Sonunda şeytanın bacağını kırdık ve geride kalan haftasonu boyunca Ada havası soluduk, Ada hayatı yaşadık, Ada şarkıları söyledik. Sanki birkaç hafta tatil yapmış kadar kafam dağıldı, şehir moodundan uzaklaştım ve Bepantolsuz duramayacak kadar yandım.
Evet aynen Eskişehir sonrası gibi şimdi de iki gün Ada'da geçirdim diye Ada rehberi yazmaya kalkacağım. Ada demişken Büyükada ile başladık, önümüzdeki haftalarda gerisi de gelebilir.
"Adaya nasıl gidilir?" ile başlamak adettendir. Binmeyin deniz otobüsüne filan, aceleniz nereye? Atlayın vapura, oturun dışarıya, hatta gizliden yakın bir sigara ohhh! Öyle arkadaşlarınızla da buluşup gitmek için de zorlamayın kendinizi, uyanan atlasın vapura gitsin adaya, orada buluşursunuz. Biz öyle yaptık, herkes gazetelerini alıp koyuldu yola, sahildeki çaycılardan birinde kavuştuk.
Ada kızı mooduna girmek için de hemen bir papatya tacı almanızı (5TL) ve bir bisiklet kiralamanızı (günlük 15 TL) şiddetle tavsiye ederim.
Taçlarınızı taktınız, bisikletlerinizi kiraladınız da ada hakkında hiçbir şey bilmiyorsunuz. "Nereye süreceksiniz bu bisikletleri?" sorunsalına gelince, faytonları takip ederek başlayın sürmeye siz. Hatta önünden geçtiğiniz her büfeden bisikletinizin sepetine buz gibi birer bira stoklayın. Yokuşlarda güneşin altında bisiklet sürmek çekilmiyor, bir elde bisiklet, bir elde bira yürümesi pek keyifli oluyor ama.
"Büyük Tur" tabelasını gördüğünüz yola hiç düşünmeden dalın. Büyük tur kulağa ürkütücü geliyor, zaten oraya gidene kadar bir sürü yokuş çıkmış oluyorsunuz, yorulmuş oluyorsunuz; ama Büyük Tur yoluna girdikten sonra çok az bir yokuş yukarı kısımdan sonra hep yokuş aşağı iniyorsunuz. Rizgar, güneş, hızla yokuştan aşağı inmek inanılmaz bir özgürlük hissi veriyor insana.
Üstelik tepelerden manzara gerçekten şahane!
Çocukken bisiklete çok binmiş, fakat yıllardır hiç bisiklet sürmemiş olanlardansanız, gaza geleceksinizdir, saatlerce bisikletten inesiniz gelmeyecektir. Yine de kendinizi dizginleyin. Biz 6 saatlik bisiklet maceramızın ertesi günü popomuzun üzerine kesinlikle oturamadık çünkü.
Büyük Tur'u tamamlayıp yeniden sahile indiğinizde bir dondurma kapın, (Kesinlikle waffle değil, dondurma. Waffle'lar ne kadar kötüyse dondurmalar da o kadar leziz) iskelenin biraz ilerisindeki parkta uzanıp yorgunluğunuzu atıp, akşam yemeği için de enerji topladınız mı değmeyin keyfinize.
Ada'ya gitmişken Sultanahmet Köftecisi'nden yemek yemeğe kalkanlardan hiç bahsetmiyorum bile. Gidin sahildeki balıkçılardan birine oturun. Fiyatları gayet makul. Bizim gittiğimizde bir levrek 10 TL, her meze 5 TL'dendi. Hepsi de gayet lezzetliydi. Sadece gökteki Pegasus Cafe'de bile 10TL olan minik şarap Ada'da 30 TL olmuş. Ama o kadar keyifle içiliyor ki...
(Fiyatları Ada'ya gitmeyi parasal sebeplerle erteleyenler için özellikle yazıyorum.)
Hele bir de akşamın sonunda bir arkadaşınız gerçekten sarhoşsa eğlence başlıyor!! İstanbul'un neresindensin diye soran fayrtoncuya "Ben Avrupa, arkadaşım Afrika Kıtası'ndan" diye cevap verdiğinde ben iptal oldum zaten. Faytoncu da ayrı bir alemdi. Atlarından birinin adı Asena, diğeri Bitli Perihan'dı.
Kafalar güzelce otel odasına döndüğümüzde saat daha 21:30'du. Cumartesi gecesi ve gecelere doymayanlardan üç kişi gece yarısını bile görmeden yatağa serilmiştik. Okan Bayülgen'i izleyelim bari dediğimizde, onun başlamasına bile üç saat vardı. Bekleyemedik. Sızdık! Beş senedir sanırım ilk defa cumartesi gecesi geceyarısını görmeden yatıp, pazar sabahı da 8'de kalktık.
Kalktık kalkmasına ama ne kalkış! Bacaklarımız tutmuyordu, popolarımız bisiklet yüzünden felaket acıyordu. Ama yüzümüzde uzun zamandır olmayan huzurlu bir bakış ve şapşal bir gülümseme vardı.
Hele bir de akşamın sonunda bir arkadaşınız gerçekten sarhoşsa eğlence başlıyor!! İstanbul'un neresindensin diye soran fayrtoncuya "Ben Avrupa, arkadaşım Afrika Kıtası'ndan" diye cevap verdiğinde ben iptal oldum zaten. Faytoncu da ayrı bir alemdi. Atlarından birinin adı Asena, diğeri Bitli Perihan'dı.
Kafalar güzelce otel odasına döndüğümüzde saat daha 21:30'du. Cumartesi gecesi ve gecelere doymayanlardan üç kişi gece yarısını bile görmeden yatağa serilmiştik. Okan Bayülgen'i izleyelim bari dediğimizde, onun başlamasına bile üç saat vardı. Bekleyemedik. Sızdık! Beş senedir sanırım ilk defa cumartesi gecesi geceyarısını görmeden yatıp, pazar sabahı da 8'de kalktık.
Kalktık kalkmasına ama ne kalkış! Bacaklarımız tutmuyordu, popolarımız bisiklet yüzünden felaket acıyordu. Ama yüzümüzde uzun zamandır olmayan huzurlu bir bakış ve şapşal bir gülümseme vardı.
1 yorum:
ben de gitmek istiyrum 2 senedir ama nerdeeeeeee!
Yorum Gönder