16 Kasım 2009

Fotoroman tadında Ankara seyahatim

Perşembe sabahı kendime leziz bir kahvaltı hazırlayarak güne başladım. Leziz bir kahvaltı dediysem çok çeşitle donanmış bir masa gelmesin aklınıza, her sabah mısır gevreği yiyen bir insan için bu ziyafettir:
Evden bir kaç gün uzak kalacağım için temel bakım ıvır zıvırlarının çantamda olması gerekiyordu.

Yolculuk için vazgeçilmezlerim olan güneş gözlüğü, müzik çalar ve kitap üçlüsünü de çantama attığım anda hazırdım.

Üstüme çok rahat bir eşofman altı (itiraf ediyorum kendisi aslında bir pijama) geçirdim, otobüs yolculuğumu olabilecek en rahat kıyafetlerle geçirmek istiyordum.

Ve ESN-House'un altındaki ofisimizin yolunu tuttum. Ofiste gece yarısına kadar cumartesi günü Işık Üniversitesi'nde düzenlenecek National Platform için sunum hazırladık.

Sonra yolculuk arkadaşım Fırat, onun kokusu olmadan Ankara'ya gitmek istemediği için Ece'nin kazağını da yanına alarak yanıma geldi.

Otobüsümüz 1:00'de Merter'den kalkıyordu. Ben daha biz Taksim'deyken ve saat henüz 00:00 iken, Fırat sallanmasın diye bana saati sorduğunda 00:30 dedim. O panik yapıp koşturmaya başladı. Biz Taksim'den Merter dolmuşuna atladık, Merter'e geldik, Fırat kaçırdık mı otobüsü acaba diye saate bir baktı saat daha anca 00:30 olmuş. Ben tabii kikir kikir güldüm.

Sonra tam otobüse bineceğiz, Fırat biletleri bulamadı. Dedim sorun olmaz, mutlaka online bir sistemleri vardır, adımızdan veya aldığımız kredi kartı numarasından bulurlar. Adama isimlerimizi söyledim, adam "Bu isimlere koltuk alınmamış." dedi, kredi kartı numarası söyledik, "Yook 1:00 otobüsü olduğundan emin misiniz?" diye sordu. "Peki yeni bilet alalım." dedim. "Bütün yerler doldu efendim." dedi adam. Meğerse Fırat benden saat konusunda yaptığım pisliğin intikamını alıyormuş, adama da arkamdan kaş göz yapıyormuş.

Pislik yapma yarışımız 1-1 bol kahkaha ile sonuçlanınca, yolculuğa başlama pozu verdik:

Ulusoy kendisini epey aşmış, uluslararası uçak yolculukları gibi her koltuğun arkasına bir ekran kondurmuş. İsterseniz tv kanallarından dizilerinizi izleyin, ister haber kanallarından gündemi takip edin, ister ulusoy'un kanallarından filmleri izleyin. Biz oldukça güzel bir film izledik.

Tek molamızı da ParkShop outlet diye bir yerde verdik. Tuvaletlerinde diş fırçası otomatı olmasına bayıldım. Orta yerindeki yarış arabası ile de gece gece iyi oynadım.


Gece film izlemek ve dedikodu yapmakla geçti. Sabah indiğimiz Aşti'den Çankaya'ya gitmeyi başardığımızda yorgunluktan ve uykusuzluktan ölüyorduk:

Bir şeyler yiyio, taze meyve suyu içmek bizi biraz kendimize getirir diye Ulusal Ajans ile toplantımızdan hemen önce bir büfeye daldık. Yediklerimiz çok sıradışı değildi; ama tam karşımızda asılı olan televizyon oldukça ilginçti:


10:00 Ulusal Ajans'a İlyas Bey ile görüşmeye gittik. Görüşmemiz çok güzel geçti. İlyas Bey bizimle beklediğimizden çok daha fazla ilgilendi ve ilk sponsorlarımızı bulmuş olarak çıktık oradan:

Bir sonraki toplantıya kadar oldukça fazla zamanımız vardı ve tam Ata Kule'nin karşısındaydık. Çıkıp bir de Ankara'ya tepeden bakalım dedik.

Benim bünyem inanılmaz şekilde kahve ihtiyacı içindeydi, terastaki dönen restorana attık kendimizi:


Sonra HalkBank Tanıtım ve Halkla İlişkiler Daire Başkanlığı'ndaki randevumuza gittik. İstanbul'da yaşayan insanlar olarak "trafik payı" bıraktığımız için olması gerekenden daha önce orada olduk. Lobide uyuklayarak enerji topladık:

O görüşmeden sonra kilotlu çorabım bile "Yeter artık" dedi:

Kendimizi Ankara'nın Kanyon'u kıvamındaki bir alışveriş merkezine attığımızda saat 16:oo olmuştu. Leziz mantılarımızı mideye indirdik:

AGM'e katılma konusunda oldukça şevkli olan ve Hacettepe'de okuyan hepsi birbirinden tatlı gençlere AGM ve Sponsor bulma prosedürü hakkında bilgi vererek, leziz kahvelerimizi içtik. Evet ısrar ediyorum, Kahve Dünyası her konuda Starbucks'tan zevkli ve lezzetli.
İstanbul'dan Ankara'ya gelirken bindiğimiz otobüs ne kadar gıcır gıcır ve her koltuğun önünde ekran olacak kadar modernse, Ankara'dan İstanbul'a dönerken bindiğimiz otobüs de o kadar eski yüzlüydü. Hatta Fırat'ın koltuğu kırıktı. Ancak bu oldukça güzeldi, çünkü biraz değil tam 180 derece yatıyordu. Evdeki yatak ile otobüs yolculuğu yapmak gibi bir his!

Yepyeni ve modern olan otobüste hiçbir ikram yapılmamıştı. Sadece bir top kek verilmişti. Onun dışında su istediğimde bile host resmen lütfedercesine servis yapıyordu. Bu eski otobüste ise tam tersine bir içtenlik ve misafirperverlik vardı. Her saat bir şeyler ikram ettiler. Saatte bir ışıklar yanıyordu, biz uyanıp bize ikram edilenleri yiyorduk. Hatta "İstemiyorum." diyince host resmen bozuluyordu, "İsterseniz çikolatalısı var, ondan versem?" diye ısrarcı oluyordu.

Üstelik garip bir biçimde bu eski otobüsle yolculuk yeni otobüsle yolculuktan tam iki saat daha kısa sürdü.

Hızlı ve bol ikramlı yolculuk yapmak istiyorsanız, iki katlı eski otobüsleri; daha yavaş ama çok modern yolculuk yapmak istiyorsanız en yeni otobüslerini tercih edin derim ben.

Bir de İstanbul'u çok seviyorum ben ya! : )

(YoungGuns maceram da çok yakında burada olacak!! : ) )

Share/Bookmark

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım