27 Kasım 2014

Karaköy'de şaşırtıcı lezzetler için: Louis Bistro

İstanbul kocaman bir şehir olmasına rağmen, her geçen gün aslında oldukça küçük bir çevrede yaşadığımızı fark ediyorum. Belki de hepimiz sürekli koşturduğumuz, sağımıza solumuza bakmaya yeteri kadar vaktimiz olmadığı için pas geçiyoruz birbirimizi.

Bunun en eğlenceli örneklerinden birini bundan bir ay kadar önce yaşadım. Blogger etkinliklerinden birinde Cem Karakuş ile tanışmıştım. Blogosfer üzerine keyifli bir sohbet yapmış; sonra da çeşitli etkinliklerde görüşmüştük. Tanıştığım insanların isim ve soy isimlerini aklımda tutmak konusunda çok iyi olduğumu söyleyemem; ama o blogunu kendi adıyla yazdığı için bu konuda işimi oldukça kolaylaştırmıştı.

Bir gün akşam işten eve gelip, apartmanın girişinde fatura ve zarf yığınlarının arasından kendiminkileri ayıklarken, "Cem Karakuş" adına gelmiş bir zarfa rastladım. İsim benzerliği olduğundan, oldukça emin biçimde, sadece geyik yapmak için zarfın fotoğrafını çekip ona whatsup üzerinden "Yoksa biz komşu muyuz?" yazarak ona yolladım. Az sonra beni aradı: "Nasıl yani?" diyordu şaşkınlıkla. Ben de sadece şaka yaptığımı açıklamaya çalışırken, "Hayır, ben gerçekten o adreste oturuyorum." demesin mi?! :)

Apartmanımızda başka blogger var mı bilmiyorum; ama biz ikimiz bile aynı apartmandan sosyal medyaya oldukça fazla içerik yolluyoruz. Ayrıca, şahane etkinlikler organize eden bir komşuya sahip olmak harika. Cem'in organizasyonu ile yemeğe içmeye bayılan minik bir topluluk olarak bu sefer Karaköy'deki Louis Bistro'nun yolunu tuttuk. 


Karaköy'de o kadar merkezi, cadde üstüne o kadar yakın bir noktada bulunuyor ki, bundan önce Louis Bistro'nun önünden yüzlerce defa önünden geçmiştim. Ama önünden geçerken nedense bende hiç içeri girme arzusu uyandırmamıştı. 

Bunun analizini mimar arkadaşlara bırakıyorum; ama aynı yanılgıya kapılmayın diye söylüyorum, dışarıdan bakınca sadece bir içki içilebilecek bir mekan gibi görünse de, içeride Melda Tuna'nın yepyeni bir dokunuş yaptığı, Fine Dining çizgisinde oldukça şaşırtıcı bir menü var.

Şaşırtıcı dememden korkmayın, damağınızı yoracak, yalnızca bir ısırık alıp gerisini getiremeyeceğiniz yemeklerden bahsetmiyorum. Birbirine gayet yakışmış, ama aynı zamanda da her gün yediklerinizden farklı kombinasyonlardan oluşuyorlar. Ve kesinlikle her bir tabak birbirinden şık. 


Bizim ekip tamamlanınca, birer kadeh şarap söyleyip yemeklere göz atmaya başlıyoruz. Menü kimin tasarımı bilmiyorum; ama gerçekten çok eğlenceli. Bir kişiye yeten atıştırmalıkların başlığı "I fly solo", ana yemeklerinki "We call it mother dishes" ve menüde en şaşırtıcı kısım ramen burger'i de kapsayan "No ordinary burgers."


Önümüze ilk önce dijon hardal ve vodka lime ile marine edilmiş levrek fileto geliyor. Ardından da tütsülenmiş siyah kinoa,füme ördek ve kuşkonmazdan oluşan ördekli kinoa. 

Genel olarak, ördek etinin kokusuna ilişkin bir önyargım var, hiçbir yerde ördek içeren bir yiyecek siparişi vermem ve aynı masada oturduğum birinin de vermesini engellemek için elimden geleni yaparım. Ama füme olanını bu konuyu almadan afiyetle yiyorum. 


Tuna Cake Roll benim o geceki en favorilerimden biri oluyor. Ton balığı, mayonez, hardal, limon, yeşil soğan, taze nane ile harmanarak çıtır susam ile kaplanmış. Bunu şiddetle tavsiye ediyorum, çok lezzetli ve şaşırtıcı.  


Ardından da, bizim mutfağımızdan lezzetler, farklı formlarda masamızdaki yerini alıyor. Narlı tabule salatasına eşlik eden minicik kumpirlerve Antep ile İtalyan mutfağının öpüşmesi olan gavurdağı brushetta. 

Yalnız bunlar ve bir kadeh şarap bile oldukça güzel ve bir hafif akşam yemeği olabilir benim için.



Beyaz peynir ile reçel karıştırıp yiyen herkesin bayılacağı bir lezzet de kenarları alınmış kızarmış ekmeğin üzerinde, kızarmış keçi peyniri ve en tepesinde de peynirin tuzlu tadıyla harika bir kombinasyon yaratan domates reçeli. Tadı harika, görüntüsü de en az tadı kadar güzel.  


Tam sıra hamburgerlere gelecekken, Elvin'in kırmızı et yemeği tercih etmediğini açıklaması üzerine, enginar ve turp dilimleri üstüne yerleşirilmiş şeritlerden oluşan yengeç gratine masamıza geliyor.


Hamburgerlerden çedar peynirli fondue burger, 60 gr dana kıymadan yapılan mini poğaça burger ve ekmeksiz kızarmış rende patates arasına yerleştirilmiş röşti burgeri tadıyoruz. Röşti burgerin içinde özel tatlı yer fıstıklı bir sos var ki, hepimiz ona bayılıyoruz.


Kapanışı Steak Tartare Lahmacun ile yapıyoruz. Worcester sos, kapari, turşu, soğan, ketçap ve hardal ile tatlandırılmış bonfile kıyması ile radikal bir lahmacun. Bu damak tadımıza biraz aykırı; ama bunun dışındaki bütün hepsini gözüm kapalı tavsiye edebilirim.

Sıra tatlı seçimine gelince, her birimiz birer tatlı siparişi vermek yerine, bütün tatlılardan ortaya söylüyoruz: Panna Cotta, Beyaz Çikolatalı Lava Kek, Biskremli Mozaik Pasta ve Darmadağın Profiterol. Benim favorim Panna Cotta oluyor, yumuşacık, hafif ve lezzetli.





Gerçekten çok keyif almış, tıka basa doymuş olarak akşamı kapatıyoruz. Bu lezzetli gecede bana eşlik eden, Cem, Oğuz, Alp, Sheldon, Elvin, Gürhan ve Alp'e sevgiler. 


Louis Bistro haftaiçi öğlenleri 20 TL'ye öğlen menüsü çıkartıyormuş, o civarda çalışmadığıma bunun için biraz üzüldüm. Ayrıca restoran haftası için de bir menü hazırladıklarını öğrendim, menüsüne şuradan ulaşabilirsiniz. 

Lezzetle kalın!

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım