12 Aralık 2009

Erkek yurdunda bir gece

Interrail günlüklerine geçen pazar kaldığım yerden aynen devam. Bu yazı da Haziran 2009'da Tempo24'te yayınlanmıştır.





Frankfurt’a kadar gelmişken, Mannheim’a Erasmus (öğrenci değişim programı) ile gelmiş ve bir sene oradaki bir üniversitede eğitim gördükten sonra artık Türkiye’ye dönüş hazırlıklarına başlamış arkadaşımızı da ziyaret edelim dedik.

Interrail biletimiz -ki bunun interrailciler arasındaki adı Euro Pass- sınırsız kullanımlık olduğu için, bir yere “gitme” fikrine hiç itiraz edilmiyor. Birimiz kalkıp, “Buraya trenle iki saat uzaklıkta bir ağaç varmış, çok büyükmüş, çok ilginçmiş” dese iki saat gidişe iki saat dönüşe dört saat harcayıp ağaç görmeye bile gidebilecek haldeyiz.

Trenlerin bizim Türkiye’de görüp bildiğimiz trenlerle hiçbir alakası yok zaten. İnanılmaz geniş ve rahat koltukları var, koltuklar arasında ayaklarınızı rahat rahat uzatabileceğiniz kadar mesafe var, gıcır gıcır ve mis gibiler.
Yeni aldığımız makyaj malzemelerini yüzümüzde uygulamalı deneyerek Mannheim’a ulaştık ve arkadaşımızın kaldığı yurdun yolunu tuttuk.

Üniversitede okurken, hiç yurtta kalmayan şanslı öğrencilerdenim; ama özel yurtlarda bile koşulların ne kadar kötü olduğunu arkadaşlarımdan biliyorum. Mannheim Üniversitesi’nin erkek yurdundaki ferah tek kişilik odaları, mis gibi tuvaletleri ve beş odanın ortak kullanımındaki kocaman mutfağı gördüğümde kıskanmadan edemedim. İstanbul’da bu kadar temiz ve konforlu yurtlar olsaydı, kesinlikle ev tutmak gibi bir çabaya girişmezdim.

Geceyi orada geçirip, sabah ortak mutfakta kahvaltımızı ettik. Bir erkek ve iki kız oturmuş, üzerimizde pijamalar kahvelerimizi yudumluyor, Türkiye dışındaki ülkelerde edinmiş olduğumuz izlenimleri birbirimizle paylaşıyorduk. Mutfaktan bir şeyler almak için gelen diğer oda sakinleri, gayet kibarca günaydın diyip, kendi işleri ile ilgileniyorlardı.

İstanbul’da ben, herhangi bir erkek yurdunun mutfağında bir erkeklerle oturmaya kalksam öncelikle yönetim kıyameti koparır. İTÜ’nün yurduna pencerelerden girip çıkmak zorunda kalmışlıklarımız var yasaklar yüzünden. Hadi bir şekilde girmeyi başardık diyelim, o mutfağa gelen herkes imalı bakışlar atar, “Oooo ne iş?” diye sorar, “Ohh iki tane hatun, yine iyisin oğlum.” diye takılır.

Oysa biz -ikisi kız biri erkek- üç Türk oturmuş, Almanya ve Türkiye’de öğrenci olmanın koşullarını karşılaştırıyor, keyifle kahvaltımızı ediyorduk. Bunu Almanya’da yapmamız bu kadar normalken, neden Türkiye’de yapmamız bu kadar garip, diye düşünmeden edemedik.

Almanya’daki öğrencilerin part-time işlerle gerçekten güzel para kazanılabildiklerini, yurtlarda çok ucuza çok rahat yaşayabildiklerini, eğitimin çok kaliteli olduğunu ve ülkede yaşayan Türklerin çokluğu yüzünden Türkçe bilmenin özellikle de banka sektöründe iş bulmak için çok büyük avantaj olduğunu öğrendim.

Ayrıca orada yaşayan Türkler, öğrenci olarak gelenlere iş bulma konusunda da çok yardımcı oluyormuş. Arkadaşım bir ay part-time olarak bir Türk restoranında çalışıp 800euro kazanmış örneğin. Türkiye’de üniversite öğrencisinin derslerini etkilemeden çalışıp, 1.600TL maaş alabileceği bir iş var mıdır acaba?

“Hayatın monotonluğuna, saat 6’da her yerin kapanmasına, sürekli çalışarak yaşanan, arkadaşlık ilişkilerinin zayıf olduğu bir hayata para ve biraz daha kaliteli hayat için katlanılır mı?” sorusu ise havada kaldı. Hepimizin içinden geçen cevabın “Hayır” olduğuna bahse girebilirdim.


Share/Bookmark

Hiç yorum yok:

Pinterest'im

Instagram'ım