Birazdan sabah olacak...
Para, tarifeler, beklentiler, randevular, taksitler, iş,
anneler ve korkular başlayacak...
Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk yoktur ve
hiç olmamıştır sevgili. Birbirimizi kandırmayalım...
Hadi güne hazırlan. Yaşadıklarımızı unutmaya çalış.
Aşk bize güvenip verdiği büyüsünü, sırlarını,
cesaretini, bilgeliğini ve o ilkel, o yaban ağrısını geri
alacak. Bunlar olurken içimiz bir an çok üşüyecek, sonra geçecek...
Hadi, oyalanma birazdan yarın olacak...
Aşkta yarın yoktur sevgili...
- Cezmi Ersöz-
Bir arkadaşım bunu Facebook'ta paylaştığı anda aklım karıncalanmaya ve soru işaretleri çiftleşerek yepyeni yavru sorular doğurmaya başladı.
Evet gerçekten de "Yarın" ve "Gerçeklik" işin içine karıştığı anda işin o masalsılığı, o şuursuz aşık havaları kayboluveriyor. Mr. Prozac ile bütün haftayı birlikte geçirdikten sonra bir gece ayrı kalmaya bile dayanamıyorduk. İki saatcik uyku ile işe gitmeyi göze alıp onunla film izlemekten vazgeçemiyordum. O da normalden birkaç saat erken uyanıp, yok yere trafiğe girip beni metrobüse bırakmaya üşenmiyordu.
Şimdi aramıza gerçek hayat girdi. Dün gece birbirimizle telefonda konuşmaya bile üşendik. Düşündüm gün içinde birbirimizle yaptığımız bütün konuşmalar da iş hakkındaydı. İrkildim.
"Bunlar varsa ve bizim için geçerliyse aşk yoktur sevgili. Birbirimizi kandırmayalım..." Yüzleştim kendimle ve büyük bir hayal kırıklığına uğradım: Aşık filan değilim ben.
Belki de aşıktım, gerçek hayat onu yedi. Belki de gerçekten bu devirde bu kadar sorumluluk ve gerçeklik varken aşk diye bir şey imkansız. Kimbilir?!
Ayşe Arman çok eskilerden bir yazısında bu aşık olma merakını çok güzel anlatır:
"Aşkın bütün türevlerini kabul ediyor, hayranlık duyuyoruz. Çok sevmek yetmiyor, hep o delilik seviyesine erişmek, hep aşık olmak gerekiyor. O da yetmiyor, bir de o duyguyu korumak gerekiyor: Öyle bir hale geldik ki, aşık olmadığımızı söylemeye utanıyoruz. Suçluluk duyuyoruz, suçluluk! Sürekli aşık olmaya çalışıyoruz. Bu olmadı, belki ötekinde diyoruz. Aşık olalım da ne olursa olsun. Aşk bizi kurtarsın! "
Aşk yoksa bir ilişki kötü müdür?
Çok sevdiğim Mr. Prozac'ımdan vazgeçecek filan değilim ama düşünmeden de duramıyorum:
Bir insanla birlikteyken her türlü ortamda, her türlü şeyi yaparken keyif alabiliyorsan, bu adamla hayat bile geçer gibime geliyor gibi daha önceden aşina olmadığın düşünceler aklından geçebiliyorsa, onunla her şeyi konuşabiliyorsan, kollarında bazen huzur, bazen arsızlık arzusu buluyorsan, varlığından bile emin olmadığın aşkın peşine düşmekte ısrarcı olmalı mısın?
Yoksa o kadar yıkıcı bir duygunun yerine, uyum, keyif ve zevk vaad eden ilişkini aşktan da yüce bir yere mi konumlandırıp ona daha da sıkı sıkıya mı sarılmalısın?
Bir yandan Mr. Prozac'sız geçen her anda kendimi eksik hissetmeyi özlüyorum. Şimdi koca bir haftasonunu onsuz geçirecek olmamın bana doğal gelmesinden nefret ediyorum. Diğer yandan da "Saçmalama Sezen! Hayatının çok yoğun bir evresinde olduğunu sana defalarca söyledi. Sık dişini hep böyle olmayacak. Sen de kendi hayatınla ilgilen bu sırada birazcık." diye kendi kendimi teselli ediyorum. Sıkıştım. Karıştım.
Sürekli kısa kısa ilişkiler yaşayanların, ilişkinin başlangıcındaki inanılmaz istekli ve tutkulu kısma bağımlığını azaltmanın ve ilişkinin daha huzurlu evresine bağışıklık kazanmasının formülü nedir acaba?
Galiba en iyisi haftasonunun dibine vurmak!
3 yorum:
Seni çok iyi anlıyorum, lakin bende çok çabuk sıkılan ve sıkıldığı zaman da yeni heyecanlar arayan biri iken ilk defa geçen sene, hepsinden farklı hissettiğim, herşeyi beraber yapmak istediğim, beni anlayan, beni güldüren ve seven biri ile karşılaşmıştım...
O büyük heyecanlar, kelebekler döneminin bittiğini anlamam fazla uzun sürmedi fakat ben bunu ne dile getirdim, ne de yazdım bir kenara.
Belkide şu anda ilk defa sana yazıyorum. Belki günah çıkartmadır bu, belkide nasihat..
Sevgilini hayatında ne kadar tutmak istediğin çok önemli. Hayat ne getirir bilinmez tabiki ama, bir çok insan için "evet, bu adamla hayatımı bile geçiririm" denilebilir. Ama bu sadece söylemekle yetmiyor malesef. Benim için durum böyleydi açıkçası.
Her gün sorguluyordum ilk günkü gibi hissetmediğim için ilişkimi. Kalbimde kelebekler uçuşmadığı için, onu görmeyeceğim günler normal gelmeye başladığı için aşkın ne olduğunu sorgulamaya başlamıştım. Karşımda ise benim için her şeyi yapmaya hazır ve benmi sonsuza kadar sevecekmiş gibi hissettiğim bir vardı. Evet, onu çok seviyordum ama aşıkmıydım acaba diye düşünüyordum. Sonra herşey alışkanlığa ve mücadeleye dönüştü.. Ben yine seviyordum ama kafamdaki aşk kavramı değildi bu....
Hep başa dönmek istedim, hep sorguladım.. O aşk ise peki bu nedir? diye...
Hiç bir kavgamız, hiçbir kırgınlığımız dahi olmamıştı 1 sene boyunca... ama bir sene sonra tükettik kendimizi sevgimizden...
... ve şimdi anlıyorum ki.. yaptığım en büyük hata hislerimi sorgulamaktı. Sanırım bir şeylerin zaman içinde değiştiğini kimse inkar edemez. Ama bunun aşk omadığını da kimse inkar etmemeli bence.. İlişki değişken bir olgudur. Birbirini tanımaya çalışma evresinden, sonsuza kadar omuz omuza olma, ve arasında yaşananlardan ibaret..
Sanırım her zaman o ilk günkü heyecanı aramamamızdan kaynaklanıyor tüm arızamız.. O heyecan geçince de sorgulamaya başlıyoruz. E tabi o sırada da ilişki bizi sarpasarmış oluyor. Kısa süreli ilişkiler gibi kaçıp, çekip gidemiyoruz. Seviyoruz tabiki yine de ama içimizdeki o daldan dala sallanan maymun ruhu bizi dürtükleyip duruyor.
Sezen'ciğim ilk günkü gibi hissetmiyorsan eğer veya bazı şeyler rutine binerse bile "AŞK"ın olmadığını düşünme.. Bir organizma gibi farklı evrelere girdiğini düşün. Heyecan, sevgi, bağlılık, bağımlılık, tutku... yeni evrelerin de keyfini çıkart. Bu neslin geçleri olarak hep aşkın heyecanlı kısmını arayarak ona haksızlık etmeyelim.. Devamı içinde çaba sarfedip aşkın ruhuna hakkını verelim. Aşk sadece "can't take our hands off of each other" olsaydı bunca insan nasıl 40-50 yıl birlikte yaşayabilirdi ki? Öyle olsaydı hayat sadece çocukluktan ibaret olurdu.. ama hayat iyisiyle kötüsü ile çocukluktan sonra devam ediyor.
Gerçek hayatta aranıza giren şeyleri aşkın sınavı gibi düşün.. Zaten bunlarla savaşamaz ise bu aşk zaten olmaması gerekiyordur. Emin ol ki dünyanin en yakışıklı en mükemmel insanı olsa o aşk dediğimiz heyecani sonsuza kadar yaşayamayız...çünkü aşk o evreden ibaret değil malesef. Geçmişi değilde, o aşkın şimdisine yoğunlaşırsan eğer, sende benim gibi bu değerli hazineyi kaybetmezsin :) Çünkü eğer böyle yapmazsak hem davranışlarımız hemde verdiğimiz özveri miktarı değişiyor.
"Sürekli kısa kısa ilişkiler yaşayanların, ilişkinin başlangıcındaki inanılmaz istekli ve tutkulu kısma bağımlığını azaltmanın ve ilişkinin daha huzurlu evresine bağışıklık kazanmasının formülü nedir acaba?" demişsin.. Bunun bir formülü yok, ben "budur" desem yalan olur çünkü o benim tecrübelerimle sınırlı olur. Ama tabiki de yardımcı olacak ipucları mevcut.. Zevkini çıkart.. Sevgilini az gör, özle... ve sorgulama bence :)
PS: Aşkın ilk evresini yaşamak herkes için kolaydır; dertsiz, tasasız ve eğlencelidir çünkü.. önemli olan devamını becerip beceremeyeceğimizdir. Bizim gibi mutlu bir çocukluk geçirmiş insanların böylesi challengeları biraz daha zor aştığını düşünüyorum aslında.. orası da muamma :)
PSS: Ay çok uzun oldu yaaaa... :)
Sevgiler...
Bir de bu şarkıyı dinlersen tam olur üstüne.. http://tinysong.com/ewwQ
Sevgili CosmicSchmuck
Ne güzel ifade etmişsiniz kendinizi.Çok uzununu biLmem bir solukta okudum, dahası olsa dahasını da okurdum. Ah şu hisleri sorgulama hatası! İlişkimizi isimlendirmeyelim, konumlandırmayalım, kimseye duyurmayalım, her şey kendi yolunu kendisi bulsun diyebilirken hisleri isimlendirme çabasını dizginliyemiyor olmak ne büyük ironidir!
mr. prozac bu yazıyı okur okumaz, "Yazıyı ayrıca konuşuruz da, altında bir yorum var. Kim yazdıysa ellerine sağlık. Budur." dedi.
ben cevabımı biraz daha yaşayıp deneyimledikten sonra bir yazı olarak yazacağım.
bi de şarkı seçimi muhteşem geçen cuma jehan barburu dinlemeye kaktüse gidecektik bu haftaya kaldı :))
Yorum Gönder