersler çıkardım: 1- Adana'da gece hayatı hala çok boktan. Hiç gerek yok, gidin kebap yiyin, nargile için, nehir kenarında bir yerlere gidin. Herkes oraya gidiyor diye kendi mekanlarını hakikaten çok matah bir yer sanan adamların sizin beyin yapınızı anlaması imkansız! 2- Taşra zihniyetinden sık sık köylere ve küçük şehirlere seyahat etmeme rağmen uzak kalmışım, azaldığını sanmışım. Malesef yanılmışım... 3- Rekabet güzel şey. Güzel hizmet ancak rekabet olduğunda ortaya çıkıyor çünkü.
