11 Aralık 2013

Milano: Corso Buenos Aires, Princi, Galeri Vittorio Emanuele, Si, Via Manzoni ve İstasyon Bölgesi

Milano'ya gelip çılgınlar gibi alışveriş yapanları henüz anlayabilmiş değilim ben.

Euro 3 TL'ye dayanmışken, Milano'da hiç bir şey Türkiye'de satılan fiyatından çok ucuz değil. Artık bu markaların pek çoğunu İstanbul'da, üstelik de 12 taksitle alma imkanımız varken, sırf herkesten önce bende olsun diye tek seferde ödeyip, bir de onu Türkiye'ye taşımayı benim mantığım kabul edemiyor.

Zaten biliyorsunuz, hiç bir zaman modayı takip eden, absürd parçaları bir araya getirip, çok trendim diye kendini sokaklara atanlardan biri olmadım. Hatta galiba, bu konuda oldukça tutucuyum, moda idolü olarak gösterilen pek çok kişiyi oldukça rüküş buluyorum. Ben, daha klasik bir tarzdan, sade ayakkabılardan, uyumlu parçalardan yanayım.

Gelgelelim bütün bunlar Milano'daki vitrinlere olan sevdamı azaltmıyor. Alışveriş yapmaktan ziyade, vitrinleri gezmek için alışveriş caddelerinde dolanıyoruz. Corso Buenos Aires'ten en sevdiğim vitrinler huzurlarınızda:











Corso Buenos Aires'i boylu boyunca yürüdüğünüzde kendinizi meşhur Duomo'da buluyorsunuz. 




Ben geçen sene mart veya nisanda Milano'da birkaç gün geçirmiş olduğumdan, İtalya gezimizin son durağı olan Milano'da biraz bilmişlik taslayabiliyorum. Duomo civarında berbat risottolar yiyip, yanındaki rieslingin lezizliği ile avunmuşluğum var bir önceki gelişimde. O yüzden, "Risotto için başka bir yer var aklımda, hadi bu gün akşam yemeğini Princi'de geçiştirelim." diyorum.



Princi, Duomo yakınlarındaki bir ara sokakta yer alan, leziz hamur işleri satan bir dükkan. Bir tarafı boylu boyunca vitrin, tatlı ve tuzlu dileyebileceğiniz her şey mevcut. Diğer tarafı da ahşaptan upuzun bir bar. Pizzalardan ve keklerden ne kadar büyüklükte isterseniz o kadar bir dilim kestirip tarttırıyorsunuz. Sonra ister paket yaptırıp yanınıza alıyorsunuz, isterseniz de o upuzun bara oturup yiyorsunuz.




Karnımızı doyurduktan sonra, Galleri Vittorio Emanuele'ye gidiyoruz. Burası Kapalıçarşı gibi tarihi bir alışveriş kompleksi. İçi meşhur İtalyan ve Fransız markalarının mağazaları ve şık restoranlarla dolu.

İtalya tarihi bozmadan modern ve zevkli yaşanacağınabileceğinin harika bir kanıtı. İstanbul böyle bir yönetim anlayışına sahip bir ülkenin şehri olsaydı, muhtemelen Aya irini'de The XX konserleri verilir, Galata Meydanı'nda koşın sıcak şarap çadıları kurulur, yok olmuş tarihi binaların içinde harika tasarım mağazaları olur, Haydarpaşa Garı devasa bir kitap- müzik üssüne dönüşürdu mesela. İstanbul'un bu kadar tahribata rağmen bu kadar harika bir şehir olduğunu düşünürsek, korumacı ve özgürlükçü bir bakış açısıyla nasıl uçardı hayal edin!

Galleri Vittorio Emanuele'de gezerken bizim iğrenç AVM'lerimizden utanıyorum, Sirkeci ve Haydarpaşa için paniğe kapılıyorum.




Biraz dolandıktan sonra, bu kompleksin içindeki SI Bar'a oturuyoruz. 




Toskana turumuzdan edindiğimiz bilgiler ışığında kendimize menüden bir şarap seçiyoruz ve büyük bir keyifle şarabımızı içerek gelip geçeni izlemeye başlıyoruz. Benim favorim arka masamızda oturan mücevherleri göz dolduran Moet sever Lübnanlılar ile, kokteylini yudumlayan şapkalı pek janti amca oluyor.




Şarabımız bitip de, derin yurtmaçlı ve pırıltılı elbiseleri ile yürüyenlerin peşine takıldığımızda kendimizi La Scala'da buluyoruz. Ardından da Via Manzoni'yi boylu boyunca yürüyoruz. 

Harika mobilyacılar ile Armani Otel'e selam verdikten sonra, otelimizin bulunduğu istasyon civarına ulaşıyoruz. 

Şimdiye kadar gezdiğimiz her İtalyan şehrinde olduğu gibi, istasyon civarı şehrin en tekinsiz kısmı. Mağazaların kepenklerinin önüne serdikleri örtülerin üzerine yatmış, tek bir sigarayı içlerine çeke çeke kederle içen kadınları, büfelerin önünde toplanmış rengarenk takım elbiseleri olan zencileri, on metrekarelik alana kurulmuş tek pompadan oluşan benzinciyi, bütün o afilli Milano imajına aykırı olan bütün bu leş detayların fotoğrafını çekmek istiyorum; ama annemin uyarısı ile fotoğraf makinem dahil dikkat çekici olabilecek her şeyimi çantama koyup, çantamı da arkamdan önüme alıyorum.

Her şeyimizi saklasak da farklıyız, bir erkek grubunun önünden geçerken ilgi çekiyoruz. İtalyanca birkaç anlamadığımız cümleye maruz kaldığımız anda,  giyim kuşamından hayat kadını olduğu apaçık ortada olan, genç günleri çok geride kalmış ve çökmüş bir kadın önümüze atlıyor. Biz paniğe kapılmak üzereyken, o bize "Siz de kadın mısınız?" dercesine bir dans şov yaparak meydan okumaya başlıyor. 

Geceye çok şen bir nokta oluyor. 
Günlerdir aralıksız yürümekten ve keşfetmekten zihnimiz ve ruhumuz ne kadar mutluysa, ayaklarımız o kadar isyankar, o yüzden kahkahalar atarak kendimizi uykuya teslim ediyoruz.


1 yorum:

Begüm dedi ki...

İtalya'ya dair en çok özlediğim şeylerden biri kabaklı pizza.
Lübnanlı kadınlar da harika görünüyor, bir filmden fırlamış gibiler...

Pinterest'im

Instagram'ım